Dini Hikaye; “Tevafuklar”37. Bölüm
Faruk Bey’in hastalığı sırasında onun yanına gidip yanında onunla konuşurmuş gibi şöyle diyordu:
‘Faruk Bey, neden bana öyle davranıyorsunuz. Hâlbuki ben sizi Allah için seviyorum. Her ne kadar kötü huylarınız olsa da biliyorum ki iyi huylarınız da var. Ne olur bana öyle davranmayın. Siz bana öyle davrandıkça canım acıyor. Elimden geldiği kadar sizden uzak durmaya çalışıyorum ama olmuyor. Aklım sizden uzak durmamı söylüyor ama ya kalbim. Kalbim hep seninle birlikte olmamı söylüyor. O yüzden ne olur bana öyle davranmayın. Biliyorum ben sizin hizmetçinizim, o yüzden sizin yanınıza yakışmam. Ama yine de ummaktan kendimi alamıyorum’ diyor onun sağlığına kavuşması için dua ediyordu.
Fatma, Faruk Bey’in iyileşme sürecine girip yavaş yavaş hastalıktan kurtulması üzerine Süreyya Hanım’a sarılarak:
‘Süreyya Hanım, Allah Teâlâ’ya şükür Faruk Bey yavaş yavaş iyileşiyor. Onun iyileşme göstermesi Yüce Mevlamın bize bir lütfu. Bu konuda Peygamber efendimizin (s.a.v.) bir hadis-i şerifi aklıma geldi’ demesi üzerine Süreyya Hanım:
‘Nedir o kızım anlatır mısın?’ dedi hadis-i şerifi öğrenme amacıyla.
‘Abdullah Bin Mesud (r.anh) anlatıyor’
‘Resulullah Efendimiz (s.a.v) buyurdular ki: ‘Allah Teâlâ hiçbir hastalık indirmedi ki şifasını da indirmemiş olsun’
‘Evet, kızım’ dedikten sonra eliyle Fatma’nın yüzünü tutarak, ‘Bende bu konuda bir hadis-i şerif söyleyeyim. Ebu Davud ve Tirmizi’de şu ziyade var’
‘Tek bir hastalığın ilacı yoktur’ dedi. Kendisine: ‘O hangi hastalıktır?’ diye soruldu da: ‘İhtiyarlık!’ cevabını verdi.
Dr. Mustafa, onlar konuşurken yanlarına gelmiş onları dinliyordu. O da söze karışarak:
‘Mademki söz hastalıktan açılmış, bu konuda bende bir hadis-i şerif söyleyeyim’
Süreyya Hanım ve Fatma ona dönerek:
‘Hadi, sizde Peygamber Efendimizden (s.a.v.) bir hadis-i şerif söyleyin de içimiz rahatlasın’ dediler.
‘Ebu Hureyre’nin (r.anh) Buhari’den gelen bir rivayetinde Resulullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır.’
‘Şafi-i Kerim Allah Teâlâ hazretleri, her ne hastalık indirmişse onun devasını da indirmiştir’ dedi ve hastaları kontrol etmek için oradan ayrılıp yoluna devam etti.
Büşra, yeğeninin iyileşme gösterdiği ilk andan itibaren sürekli kontrol ediyor, sağlık durumunda bir gelişme var mı yok mu? Diye bakıyordu. Annesi ile Fatma’nın sağlık konusunda konuşmalarını sürdürürken o da içeride yeğeninin yanındaydı. Onun kendine gelmeye başladığını görünce heyecanla dışarı çıkarak:
‘Abla, yeğenim kendine geliyor. Siz içeri girin bende Dr. Mustafa Bey’i çağırayım’
Duyduğu bu haber karşısında sevinen Süreyya Hanım:
‘Büşra, beni bu haberle sevindirdin. Kendine geldiğine göre umarım tamamen iyileşir’
‘Umarım abla’ dedi ve hızla yanlarından ayrılarak Dr. Mustafa’nın yanına gitti. O giderken Fatma’da kendi kendine şöyle düşünüyordu ‘Faruk Bey, kendine geldiğine göre beni terslemeye devam eder’ dedi ve şöyle dua etti, ‘Ya Rabbi! Faruk Bey şimdiye kadar hep beni tersledi durdu. Buna rağmen ben hep sabrettim. Ya Rabbi! Ona doğru yolu göster. Ona iyilikle itham eyle. Ya Rabbi! Hakkımda hayırlısını nasip et. Ya Rabbi! Eğer hakkımda hayırlısı ise Faruk’u bana nasip et’ diye dua ediyordu.
Büşra, doktorun yanına gidince Süreyya Hanım ellerini açıp Allah Teâlâ’ya dua ettikten sonra oğluna yanına girdi. İçeri girdiğinde oğlunun başını pencereye doğru dönük bir şekilde baktığını gördü. O pencereye doğru baktığında pencere açıktı ve dışarıdan ezan sesi geliyordu. Dışarıdan duyulan ezan öyle içten okunuyordu ki onu dinleyen adeta kendinden geçip mest oluyordu.
Süreyya Hanım, oğlunun pencereye doğru baktığını görünce:
‘Nereye bakıyorsun oğul?’
Annesinin sorusuna ona bakmadan:
‘Hiiç! Sadece ezan sesini dinliyorum. Okunan ezan sesi o kadar güzel ki, insanı mest ediyor’ dedi ve merakla, ‘anne bu ezanı kim okuyor. Sanki bu sesi tanıyor gibiyim, ama bu tanıdığım kişi o olamaz. Çünkü o içki içen –kendini göstererek- yani benim gibi içki içen biriydi’ dedi huzursuzlukla.
Süreyya Hanım, oğlunun ezan sesini dinlediğini duyunca şaşırarak:
‘Oğlum, sen ezan sesinden nefret ederdin. Şimdi ne oldu da ezan sesini dinliyorsun’ dedi kinayeli bir sözle.
Faruk, annesinin kinayeli sözü üzerine mahcup oldu. O yüzden utançla başını eğdi. Başı eğik bir şekilde de annesine:
‘Anne, senden özür dilerim. Hem Allah Teâlâ’ya hem de sana karşı çok suçluyum. Bu yüzden de kendimi nasıl affettireceğimi bilemiyorum’ dedi.
Süreyya Hanım, oğlunun pişmanlıkla başını eğmesi üzerine ona:
‘Yavrum, Rabbimiz (c.c.) ‘Afüvv’ yani affedicidir. Ayrıca Allah Teâlâ affedenleri sevdiğini belirtmiş, insanları affedici olmaya teşvik etmiştir. Mesela bir ayette’
‘Kim affeder veya arayı düzeltirse onun mükâfatı Allah Teâlâ’ya aittir’ (Şura Suresi 40. Ayet) buyrularak affetmenin büyük bir mükâfat ile karşılık göreceği, bir başka ayette de başkalarını affetmenin ilahi affa vesile olacağı beyan edilmiştir. (Nur Suresi 22. Ayet)’ dedi oğlunu teselli etmek için.
Faruk, yüzünü buruşturarak:
‘Ne yani! Beni bu hale getirenleri affetmem mi gerekiyor?’ dedi ters bir ifadeyle.
‘Bak yavrum, affetmenin nefse zor gelen tarafı olabilir. Çünkü nefis ve şeytan insanı affetme yönelişinden alıkoymaya çalışır. Nefsi yenmek ve affedici olmak için şu hususları dikkate almak gerekir’ dedi oğlunu ikna etmek için.
Bu cevap üzerine Faruk Bey, bir müddet düşündü. Affetmenin hem kendisi için hem de karşıdaki kişiyi huzura erdireceği, affetmemesi durumunda her iki tarafında huzursuz edeceği bir gerçekti. Bu yüzden de annesine:
‘O hususlar nelerdir anne?’ diye sordu. Bu soru üzerine annesi:
‘1: Affetmenin büyük bir erdem olduğunu düşünmek,
2: Affetmenin bizi ilahi affa götüreceğini bilmek.
3: Affedememekten Allah Teâlâ’ya sığınmak, affedici olmak için dua etmek,
4: Kusur işlemenin beşeri bir özellik olup insanların Yüce Yaratıcıya (c.c.) karşı bile suç işlediklerini, dolayısıyla bize karşı yapılan hataları büyütmemek gerektiğini değerlendirmek,
5: Affetmenin insanı yücelttiğini hesaba katmak,
6: Affetmenin başlangıçta nefsimize çok ağır gelse de sonuç itibari ile çok tatlı olduğunu görebilmek’
Faruk, annesinin sözlerinin bitmesinden hemen sonra ona sarılarak:
‘Tamam, anne sözünü tutmaya çalışacağım’ dedi ve ezanı kimin okuduğunu sordu.
Süreyya Hanım, tam ağzını açıp cevap verecekti ki o sıra Dr. Mustafa içeriye girdi. O içeri girince Süreyya Hanım susarak ona baktı.
Dr. Mustafa, Süreyya Hanım’ın ona baktığını görünce ne demek istediğini anlamadığından ne oluyor dercesine ona baktı ve Faruk’a döndü. Onun kendine geldiğini görünce:
‘Ooo bakıyorum, hastamız kendine gelmiş’ dedi gülümseyerek.
Faruk, gülümseyerek ayağa kalkmaya çalıştı, ama o da ne ayağa kalkamıyor, belden aşağısını hissetmiyordu. Bu durum karşısında neden, neden hissetmiyorum dercesine başında bekleyenlerin yüzüne baktı ve ardından ağlamaya başladı. Ağladıkça ağladı. Ağlaması gittikçe şiddetlendi.
Dr. Mustafa, onu sakinleştirmek için çaba göstermesine rağmen kendine gelmeyince sakinleştirme iğnesi yapılması için hemşirelere emir verdi. Hemşireler sakinleştirme iğnesi yaptıktan sonra yavaş yavaş sakinleşti ve uyudu.
Oğlunun sakat kalma ihtimali Süreyya Hanım’ı derinden etkilemişti. Bu yüzden gözünden bir iki damla yaş aktı. Gözyaşlarını kimse görmesin diye eliyle sildi. Ardından Dr. Mustafa Bey’e:
‘Mustafa Bey, oğlumun durumu ne olacak, hep böyle tekerlekli sandalyede mi geçecek?’ diye sorunca Dr. Mustafa:
‘Süreyya Hanım, sizde bilirsiniz ki her şeyin başı sabırdır. Sabırlı olmazsak zaten hiçbir şey yapamayız. Oğlunuz uyanınca ona güzel şeyler söyleyin. Onu umutlandırmaya çalışın. Elinizden geldiği kadar ona sabırlı olmasını söyleyin’
Süreyya Hanım, sorduğu sorunun cevabını alamayınca soruyu tekrar sordu.
Kendisine yöneltilen ikinci soru üzerine:
‘Süreyya Hanım, oğlunuzun durumu zamanla belli olur’ dedikten sonra Faruk’un yanına çömelerek eliyle hafifçe ona dokundu. Daha sonra bir şeyler dercesine hastasına baktı. İçinden Allah Teâlâ’dan şifa bulması için dua etti. Peşinden ayağa kalkarak Süreyya Hanım’a döndü ve ona:
‘Oğlunuz ölümcül bir kazadan sağ salim kurtulması bile Allah Teâlâ’nın bir takdiri. Demek ki daha yaşayacak ömrü varmış. Aslından onun iyileşmesine sizden çok ben sevindim. Çünkü bu kazaya sebep olan oğullarımdı. Eğer ona bir şey olsa sizin yüzünüze nasıl bakardım’ dedi mahcup bir şekilde.
Süreyya Hanım, karşısında boynu bükük duran Dr. Mustafa Bey’in yanına giderek:
‘Mustafa Bey, kendinizi bu kadar üzmeyin. Hem siz demediniz mi takdiri ilahi diye. O yüzden kendinizi bu kadar yıpratmayın. Oğlum Allah Teâlâ’nın izniyle iyileşip ayağa kalkacak. Umarım ayağa kaktıktan sonra aklı başına gelirde doğru yolu bulur. Yoksa daha çok bu kazalar başına gelir’ dedi hüzünlü bir şekilde.
Onlar aralarında konuşurken Faruk tekrar kendine gelmiş annesiyle doktorun konuşmasını dinliyordu.
Süreyya Hanım, konuşmasını bitirip oğluna dönünce oğlunun kendine geldiğini ve bu sefer sakin olduğunu gördü. Onun sakinliği karşısında yüzü gülerek:
‘Oğlum iyi misin? Kendini nasıl hissediyorsun?’
‘Ana, nasıl hissedebilirim ki’ dedi ağlamaklı bir şekilde.
‘Oğlum, kendini bu kadar yıpratma. Allah Teâlâ’nın izniyle iyileşeceksin. Hem bak beni de üzüyorsun. Babandan sonra tek sığınağım sensin. Sana da bir şey olursa ben ne yaparım’ dedi oğlunun sözleri karşısında üzüldüğünü belirtircesine.
Faruk, annesini üzdüğünü anlayınca onun ellerinden tutarak:
‘Benim canım anam. Ne olur bu aciz oğlunu affet. Zira sana karşı suçluyum. Sen, beni affet ki Allah Teâlâ’da beni affetsin’ dedi annesini teselli etmek için.
‘Oğlum, deme öyle. Elbette ben seni affettim. Umarım Yüce Mevlam (c.c.) da affeder’ dedi şefkatle oğlunun ellerini tutarak.
‘Haklısın anne. Hem Allah Teâlâ’ya karşı hem sana karşı çok kusurum var. Bunların hangisini affettireceğimi bilemiyorum. Ama yine de biliyorum ki Allah Teâlâ çok bağışlayıcı, kerem sahibidir. O’na sığınan, yalnızca O’ndan yardım dileyen kimseleri geri çevirmez’ dedi umutla.
Süreyya Hanım, oğlunun yaptıkları hatalara pişmanlığını duyunca gözleri yaşardı. Bu yüzden eğilerek oğlunun alnından öptü daha sonra oğluna:
‘Oğlum, Allah Teâlâ affedicidir, affetmeyi sever. İşlenilen hata ve kusur ne kadar büyük olursa olsun O’na sığınanı affeder. Yalnızca O’ndan yardım isteyene yardım eder. Eğer o dilerse seni bile bu düştüğün durumdan kurtarır. Yeter ki sabırlı ol ve O’ndan affını iste. Gerisi gelir zaten’
Faruk, ağlıyordu. Hem de içtenlikle, pişmanlık ateşiyle. Süreyya Hanım, konuşmasını bitirip oğluna bakıp ağladığını görünce ona sarılıp o da ağlamaya başladı. Onlar birbirlerine sarılıp ağlarken Büşra odaya girdi. Onları birbirlerine sarılıp ağlaştıklarına görünce:
‘Ooo bakıyorum hastamız derin uykudan uyanmış, eh artık bundan sonra derin bir uykuya geçmez’ dedi gülerek.
Süreyya Hanım, gözyaşlarını silip arkasını dönerek:
‘Gel kardeşim, sende bize katıl, katıl da hep beraber huzur bulalım’
Faruk, annesinin sözleri karşısında şaşırarak:
‘Ne kardeşi anne? Ne oluyor burada’ dedi neler döndüğünü anlamak için’
Annesi, kardeşiyle konuşmayı bırakıp oğluna döndü. Gülümsedi ve tekrar kardeşine döndü. Ona da gülümsedi. Ardından oğluna:
‘Yavrum, önce bir sakinleş. Ondan sonra her şeyi açıklayacağım’
‘Ne sakinleşmesi anne? Şimdi her şeyi açıklamazsan avazım çıktığı kadar bağıracağım. Bilirsin anne kafama koyduğum her şeyi yaparım’ dedi annesinin ağzından laf almak için.
‘Tamam, yavrum beni iyi dinle’ dedi ve kardeşine bakarak ‘O senin teyzen’ dedi. Faruk duydukları karşısında afallayarak.
‘Ne diyorsun anne? Hani senin kimsen yoktu?’ dedi, annesinin ne demek istediğini anlamak için.
‘Beni dikkatle dinle’ dedi ve kardeşi Büşra’yı yanına çağırdı. O yanına gelince ‘Bende kardeşimin olduğunu yeni öğrendim’ dedi kardeşinin olduğuna sevinerek.
‘Peki, nasıl öğrendin anne?’
‘Anneannen sayesinde’ deyince Faruk heyecanla.
‘Nee! Anneannem yaşıyor mu?’
Büşra, araya girerek Faruk’un ellerinden tuttu ve ona:
‘Evet, yeğenim anneannen yaşıyor.
‘Hani nerede?’ dedi ve kalkmaya yeltenince Büşra durdurarak:
‘Yeğenim, heyecanını anlıyorum, ama önce bir sakinleş. Hem bu halinle zaten kalkamazsın. Onun için ben gider getiririm anneanneni’ dedi. Onun sözleri Faruk’un kalbini kırmıştı ama o bunun farkında değildi.
Teyzesinin söylediği söz üzerine hüzünlenerek:
‘Haklısın teyze. Ben yerimden kalkamam öyle değimli?’ dedi ve ayaklarına vurarak, ‘Çünkü geçirdiğim kaza sebebiyle sakat kaldım ve bir daha yürüyemeyeceğim’
Büşra, söylediği sözden dolayı büyük bir hata yaptığını anladı, ama iş işten geçmiş, söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Yaptığı hatayı düzeltmek için yanına oturdu ve ellerini tuttu. Daha sonra şefkatle ellerini yüzüne sürerek:
‘Faruk’um öyle söylemek istemezdim, ama oldu bir kere. Ondan dolayı senden özür dilerim. Sevgili yeğenim, umudunu hiçbir zaman kaybetme. Bak göreceksin Allah Teâlâ’nın izniyle yakında ayaklanacaksın. Hatta ayağa kalktıktan sonra bizi bile geçeceksin’ dedi ve onu teselli etmeye çalıştı.
Faruk bu söze gülerek şöyle cevap verdi:
‘Teyze, hele hayırlısı ile ayağa bir kalkayım. Seninle koşu yarışına çıkarız. O zaman görürüz kimin kimi geçeceğini’
Teyzesi bu söz üzerine gülerek:
‘Hah şöyle kendine gel. Bak göreceksin ileride daha güzel şeyler olacak’
Teyzesi lafı uzatınca araya girerek ona:
‘Teyze hani anneannemi getirecektin. Hala durmuş burada benimle konuşuyorsun’ dedi sitem edercesine.
Büşra, yeğeninin sözü karşısında:
‘Benim güzel yeğenim, sende beni bırakmadın ki gideyim. Habire çene çalıyorsun. Maşallah sende ne çene varmış. Susmak bilmiyorsun’ dedi kinayeli bir şekilde.
‘Amaan teyze! Sende beni ettin geveze. Gören beni sanacak ki bu oğlan habire konuşuyor’ dedi teyzesinin kinayeli sözü karşısında.
Annesi araya girerek:
‘Büşra, konuşmayı bırak da annemi getir’
Büşra, ablasının sözü üzerine biraz sitemkâr biraz da şakayla karışık:
‘Abla, görmüyor musun senin bu oğlun beni söze tutmuş bırakmıyor. Onun sayesinde bende geveze oldum’ dedi ve oradan ayrılarak annesinin yattığı odaya gitti.
Büşra, annesinin yattığı odaya giderken o sırada Dr. Mustafa hastaları teker teker kontrol ediyor odadan odaya geçiyordu.
Dr. Mustafa, Büşra’nın telaşlı telaşlı bir yerlere gittiğini görünce onu durdurarak:
‘Büşra Hanım, ne oldu? Niçin böyle telaşlısınız?’
Dr. Mustafa’nın sorusuna Büşra tebessüm ederek:
‘Mustafa Bey, annemin yanına gidiyorum’
‘Tamam, anladım da, niçin böyle telaşlısın onu anlayamadım?’ dedi ne olduğunu anlayabilmek için.
‘Mustafa Bey, Faruk uyandı anneannesini görmek istiyor, o yüzden telaşlıyım’ dedi Dr. Mustafa Bey’i bilgilendirmek için.
Duyduğu bu habere şaşıran Dr. Mustafa:
‘Nee! Faruk uyandı mı? Bana niçin haber vermediniz?’ dedi kızarcasına:
‘Efendim, kusura bakmayın. Yeğenimle ilk defa konuşmanın verdiği heyecanla size haber vermeyi unuttum’ dedi utançla başını yere eğerek.
‘Neyse kızım önemli değil. Sen annenin yanına git. Ben Faruk la ilgilenirim. Zaten onunla konuşacaklarım vardı’ dedi Büşra’yı teselli etmek için.
‘Tamam, efendim izninizle ben annemin yanına gideyim’
Büşra, doktorla konuştuktan sonra annesinin yanına giderken o sırada Nurcan, Faruk’un kendine geldiğini ve sakat kaldığını Sinan Bey’e haber veriyordu. Bu haber Sinan Bey’i mutlu etmişti. Çünkü kendisinin ona yapacağı şeyi bir başkası yapmış ve Süreyya Hanım’ın üzülmesine sebep olmuştu. Bu da onun istediği bir şeydi.
Sinan Bey, tam zamanı deyip gizli numaradan Süreyya Hanım’a mesaj attı. Mesajda, ‘Süreyya, senden istediğim şeyi almama az kaldı. Ya kendi rızanla verirsin, ya da zorla alırım’ diye yazıyordu.
Atılan bu mesajı okuyan Süreyya Hanım, ‘Ya Sabır’ çekip mesajı sildi. Onun sinirli hali Faruk’un gözlerinden kaçmamıştı. Bu yüzden de annesine:
‘O kim anne. Yoksa bizi rahatsız eden adam mı?’
Annesi, Faruk’un huyunu bildiği için ‘Yok bir şey’ deyip geçiştirdi. Ardından annesini beklemeye başladı.