Dini Hikaye; “Tevafuklar” 14. Bölüm
Doktor Mustafa, konuşmaları bittikten sonra odasına döndü. Hastanın başında sadece Fatma ve Süreyya Hanım kaldı. Onlarda koltuğa oturak birbirlerine sabır dilediler.
Süreyya Hanım, çantasından çıkardığı Yasin-i Şerif’i okuduktan sonra ellerini açıp Peygamber Efendimizin (s.a.v.) okuduğu duayı okumaya başladı:
‘Ey Rabbim! Verdiğin nimetin yok olmasından, sıhhat ve afiyetin bozulmasından, intikamınla bütün hışmının ansızın gelmesinden sana sığırım. Allah’ım! Delilikten, cüzamdan, abraşlıktan ve kötü hastalıklardan sana sığınırım’ diye dua ederek oğlunun iyileşmesi için Allah Tela’ya yalvardı.
Süreyya Hanım, duasını bitirip ellerini yüzüne sürdükten sonra huzur içerisinde ayağa kalktı. Yoğun bakımda yatan oğlunun yanına vardı. Ellerinden tutarak yüzüne gözüne sürdü. Daha sonra da onun yanında ellerini açarak:
‘Ya Rabbi! Sen noksan sıfatlardan münezzehsin. Hamd ancak sanadır. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Kocamı trafik kazasında kaybettim, sabrettim. Oğlumun hatalarına kusurlarına sabrettim. Kocamdan sonra oğlum da trafik kazası geçirdi ve ölümle pençeleşiyor. Ya Rabbi! Oğlum tek dayanağım ve canımdan bir parça. Ya Rabbi! Oğlumun sana ve kullarına karşı hataları büyük. Ne olur onlardan dolayı azaba uğratma. Ona doğru yolu göster. Ya Rabbi onu bize bağışla’
Süreyya Hanım, oğlunun elini tutmuş dua etmeye devam ederken içeriye başına beyaz başörtüsü takmış genç bir hemşire girdi. Yavaşça içeriye süzüldü. Süreyya Hanımın yanına gelerek hafifçe omzuna dokundu. Daha sonra yumuşak bir ses tonuyla:
‘Hanımefendi, burada uzun süre kalmanız hastanıza yarardan çok zarar verecektir. O yüzden hastanızla ilgilenmeyi bize bırakın’
Hemşirenin, kendisine güler yüzle davranması karşısında ona karşı sıcaklık hissetçi. O kadar ki hemşire bir yabancı değil de çok yakın bir dostu, akrabasıydı. Bu sıcaklığı hemşire de hissetmiş bir mana verememişti.
Hemşire sözlerini tekrarlayınca yavaşça ayağa kalktı. Ona doğru döndü. Güler yüzle ‘tamam’ deyip yoğun bakım odasından çıktı. Odadan dışarıya çıktıktan sonra pencereden hemşireye doğru baktı. Acaba bu kimdi, neden bu kadar sıcaklık hissetmişti. Henüz bunu bilemiyordu, ama yakında her şey ortaya çıkacak, onun kim olduğunu öğrenecek, öğrendiği gerçekle şok olacaktı.
O, bunları düşünürken bekleme salonuna genç bir kız girdi. Ayaklarındaki topuklu ayakkabıdan dolayı yürüdükçe ses çıkıyor, salına salına yürüyordu. Üzerinde yakası açık kırmızı bir bluz, marka olduğu belli olan siyah bir mont vardı. Altında da vücut hatlarını belli edercesine bir kot pantolon giymişti. Başında da küçük bir şapka vardı. Yüzü makyajlıydı. Ayrıca üzerine keskin bir kokusu olan parfüm sıkılmıştı. Bu gelen Kaya’nın nişanlısı Hülya’ydı. Kaya ve kardeşinin yaptıklarından dolayı özür dilemek için gelmişti.
Hülya, ailesinin gözbebeği ve tek çocuktu. O yüzden anne ve babası el bebek gül bebek yetiştirmiş, ne istemişse almışlardı. Dünyalık ne varsa almışlar, ahret âlemine ait hiçbir şey öğretmemişlerdi. Anne ve babası ona ne Allah Teâlâ’nın varlığından ne de Peygamber Efendimizden (s.a.v.) bahsetmişlerdi. Bu yüzden öbür âlemi hiç düşünmemiş öylece yaşamıştı. Buna rağmen araştırıp öğrenen, doğruyu yanlışı bilecek kadar kabiliyetli bir insandı. Doğru bildiği bir konunun yanlış olduğunu öğrendiği zaman onun doğruluğunu öğrenir, yaşar, gerekirse öğrendiği doğruluktan dolayı ailesiyle tartışır onlara doğru yolu göstermeye çalışırdı. İşte Hülya böyle bir kişiliğe sahipti.
Süreyya Hanım, kendilerine doğru gelen kişiyi tanımamış hastanede yatan diğer hastalardan birinin ziyaretçisi olabileceğini düşünmüştü, ama bu düşüncesi yanlıştı. Çünkü o kişi yanlarına gelmiş boynunu bükmüştü. Onun boynu bükük halini gören Süreyya Hanım’ın içi acımıştı. Karşısına geçen o kişi boynu bükük bir halde:
‘Sizden nişanlım adına özür dilerim’ deyince Süreyya Hanım birdenbire dikleşerek:
‘Ne, ne demek istiyorsun sen?’
Fatma, kendilerinden özür dileyen bayanın ne demek istediğini anlamış, fakat anladığını belli etmemişti. Buna rağmen meselenin nasıl olduğunu anlayabilmek için araya girmiş Süreyya Hanım’ın söylediği sözü o da söylemişti.
Tanımadıkları o kişi mahcup bir şekilde başını kaldırarak:
‘Benim adım Hülya. Yoğun bakımda yatan hastanızla okuldan tanışmışlığımız var. Nişanlım, onun kardeşi ve içeride yatan hastanızla beraber okulda çok yakın bir dostluğumuz oldu. Hatta bu arkadaşlık okuldan sonra da devam etti’ dedikten sonra telefonunu çıkararak beraber çekilmiş olan fotoğrafları gösterdi.
Süreyya Hanım, Hülya’nın konuşması devam ederken sinirle onun konuşmasını keserek:
‘Demek sizdiniz onu içkiye alıştıran’ diyerek üzerine yürüdü. Hülya, bu durum karşısında korkudan geriye çekildi ve ne yapacağını bilemeden koltukların üzerine oturdu. Onu Fatma durdurmasaydı, belki de hırsından Hülya’yı parçalayabilirdi.
Fatma, onu kolundan tutup durdurarak:
‘Süreyya Hanım, yapmayın. Belli ki pişmanlığını bildirmek için gelmiş. Hırsınızı alamayıp onun üzerine yürümeniz, onun daha çok uzaklaşmasına sebep olabilir. O yüzden hırsınızı yenmeden onun yanına yaklaşmayın. Ben şimdi onun derdini anlar, gerçekten pişman olup olmadığını öğrenirim’ deyip Hülya’nın yanına vardı. Bir abla, kardeş, anne edasıyla derdinin ne olduğunu sordu. Onun babacan davranışı karşısında korkusu geçen Hülya, başını kaldırarak:
‘Ben, sadece özür dilemek için gelmiştim. Ne olur bizi affedin, nişanlım yüzünden, Faruk şu an yoğun bakımda yatıyor’ dedi üzüntüsünü belirtircesine:
Fatma, Hülya ile konuşurken polis gelmiş kazanın nasıl meydana geldiğini öğrenmeye çalışıyordu. Hülya, polisi görünce ayağa kalkarak onun yanına gitti ve başından sonuna kadar olan her şeyi anlattı. Polis olanları not edip geri dönünce o da döndü yerine oturdu ve Süreyya Hanım’ın onu affetmesini bekledi.