Dini Hikaye; “Tevafuklar” 38. Bölüm
Dr. Mustafa hastaları kontrol ede ede Faruk’un yattığı odaya geldi. Onu annesiyle güle oynaya konuştuklarını görünce hafifçe öksürerek:
‘Maşallah, hastamız artık gülüyor’ dedi hastasının iyileşmeye başladığına sevinerek.
Süreyya Hanım, kafasını geri çevirerek:
‘Evet, önce Allah Teâlâ’nın, sonra sizin sayenizde!’ dedi Dr. Mustafa’ya teşekkür edercesine.
‘Hazır sırası gelmişken bu konuda Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bir hadis-i şerifi söyleyeyim’
Faruk, heyecanla:
‘Nedir o anne? Anlatta bizde bilelim ve böylece içimiz ferahlasın’
‘Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Efendimiz ‘Allah Teâlâ’dan sıhhat ve afiyet isteyiniz! Çünkü gerçek imandan sonra insana, sıhhat ve afiyetten daha üstün bir şey verilmemiştir’ buyurmaktadır, dedi ve sözüne şöyle devam etti. Evladım, aslına bakılırsa maddi hastalıktan çok manevi hastalık daha kötüdür’ deyince Faruk:
‘Nasıl yani? Ne demek istiyorsunuz?’ dedi anlamak istercesine.
‘Kalp hastalığından bahsediyorum’ deyince Dr. Mustafa:
‘Bu, bizim bildiğimiz kalp hastalığı mı?’ dedi merakla:
‘Hayır’ dedi Süreyya Hanım ‘bu hastalık başka. Kalp hastalığından maksat, kalbin kararması. Yani, kalbin Allah Tela’dan başkasına yönelmesi. Yani gaflete düşmek, günahlara dalmak. Nefsin isteklerine boyun eğmek. Bu konuda Hz. Ebubekir’in (r.anh) sözü ne kadar da mesaj yüklüdür.
‘Benim hasta bir kalbim var. Hasta kalplere şifa veren Sensin Ya Rabbi! Benim hasta kalbime şifa ver Ya Rabbi!
‘Hz. Ebubekir’in (r.anh) kalbi hastamıydı ki öyle söylemiş?’ dedi Faruk merakla:
‘Hâşâ’ dedi annesi bu söz karşısında iliklerine kadar irkilerek, ‘Onlar Peygamber Efendimizin (s.a.v.) dizinin dibinde yetişmiş insanlar. Onun için kalp hastalığı onlarda sadır bile olamaz’
‘Peki, niçin öyle söylemiş?’ dedi Faruk, Hz. Ebubekir Efendimizin (r.a.) neden öyle söylediğini anlamak için
‘Onlarda bizim gibi bir beşer. Her an nefisleriyle karşı karşıyalar. Hatta Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bu konuda bir hadis-i şerifi bile var’ dedi Süreyya Hanım, her insanın nefis sahibi olduğunu ve yine her insanın nefsine uyabileceğini anlatabilmek için.
Bu kez Dr Mustafa Bey, söze karışarak:
‘Nedir o Hadis-i Şerif? Anlatta biz de bilelim’
Süreyya Hanım, Dr. Mustafa’nın öğrenme isteğini takdir ederek ona:
‘Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurdu ki:
‘Ey Kalpleri halden hale çeviren Allah’ım! Kalbimizi dinin ve taatin üzerine sabit kıl’
Süreyya Hanım, söylediği hadis-i şeriften sonra, Dr. Mustafa ve oğlunun Hadis-i şerifi anlayabilmeleri için bir müddet sustu. Ardından onlara:
‘Allah Teâlâ göstermesin, kalp öyle bir şeydir ki bir an olsun gaflete daldın mı? Bir daha o gafletten çıkman zor olur. Böylesi bir durumdan kurtulmak için üstün bir çaba göstermen gerekir. Şeytan sadece vesvese verir ve kenara çekilir, asıl insanı yoldan çıkaran kendi nefsidir. Bir kere şeytana uydun mu bir daha bir daha uyarsın. Bir de bakmışsın ki yoldan çıkmışsın. Böylesi durumda ah vah edersin ama iş işten geçmiş olur. Yinede Allah Teâlâ’dan umudu kesmemek gerekir. Çünkü kalpler onun elindedir. O ne dilerse o olur. Günahlardan tövbe edip kendisine yönelen müminleri görür ve düştüğü hatalardan çekip çıkartır. Yeter ki azimli olalım ve işlediğimiz hatalara bir daha dönmeyelim. İşte Nasuh tövbesi de budur. Ayrıca Lokman Hekim der ki; ‘Yavrum, en başta sana nefsinden sakınmayı öğütlerim. Çünkü her nefsin arzusu ve hevası vardır. Bunların dediklerine uyacak olursan azmaya devam ederek daha da çoğunu isterler. Çakmak taşında ateş nasıl durursa arzular da nefiste öylece saklıdır, eğer onu çakarsan ateş parlar, kendi haline bırakırsan gizli kalır.’
Faruk, annesinin anlattıklarını dinledikçe içini pişmanlık ateşi kapladı. Ömrü boyunca yapmış olduğu hatalar aklına geldikçe ağladı. Ağladıkça ağladı, susmacasına…
Dr. Mustafa, Faruk’u sakinleştirip onu susturarak:
‘Evlat, ağlamak büyük bir rahmettir. Bundan da anlaşılıyor ki yapmış olduğun hatalara pişmanlık duyuyorsun ve düzelmek istiyorsun. Bu da bir erdemliktir. Evlat, sen hiç pişmanlık duymayabilirdin de. Demek ki Yüce Mevlam (c.c.) sana hayır murat etmiş ki sana günahları kötü göstermiş ve doğru yolu görmen için de başına gelen bu kazayı murat etmiş’ dedi onu rahatlatmak için.
‘Dr. Bey ne demek istediğinizi anlayamadım’ dedi Faruk Dr. Mustafa’nın yüzüne aval aval bakarak.
‘Evlat, bir düşünsene eğer bu kaza olmasaydı hatalarını görmeyebilirdin’ dedi gülümseyerek.
‘Evet, haklısınız. Kim düşünebilirdi ki ben kaza geçireceğim ve bu sayede hatalarımı görmek nasip olacak. Bundan dolayı Rabbime (c.c.) şükürler olsun’ dedi işaret parmağını yukarıya kaldırarak.
‘Evlat, atalarımız boşuna dememiş, bir musibet bin nasihatten evladır diye’ dedi Dr. Mustafa Faruk’un sırtını sıvazlayarak.
O sırada Büşra annesiyle beraber içeri girerek:
‘Efendim, sohbetinizi bölmek istemem, ama annemi getirdim. O torunuyla konuşmak istiyor’
Dr. Mustafa aralarından çekilerek dışarı çıktı. O dışarı çıkınca anneanneyle torun baş başa kaldı.
Anneanne torunuyla baş başa kalınca:
‘Sevgili torunum nasılsın?’ deyince Faruk:
‘Teşekkür ederim anneanne iyiyim. Peki, sen nasılsın?’
‘Ben de iyi’ dedi ve olduğu yere yığıldı.
Süreyya Hanım, yıllar sonra annesini bulmuştu, ama şimdi kaybediyordu. Bu bu olmamalıydı, tam annesini bulup onun da doğru yolu bulduğunu görmüşken.
‘Neden şimdi anne, neden zamansız geldin girdim hayatıma, şimdi de hiç haber vermeden gidiyorsun?’ dedi annesinin üzerine kapaklanarak.
Annesi, zorla da olsa kızının elinden tutarak:
‘Kızım, öyle söyleme. Sende bende biliyoruz ki bize bu hayatı veren elbette bir gün geri alacaktır. Bilemiyorum, ama öyle zannediyorum ki şimdi o zaman. Zaten dün gece babanı gördüm. Yeşiller giyinmişti, öyle güzel yüzü vardı ki ay gibi parlıyordu. Bana kızımı bulduğun için teşekkür ederim diyordu. Ayrıca beni çok özlediğini ve bir an önce yanına gelmem için sabırsızlandığını söylüyordu. Bende zaten onun için zamanı geldi dedim’ dedi.
Büşra, annesi yere yığılınca o da koşarak yanına geldi ve ağlamaklı bir şekilde:
‘Anne, beni bırakıp nereye gidiyorsun. Hem ben sensiz ne yaparım’
Annesi, Büşra’nın elinden tutarak:
‘Kızım, sakın üzülme. Ben hiç olmadığım kadar mutluyum. Çünkü kızımı buldum ve hakkını helal ettirdim. Benim için bundan daha büyük mutluluk olur mu?’ dedi kesik kesik konuşarak.
‘Anne, beni kime emanet edip gidiyorsun?’ dedi Büşra ağlamaklı ifadeyle.
‘Kızım, seni önce Allah Teâlâ’ya sonra ablana emanet ediyorum’ dedi ve kelime-i şehadeti okudu. Ardından yavaşça elleri kızının ellerinden kayıp yana düştü. Artık dünya hayatı onun için sona ermişti. Mutluydu ve yüzü gülüyordu. Artık o çok sevdiği kocasına kavuşmuştu…