Dini Hikaye; “Tevafuklar”34. Bölüm
Hülya, atıldığı ahırın içine bakınca midesi bulandı. Her taraftan kan kokusu geliyordu. Ahırın kenarlarında işkence aletlerine benzer aletler vardı. Ayrıca ahırda yalnız değillerdi. Orada üç kişi daha vardı. Bunlarda işkence aletlerine bağlanmışlardı. Bir taraftan inliyorlar, bir taraftan da bizi kurtaran kimse yok mu diyorlardı.
Hülya, onları görünce o çok sevdiği, güvendiği, onun gibi olmak istediği babasının ne kadar gaddar ve zalim olduğunu anlayınca, onun gibi olmak istediği için kendi kendine kızdı. Üstelik annesine, kendisine ve dadısına bile acımamıştı. Babası bu kadar zalim olamazdı. Bu gerçek karşısında, kafasında yıllarca büyüttüğü baba figürü yerle bir oldu.
Hülya, babasına olan sevgisi gitmiş yerine nefret gelmişti. Ona olan nefreti o hale gelmişti ki, babası eline geçse bir kaşık suda boğabilirdi. Ahırda gördüğü adamlar kimdi. Elleri, ayakları bağlı olmasa gidip onlara sorabilirdi. Adamların iniltisi bir müddet sonra kesildi. Galiba kendilerinden geçmişlerdi. O, bunları düşünürken adamlar yavaş yavaş kendine geliyordu. İçlerinden biri kendine gelince konuşmaya başladı:
‘Ah Sinan denen alçak herif ah! Onca malın mülkün var, onlar yetmiyor birde bizim mal varlığımıza göz dikiyorsun’
Diğer adam da kendine gelerek konuşmaya başladı:
‘Benim kamyonumdan başka hiçbir şeyim yok. Onu da elimden aldın. Senin yüzünden ailemi geçindiremez hale geldim. Bu yüzden eşim çocuklarımı alarak beni terk etti. Bunlar yetmezmiş gibi şimdi de canımı almak istiyorsun’
İlk adam söze karışarak:
‘Bu yaptığın zulümler elbette cezasız kalmaz. Sende bir gün ettiğini bulursun. Hem de ummadığın yerden bulursun’ dedi sinirle ve huzursuzca.
Diğer üçüncü kişide bir zamanlar Sinan Bey’e avukatlık yapmış bir avukattı. Onun yaptıkları pislikleri görünce onun avukatlığını bırakmış, kendi işini kurmuştu. Fakat bu Sinan Bey’den kurtulmasına yetmemişti. Çünkü bütün yaptıklarını biliyordu. O, Sinan Bey için yok edilmesi gereken bir düşman haline gelmişti. O yüzden onun girdiği her davaya çomak sokmaya çalışıyor, elinden geldiği kadar onu mahvetmeye çalışıyordu. Bunlar yetmezmiş gibi ailesini de tehdit ediyordu. En sonunda bununla kalmayıp adamlarına yakalattı ve ahıra hapsetti. Ona ait olan belgeleri almak için günlerce aç susuz bıraktı. Buna rağmen avukat elindeki belgeleri vermiyor, ona karşı direniyordu.
Adamlar aralarında konuşurken ahırın kapısı açıldı ve Sinan Bey adamlarıyla beraber içeriye girdi. Kibirli adımlarla ilerleyerek adamların karşısına dikildi. Onlardan ilk konuşana şiddetli şekilde tokat atarak elindeki kâğıdı gösterdi. Ardından cebinden kalem çıkararak:
‘Haydi, şunu imzala da kurtul bu işkenceden’ dedi ve kahkaha ile güldü.
Diğer adam Sinan Bey’in yüzüne tükürerek:
‘Sen ne pislik adamsın. Bize yaptıkların yetmedi mi? Her şeyimizi elimizden aldın. Artık bizden ne istiyorsun’
Sinan Bey, yüzündeki tükürüğü mendiliyle sildikten sonra cebinden çakısını çıkartarak açtı. Adamın önünde sallamaya başladı. Bir müddet salladıktan sonra sallamayı bırakıp adama:
‘Senin dilin çok uzamış’ dedi ve bıçağıyla adamın bağırtısına aldırmadan dilinde bir çizik attı.
Gördüklerine daha fazla tahammül edemeyen Hülya, babasına bağırarak:
‘Baba, bu gaddarlığı neden yapıyorsun?’ dedi ve hüzünle ‘Seni yıllarca iyi bir baba ve şefkatli, merhametli biri diye kalbimde taşıdım. Meğerse tam tersiymiş. Gaddarın tekiymişsin. Senin gibi bir baba olmaz olsun’
Sinan Bey, Hülya’nın söyledikleri karşısında yüksek sesle gülerek:
‘Daha sen ne gördün ki. Eğer aklını başına toplamayıp fikirlerinden vazgeçmezsen, bunlardan daha beterini sana yaparım’
‘Asla baba, senin eziyetlerine katlanırım. Rabbimin yolundan ayrılmam’ dedi Hülya hiddetle.
‘Öyle mi? O zaman sana yaptıklarıma da katlanırsın’ dedi ve adamlarıyla beraber ahırdan çıktı. Beş on dakika sonra tek başına içeri girerek:
‘Demek fikirlerinden vazgeçmeyeceksin. O zaman şunu iyi anla. Sen benim evladım değilsin, bir başkasının çocuğusun.’ dedi ve sırıtarak Hülya’nın yüzüne baktı.
Hülya, duydukları karşısında şok olmuştu. Acaba ne demek istiyordu babası. Sen benim evladım değilsin, demekle neyi kastediyordu. Beynini kurcalayan bu sorular gözlerinin yaşarmasına sebep olmuş. Gözyaşlarını tutamaz olmuştu.
Sinan Bey, Hülya’nın ağladığını görünce sırıtmayı bırakarak ona doğru geldi. Ardından karşısına oturarak:
‘Bakıyorum, söylediğim söz kafanı kurcalamaya başlamış’ dedi kahkahayla gülerek.
Babasının sözleri üzerine gözyaşları içerisinde ona:
‘Evet, baba. Ne demek istiyorsun. Ben senin kızın değil miyim?’
Sinan Bey, birden ciddileşerek:
‘Evet, sen benim kızım değilsin’ dedi sertçe bağırarak.
Öğrendiği gerçekle şok geçiren Hülya:
‘Peki, benim babam kim?’ deyiverdi üzüntüyle
‘Onu da anan olacak o…… sor’ dedi Sinan Bey, gülerek.
Pınar, kendisine yapılan saygısızlığa artık tahammül edemeyerek:
‘Bana, iftira atıyorsun. Söylediğin şeyler tamamen yalan. Onun babası çok iyi bir insandı’ deyince Sinan Bey:
‘Ne yani öyle değil misin? Öyle olmasaydın, mutlu evliliğini bırakıp benimle evlenir miydin?’ diye bir soru sordu.
‘Asla, benim en büyük hatam paraya tamah etmem. O para da yerin dibine batsın, bana zarardan başka hiçbir şey getirmedi. Seninle evlenmeden evvel az da olsa dinimi yaşıyordum. Senin yüzünden onları da terk ettim’
‘İyi o zaman. Buradan kurtulursan o çok sevdiğin dinini de yaşarasın’ dedi ve pis pis sırıtarak ahırdan ayrıldı.