Dini Hikaye; “Tevafuklar”45. Bölüm
Süreyya Hanım, annesinin cenazesini toprağa verdikten sonra bir hafta taziyeye gelenlerle ilgilendi. Bir hafta sonunda taziyeye gelenler azalınca kardeşi Büşra’yı da alarak hastaneye gitti. Doğruca oğlunun yattığı odaya vardı. Ama o da ne oğlu odasında yoktu. Belki tuvalete gitmiştir, diyerek tuvalete baktı. Orada da yoktu. Kardeşiyle beraber hastanenin her yerine bakmalarına rağmen hiçbir yerde bulamadılar.
Süreyya Hanım, bütün aramalarına rağmen oğlu bulunamayınca yere yığılarak:
‘O hasta haliyle nereye gidebilir ki?’ dedi huzursuzca.
Büşra, yere yığılan ablasını tutup ayağa kaldırarak:
‘Abla, merak etme neredeyse ortaya çıkar. Fatma’da onun yanındaydı. Odaya girdiğimizde o da yoktu. Demek ki onu bir yerlere götürdü’ dedi ablasını teselli etmek için
‘Ondan hiç şüphem yok. Benim korkum başka’ dedi Süreyya Hanım, endişeli bir şekilde.
‘Abla, nedir o korkuların. Anlat da kurtul korkularından. Abla, korkularını içinde sakladıkça hem onlardan kurtulamazsın hem de korkuların yer bitirir seni’ dedi Büşra, ablasının neden korktuğunu öğrenmek için.
‘Ben, Beyefendi denen adamdan korkuyorum’ dedi Süreyya Hanım, korkusunun neden kaynaklandığını anlatmak için.
‘Beyefendi kim?’ dedi Büşra, onun kim olduğunu merak ederek.
‘Kim olduğunu ben de bilmiyorum. Kocamla evlendikten sonra yaşadığımız malikâneyi alıp orada yaşamaya başladık. Bu malikânenin etrafında da birçok ev vardı ve bunlarda bizim elimize bakıyorlardı. Oğlum dünyaya geldiğinde malikânenin ve etrafındaki yerlerin bir haritası elimize geçti’ dedi Süreyya Hanım, korkusunun neden kaynaklandığını anlatmak için.
‘Abla, elinizdeki harita neyi gösteriyordu ki bunca zamandır sizi korku içerisinde bırakmış’ dedi Büşra harita lafını duyunca.
‘O Harita altın madenlerini gösteren bir haritaydı ve malikâne dâhil etraftaki bütün köyleri de içine alan büyük bir madendi’ dedi Süreyya Hanım, eline geçen haritanın altın madeni olduğunu kardeşine anlatmak için.
Duydukları karşısında küçük dilini yutan Büşra:
‘Ne diyorsun abla, şimdi bu malikânenin altında altın madeni mi yatıyor?’ dedi ağzı açık bir şekilde.
‘Evet, öyle’ dedi Süreyya Hanım, kardeşine.
‘İyi de Beyefendi ile altın madeninin ilgisi ne?’ dedi Büşra, merak içerisinde
‘O haritadan onun eline de geçmiş. Tabi onun eline geçince rahat durur mu? Daha fazla zengin olmak hayaliyle kocamı tehdit etmeye başlamış. Kocam da bu tehditlere pabuç bırakmamak için elinden geleni yapmış’ dedi Süreyya Hanım, Beyefendinin alakasını anlatmak için’
‘Peki, neden izin vermediniz altınların çıkarılmasına?’ dedi Büşra, iyice anlamak için.
‘Eğer izin verseydik biz dâhil çevre köyler bile etkilenir, böylece tabiat yok oluverirdi. İşte bu yüzden izin vermedik. İzin vermesine izin vermedik, ama onlar rahat durur mu’ dedikten sonra ağlamaklı bir ifadeyle ‘durmadılar ve sonunda kocamı öldürdüler’ deyince Büşra şaşkın şaşkın ablasına bakarak ona:
‘Nasıl yani? Kocanız trafik kazasında ölmemiş miydi?’ dedi. İşin aslını öğrenmek için.
‘Evet, öyleydi’ dedi Süreyya Hanım ‘Araştırmamız sonunda öğrendik ki kaza değilmiş. Kocamı bilerek ölüme sürüklemişler. Üstelik onunla beraber çok sevdiği şoförü de öldü’
‘Peki, bunu kanıtlayamadınız mı?’ dedi Büşra merakla.
‘Hayır, kazanın olduğu yerdeki bütün mobeseleri nasıl yapmışlarsa çalışmaz hale getirmişler. O yüzden de delil bulunamadığı için dosya da öylece kapandı’ dedi Süreyya Hanım, üzüntüyle.
Onlar aralarında konuşurken Emine Hanım ve Zeliha, hastaneyi karış karış aramış, bu aramalar sonucunda bulamayınca hastanenin içindeki bir koltukta yığılıp kalmışlardı. Biraz dinlendikten sonra kalkıp gideceklerdi ki Faruk’u sedyenin içinde bir yere doğru götürüldüğünü gördüler.
Zeliha, onu görür görmez fırlayarak Fatma’nın kolundan tutup kendine çevirdi ve Faruk’u nereye götürdüklerini sordu. Bu soru üzerine Fatma her şeyi anlatarak Süreyya Hanım’ın hemen ameliyathaneye gelmesini rica etti.
Zeliha, annesini de haberdar ederek hemen Süreyya Hanım’ın yanına gittiler.
Süreyya Hanım, kardeşiyle Faruk’un nerede olduğunu tartışırlarken Zeliha ve annesi onların yanına gelmiş konuşmalarını izliyorlardı.
Süreyya Hanım, konuşmasını bitirip Emine Hanım’ın geldiğini görünce ona dönerek:
‘Emine Hanım, nerede kaldınız? Biz de sizi bekliyorduk. Faruk’un nerede olduğunu bulabildiniz mi?’ dedi endişeli bir şekilde.
Emine Hanım, konuşacakken Zeliha onu susturarak:
‘Süreyya Teyze, Faruk abi ameliyat olmak için götürülüyor’
Süreyya Hanım, telaşlanarak:
‘Ne, neden, nasıl…’ dedi eli ayağı birbirine dolanarak.
Ablasının telaşlandığını gören Büşra, onu sakinleştirerek Zeliha’ya dönerek:
‘Zeliha, yeğenime ne olmuş ki ameliyata götürmüşler’ dedi gerçeği öğrenmek için.
Zeliha, bu soru üzerine:
‘Büşra abla, biz cenaze ile ilgilendiğimiz zaman Faruk abi karaciğerinden rahatsızlanmış. O rahatsızlanınca Dr. Mustafa bütün tetkiklerden sonra hemen karaciğerinin değişmesine karar vermiş’ dedi Faruk’un neden sedyede götürüldüğünü anlatmak için.
Süreyya Hanım, olanları dinledikten sonra:
‘Ah oğlum ah! Ben sana kaç kere söyledim o zıkkımı içme diye. Bak gördün mü onların yüzünden karaciğerin iflas etti. Ya sana bir şey olursa ben ne yaparım’ dedi yere çömelip ağlayarak.
Emine Hanım, yere çömelen Süreyya Hanım’ın sırtına eliyle hafifçe dokunduktan sonra:
‘Süreyya, öyle söyleme biliyorsun ki her şey Allah Teâlâ’dan. O ne dilerse ancak o olur. Demek ki oğlunun hakkında da böyle dilemiş. Bir de biliyorsun ki her şer de vardır bir hayır. Belki bu şekilde işlediği hatalara pişman olurda bir daha içkiye el sürmez’ dedi onu teselli edercesine.
‘Haklısın Emine, başına gelen bu kazadan sonra yaptıklarına pişman olmuştu zaten. Hatta onun arkadaşlarından bazıları da bu kazadan sonra tövbe etmişler’ dedi gözyaşlarını silerek.
‘Ben sana demedim mi her şer de vardır bir hayır. Bak gördün mü şerden ne hayırlar çıktı’ dedi Emine Hanım.
Aralarında konuştuktan sonra hemen ameliyathaneye geçtiler. Orada Fatma, bir köşeye çekilmiş elindeki küçük Kur’anı Kerim’i okuyordu.
Fatma, gelenleri görünce okumayı bırakıp ellerini yüzüne sürdü. Ardından ayağa kalkarak onların yanına gitti.
Süreyya Hanım, Fatma’nın geldiğini görünce onu durdurarak:
‘Fatma, biz gittikten sonra neler oldu’ dedi oğlunun neden rahatsızlandığını öğrenmek için.
Fatma, ameliyathanenin önüne gelenlere oturmasını söyledikten sonra Süreyya Hanım’a dönerek:
‘Süreyya Hanım, siz gittikten sonra Faruk Bey, aniden sancılanmaya başladı. Onun sancılandığını görünce hemen Dr. Mustafa Bey’e gidip durumu haber verdim. O da gelip tetkikler yaptıktan sonra karaciğerinin iflas ettiğini, derhal değişmesi gerektiğini söyledi. İki üç gün araştırmamıza rağmen uygun bir doner bulamadık. Üç günün sonunda nihayet uygun bir doner bulabildik’ dedi üzüntü ve sevinç arasında bir duyguyla
Süreyya Hanım, uygun doner bulunmasına şükrettikten sonra:
‘Bulunan doner kime ait’ dedi merakla.
Fatma gülerek:
‘Hiç tahmin etmeyeceğiniz bir kişi’
Büşra, araya girerek:
‘Fatma, Allah aşkına artık anlat da çatlatma bizi’
Fatma, bu seferde Büşra’ya dönüp gülerek:
‘Büşra abla, senin nişanlın Koray abi’
Koray, sözünü duyan Büşra ve Süreyya Hanım, hep bir ağızdan ‘Nee! Koray’mı?’ deyince Fatma gülümseyerek:
‘Evet, Koray abi…’ dedi o da onlara karşı gülümseyerek.
Süreyya Hanım, daha çok şaşırarak:
‘Bu nasıl tevafuk böyle, ilk önce onun kaza geçirmesine sebep oldu. Şimdi de onun hayatını kurtardı’