Dini Hikaye; “Tevafuklar”43. Bölüm

Dini Hikaye

Dini Hikaye; “Tevafuklar”43. Bölüm

Hülya, yeni evlerinde iyice dinlendikten sonra annesi, halası, dadısı ve kuzeniyle, Faruk’un yattığı hastaneye gittiler. Hastane odasına girdiklerinde gördükleri manzara elem vericiydi. Faruk, yattığı yatağından aşağıya düşmüş anneanneme ne oldu diye bağırıyor, hiç kimse ona cevap vermiyordu. Süreyya Hanım, anne ne olur bırakma beni. Tam sana kavuşmuşken bırakma beni, diyordu. Büşra, anne, ablama kavuşmuşken, onunla beraber birlikte yaşamanın zevkini tadamadan niçin gidiyorsun, diyordu. Fatma, da köşeye çekilmiş gözyaşları içerisinde onları izliyordu.

Hülya ve ailesi gördükleri hüzün verici durum karşısında ne diyeceklerini bilemediler. Gerçi bu durum karşısında ne söylenebilirdi ki..

Hülya ve ailesi yavaşça odadan içeri girerek yerde yatan yaşlı kadının yanına vardılar. Onlarda yere eğilerek onların acısına katıldılar.

Fatma, bir süre köşede ağladıktan sonra Faruk’un yere düşüp çırpındığı görünce gözyaşlarını silip hemen onun yanına koştu. Onun kollarından tutarak usulca yatağına yatırdı.

Faruk, Fatma’ya onca yaptığı zulüm karşısında onun ona karşı tutumu karşısında mahcup oluyor, ne diyeceğini bilemiyordu. Fatma’nın gözlerini yere bakar şekilde gülümsemesi karşısında içinde fırtınaların koptuğunu hissetti. Şimdiye kadar hiçbir kıza karşı bu duyguları hissetmemişti. Acaba bu ne olabilirdi. Acaba bu duygular aşkın kıvılcımlarımıydı.

Fatma, kafasını yerden kaldırmadan Faruk’a:

‘Faruk Bey, iyi misiniz? Bir yerleriniz ağrımıyor ya?’

Faruk, Fatma’nın tutumu karşısında iyice mahcup duruma düştü. Fatma’ya ne söyleyeceğini bilemediği için kafasını yana çevirdi.

Onun kafasını yana çevirdiğini gören Fatma, acaba onu üzecek bir şey mi söyledim, diye düşünerek Faruk’un yanına oturarak:

‘Faruk Bey, sizi üzecek bir şey söyledim’ dedi onun kalbini kırdığını zannederek.

Faruk, başını çevirmeden:

‘Hayır, sana karşı çok mahcubum. Sana karşı yaptığım onca zulümlere karşı, sen bana hep iyiliklerle cevap verdin. O yüzden sana karşı çok mahcubum. Senin yüzüne bakacak halim olmadığı için başımı yana çevirdim’

Bunu söylerken kalbinde fırtınalar kopuyordu, ama bunu belli etmek istemiyordu. Çünkü karşısındaki kişinin kendisine karşı ne hissettiğini bilemiyordu. Bu yüzden de hislerini belli etmek çalışıyordu.

‘Faruk Bey, -bunları söylerken onunda kalbinde fırtınalar kopuyordu-  onlar gelip geçici şeyler. Önemli olan insanın hatasını anlayıp bir daha o hatalara düşmemek, dedi Fatma.

Faruk, Fatma’nın sözlerinden sonra başını ona doğru çevirerek:

‘Fatma, sen ne iyi insansın. Allah Teâlâ senden razı olsun. Benim sana karşı yaptığım onca zulme karşı, sen bana iyilikle davranıyorsun, dedi ona yaptığı kötülüklere kalbi dayanamayarak.

Fatma, Faruk’un kendisine doğru baktığını ve konuştuğunu görünce yüzü kızardı. Onun yüzünün kızarıklığını görmemesi için hiçbir şey demeden ayağa kalktı ve Süreyya Hanım’ın yanına gitti. O gidince Faruk, ‘Acaba, yaptıklarımdan dolayı benden nefret mi ediyor, yoksa başka birini seviyor da söylemek mi istemiyor’ gibi düşünceleri kafasında geçiriyor, kendi kendine kuruntular yaşıyordu.

Faruk, düşünceler içerisindeyken Süreyya Hanım, acısından yanına gelenleri göremiyor, annesinin üstüne düşmüş ağlıyordu. Hülya, onun omzuna dokununca hafifçe irkildi. Daha sonra kendine gelerek omzuna dokunanın kim olduğuna bakmak için geri döndü. Geri döner dönmez Hülya’yı karşısında görünce ayağa kalkarak:

‘Kızım, nerelerdesin? Uzun zamandır ortalıkta yoktun?’ dedi nerede olduğunu merak ederek.

Hülya, Süreyya Hanım’ın sorusu üzerine başından geçenleri anlatarak:

‘İşte böyle Süreyya Abla’ dedikten sonra ona ‘Siz niçin ağlıyorsunuz?’ dedi onun neden ağladığını anlamak için.

Süreyya Hanım, gözyaşlarını sildikten sonra ona:

‘Hatırlarsan eğer annemi bulduğumu söylemiştim?’ deyince Hülya:

‘Evet, söylemiştiniz?’ dedi ve başını yerde yatan yaşlı kadına bakarak ‘Yoksa yerde yatan anneniz mi?’ dedi merak içerisinde

‘Maalesef evet’ dedi teesür içerisinde ‘şimdi onu ebediyete uğurladık. Yerde yatan da annem oluyor’

‘Ya, demek öyle’ dedi ve başını yerden kaldırmadan ‘Başınız sağ olsun, Allah Teâlâ mekânı cennet olsun inşaallah’ dedi baş sağlığı vererek.

‘Kızım, dostlar sağ olsun’ dedi ve yanındakileri göstererek, ‘yanındakiler kim’ diye sordu.

Hülya, bu soru karşısında yanındakileri tanıştırmak için onları ayağa kaldırarak:

‘Sağ yanımdaki annem, onun sağındaki dadım. Sol yanımdaki halam, onun solundaki ise kuzenim’ dedi onunla beraber gelenleri tanıştırarak.

Hülya, Halasını tanıştırınca Süreyya Hanım ona bakarak:

‘Emine Hanım, sen ha! Demek, Hülya senin yeğenin’

‘Evet, öyle. Ama aslında o benim üvey yeğenim’ dedikten sonra ona  ‘Abim, Sinan Bey, Pınar’la evlendiğinde o hamileydi. Yani anlayacağın eski kocasından hamileydi’

Süreyya Hanım, Sinan’ın ismini duyunca:

‘O, Sinan dediğin adam, senin abin mi?’ dedi şaşkınlığını göstererek.

‘Evet, niye öyle şaşırdın. Hatta hatırladığım kadarıyla sana söylemiştim’ dedi Emine Hanım.

‘Haklısın, söylemiştin ama aradan uzun zaman geçince unuttum her şeyi’ dedi Pınar Hanım, onu tasdik ederek.

Faruk, orada neler oluyor dercesine sorunca Süreyya Hanım:

‘Yok, bir şey oğlum! Sana ne olduğunu sonra anlatırım. Şimdi anneannenin cenazesiyle uğraşmak zorundayız’

‘Tamam, anne, siz onunla ilgilenin. Nasılsa Fatma benim yanımda, o benimle ilgilenir’ dedi Faruk, ardından şefkatle Fatma’nın yüzüne baktı.

Fatma, Faruk’un sözleri karşısında yüzü kızararak başını yere eğdi ve:

‘Süreyya Hanım, siz cenazenizle ilgilenin. Ben, Faruk Bey’in yanında kalırım’ dedi ve yüzü kızara kızara Faruk’a baktı.

‘Tamam, kızım. Senin hakkını nasıl ödeyebilirim bilemiyorum’ dedi Fatma’dan memnun olduğunu göstererek.

Süreyya Hanım, Fatma’yla konuşup cenazeyle ilgilenirken Fatma’da Faruk’un yanında kalmıştı.

Fatma, Faruk’un yanında kalınca usulca onun yanına vardı. Onu uyurken buldu. O öyle güzel uyuyordu ki uyandıramaya kıyamadı. Kazadan beri öyle değişmişti ki adeta yüzüne nur gelmişti. Onu o şekilde gördükçe kalbi ona daha çok ısınıyordu. Ama bu olamazdı. Çünkü o zengindi, kendisi ise onların yanında çalışan bir hizmetçiydi. O yüzden de olamazdı. İşte bu yüzden üzgündü. İçi kan ağlamasına rağmen sabretmeli ona hislerini belli etmemeliydi. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde ‘Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek ölen şehittir’ buyurmaktadır. Bir başka hadis-i şerifinde ise ‘Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek, sabredenin günahlarını, Allahü teâlâ affedip Cennetine koyar’ buyurmaktadır. O yüzden aşkını gizlemeli, bir başkasına söylememeliydi.

Faruk, uyanınca karşısında Fatma’yı kendisine şefkatle baktığını görünce ona yaptıkları tekrar aklına geldi ve gözlerinden iki damla yaş düştü.

Fatma, Faruk’un ağladığını görünce:

‘Faruk Bey, niçin ağlıyorsunuz?’ dedi onun gözlerine bakmamaya dikkat ederek.

Faruk, Fatma’nın şefkati karşında daha çok duygulandı ve ona karşı duyguları daha çok arttı. Kalbi daha çok hızlandı. Bu duyguyla elini tutmak istedi, fakat bundan vazgeçti. Çünkü bu doğru olamazdı.

Faruk’un cevap vermediğini gören Fatma sorusunu tekrar sordu. Bu soru üzerine Faruk:

‘Fatma, sana yaptıklarıma karşı sen bana şefkatli davranıyorsun. İşte bu beni derinden etkiliyor. O yüzden huzursuz oluyorum’ dedi neden ağladığını göstererek.

‘Faruk Bey, bunlar gelip geçici şeyler. Önemli olan sizin iyileşmeniz. Hayırlısıyla iyileşin bunları tekrar konuşuruz’ dedi Fatma, onun üzülmemesi gerektiğini hissettirerek.

‘Fatma, ben ne diyeceğimi bilemiyorum. O kadar hata ve kusurum var ki bunları nasıl affettirebileceğimi bilemiyorum’ dedi Faruk, ona karşı suçluluk duygusuyla yaklaşarak.

‘Faruk Bey, Allah Teâlâ’dan umudunuzu kaybetmeyin. O çok büyük merhamet sahibidir. O’nun affı ve merhameti gazabını aşmıştır’ dedi Fatma, Allah Teâlâ’nın ne kadar merhametli olduğunu göstermek için.

‘Fatma, bunları biliyorum, ama…’ deyince Fatma:

‘Faruk Bey, ama diye bir şey yok. Allah Teâlâ Zümer Süresi’nin 53. Ayetinde:

‘Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah Teâlâ’nın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah Teâlâ bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir’

‘Faruk Bey, bu ayet, Allah Teâlâ’nın rahmet ve affının asla ümitsizliğe izin vermeyecek derecede geniş olduğunu en açık bir şekilde ortaya koyan ilahi müjde olarak değerlendirilir. Allah Teâlâ’nın iradesini sınırlayacak hiçbir güç bulunmadığı için O’nun bağışlama yetkisine belli şartlarla sahip olduğu gibi bir görüş de ileri sürülemez. Ayrıca tövbe, ibadetlerin en efdali, mükemmellik kapısının nurlu anahtarı, ilahi rızaya ulaşmanın en parlak ve latif yoludur. İslam’da insanın ilahi rızaya ulaşması, huzura kavuşması, kemale ermesi esastır. Kemalatı kazanmak, Allah Teâlâ’nın yüceliğini hakkıyla bilmektir. Cenab-ı Hakk’ın (c.c.) yüceliğini bildikten sonra tam bir kul olarak emirlerine itaat etme yolunun ilk kapısı tövbedir’

‘Faruk Bey, kul olarak günah işlememek, bilhassa bu asırda günahkâr olmamak çok zordur. Fakat Allah Teâlâ, müminlere en nurlu kapı olan tövbe kapısını açmıştır. Tövbe kapısından geçip tövbesinde samimi olmadan bu yolda bir sonraki makama ulaşmak mümkün değildir. Bu ümmetin ilk uğrağı, dini hakkında bilgi sahibi olup, itikadını Ehl-i sünnet ve’l cemaat’e göre düzeltip, aynı şekilde ibadet etmeye başladıktan sonra tövbe etmek olmalıdır. İnsanın bilgisi arttıkça kendi kusuruna da o kadar çok fark etmeye başlar. Kusuru olduğunun idrakiyle Allah Teâlâ’ya olan ihtiyacını anlar. Günahları, isyanı bırakıp O’na dönmenin en önemli kapısı tövbe kapısıdır ki bu da Hakk’a rücu etmek, yani Allah Teâlâ’ya dönmek demektir’

Faruk, Fatma’yı dinledikçe Allah Teâlâ’ya karşı olan kusurlarını daha iyi anlıyordu. Bu yüzden de içi pişmanlık ateşiyle yanıyordu. Bu pişmanlıkla tövbe ediyor, tövbe ettikçe de içi rahatlıyordu. Bu rahatlık o kadar fazlalaşıyordu ki, yürüyemediğini bildiği halde ayağa kalkıp yürümek istiyor ve Fatma’nın susmadan konuşmasını istiyordu. Bu yüzden de Fatma’ya:

‘Fatma, sen ne iyi insansın. Seni dinledikçe huzur buluyorum. O yüzden iyi ki seni tanımışım. İyi ki bizimle çalışıyorsun’ dedi Faruk, Fatma’yı tanıdığına memnun olduğunu gösterircesine.

‘Faruk Bey, öyle söylemeyin. Kimin iyi olup olmadığını biz bilemeyiz. Onu ancak Allah Teâlâ bilir’ dedi ve ne diyeceğini kafasında tasarladıktan sonra ‘Gönlü rahatlatan din ve ahlaktır. Helalin huzuru hiçbir şeye değişilmez. Harama bulaşmamanın kıymeti de son nefesten itibaren anlaşılır. Günlük hayatımızın, helal daire içinde yer alması, kendimizi, çevremizi ve toplumumuzu doğrudan etkiler. İnsanların helal ve harama dikkat etmesi, adalet duygusunun var oluşuna işarettir. Nitekim özellikle ticari konulardaki haramlar, insanların haklarını korumak içindir. Rızkımızı helalinden temin etmek için çalışmak farzdır. Bu niyetle yaptığımız işler ibadet yerine geçer. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur’

‘Kişinin kendi yediği ve ailesine yedirdiği her lokma sadakadır’ dedi Fatma, Faruk Bey’i iyice rahatlamasını sağlayarak.

Faruk, Fatma’yı dinledikten sonra içi iyice rahatlamış, hastalığını bir nebze de olsa unutmuştu. Bu yüzden Fatma’ya:

‘Allah Tela, senden razı olsun. Anlattıklarınla içim ferah buldu’ dedi duydukları karşısında

‘Âmin’ dedi Fatma, bir şeyler anlatmanın verdiği sevinçle.

Faruk, Fatma’nın son sözünden sonra ağzını açıp bir şeyler diyecekti ki, o sırada dekolte elbisesi ve mini eteğiyle Nurcan içeriye girdi.

Faruk, onu görür görmez içindeki huzur bir anda kayboluverdi. İçini öğle bir huzursuzluk kapladı ki bu huzursuzlukla kalkıp onu boğabilirdi. Bu yüzden hem içindeki kötü duyguları defetmek hem de onun mini etekli halini görmemek için kafasını yana çevirdi. Ardından Nurcan’a:

‘Seni burada görmek istemiyorum. O yüzden çabuk çık buradan. Yoksa elimden bir kaza çıkacak’ dediği anda karaciğerinde şiddetli bir ağrı hissetti. Bu ağrıyı Fatma’ya hissettirmek istemese de yüzü her şeyi gösteriyordu.

Fatma, Faruk’un yüzünün sarardığını, kendisine tuhaf şekilde baktığını görünce endişelendi. Bu yüzden de Nurcan’ı kolundan tutup dışarıya attı. Ardından bir daha Faruk Bey’in odasına girmemesi için ikaz etti. Bu ikazından sonra Nurcan pis pis gülerek:

‘Ne yaparsan yap, o benim olacak’ dedikten sonra dişlerini gıcırdatarak ‘Onun kafasını geçmişte kalmış şeylerle doldurup huzurunu kaçırıyorsun. Ondan sonra da bana öyle davranıyor. Eğer öyle davranmaya devam edersen benden çekeceğin var, bunu bilesin’ diyerek tehditvari söz söyledi. Ardından yüzünü ekşitip geri döndü ve hastaneden ayrıldı. Onun ayrılmasından sonra Fatma ‘Allah’ım sen bütün her şeyi gören ve bilensin’ dedi ve doğruca Dr. Mustafa Bey’in yanına giderek Faruk’un durumunu anlattı.

Dr. Mustafa, olanları dinleyince yerinden fırladığı gibi kalktı ve:

‘Ben de bundan korkuyordum’ dedi ve hızlıca odadan çıktı. O odadan çıkınca Fatma, bir müddet şaşkın şaşkın arkasından baktıktan sonra o da peşinde Faruk’un yanına gitti.

Dr. Mustafa Faruk’un yanına varınca:

‘Faruk Bey, kendinizi nasıl hissediyorsunuz’ deyince Faruk:

‘Dr. Bey, karaciğerime doğru büyük bir acı hissediyorum. Bu acı dayanılacak gibi değil’

Dr. Mustafa, olanları duyunca hemen hemşirelere haber verip Faruk’u ultrasona ve tomografiye aldılar. Ardından emar çekildikten sonra anlaşıldı ki karaciğeri tamamen çökmüş durumda. Eğer karaciğeri değişmezse hasta diyalize bağlanmak zorunda kalacak.

Fatma, duydukları karşısında adeta şoke oldu. Ağlamakla gülmek arasında bir hal aldı. Ne diyeceğini bilemedi. Konuşmak istiyor, fakat konuşması boğazında takılıp kalıyor oradan yukarıya çıkamıyordu. Süreyya Hanım’a ne diyecekti. O, şimdi oğlunun durumunu duysa üzüntü üstüne üzüntü yaşayacaktı. Zaten cenazeyle ilgileniyorlardı. O yüzden onu bırakıp oğluyla ilgilenemezdi.

Fatma, yüzü düşmüş ağlamaklı bir ifadeyle Faruk’un yanına vardı. O sırada Dr. Mustafa olanları Faruk’a anlatıyor, o da büyük bir sükûnet ve sabırla doktoru dinliyordu.

Dr. Mustafa’yı dinlen Faruk, acısını belli etmeden ona:

‘Dr. Bey, hiç düzelme şansım var mı?’ dedi doktorun ağzından çıkacak bir kelimeye beklercesine.

Dr. Mustafa, onu teselli etmek için elini dostça sıkarak:

‘Allah Teâlâ’dan ümit kesilmez evlat. Bir bakarsın hiç beklemediğin bir yerden sana ümit ışığı doğar. Sende bu durumda şaşar kalırsın’

‘Dr. Bey, elbette Allah Teâlâ’dan ümit kesilmez. Başıma gelen bu kazadan sonra onu iyice öğrendim. O yüzden metanetliyim ve şifa bulmam için O’na dua edeceğim’ dedi Faruk, Allah Teâlâ’nın merhametine sığınarak.

‘Evlat, bu hasta halinle bile olsa namazını bırakma ve namazın peşine dua et’ dedi hastasını teselli etmek için.

‘Evet, doktor bey, zaten Allah Teâlâ, sabır ve namazla dua edin buyurmaktadır. Bende o yüzden elimden geldi kadar namaz kılıp dua edeceğim. Belki bunun sebebine Allah Teâlâ, ummadığım yerden şifa gönderir’ dedi Faruk Şifaya kavuşacağına umarak.

Fatma, Faruk ile doktorun aralarındaki konuşmaları duyduktan sonra yüzü güldü. Bu ferahla beraber odadan dışarı çıkarak lavaboya gitti. Elini yüzünü yıkadıktan sonra geri dönünce kapının önünde genç bir adamın içeri girip girmeme konusunda tereddüt ettiğini gördü.

Onun tereddüt ettiğini gören Fatma, yanına vararak:

‘Beyefendi, kime bakmıştınız?’ dedi tanımadığı adamın kim olduğunu öğrenmek için.

Genç adam, kendisine seslenildiğini duyunca bir anda korkarak geri düştü.

Fatma, korkudan yere düşen adamı görünce gülmesi tutsa da gülmesini tutarak ona doğru yönelerek:

‘Affedersiniz sizi korkutmak istemezdim’ dedi üzülerek.

Genç adam, düştüğü yerden kalkarak üzerini düzelti. Ardından Fatma’ya bakmadan ona:

‘Önemli değil. Bir an için boş bulunduğumdan korktum’ dedi genç adam.

Fatma, genç adamın konuşmasından onu tanıyarak:

‘Siz Büşra Hemşire’nin nişanlısı Koray değil misiniz? Hem de ayrıca bildiğim kadarıyla Faruk Bey’in arkadaşısınız’ dedi Fatma, nazikçe.

Genç adam, başını sallayarak:

‘Evet, ben oyum’ deyince Fatma:

‘Özür dilerim. Başta sizi tanıyamadım’

Koray, başını kaldırmadan gülümseyerek:

‘Siz de Süreyya Teyze’nin yanında çalışan Fatma olmalısınız’ dedi

‘Evet, ben de oyum’ dedi Fatma, Koray’a bakmadan. Daha sonra onun neden geldiğini merak ederek:

‘Koray Bey, neden burada olduğunuzu öğrenebilir miyim?’ diye sordu.

Bu soru karşısında Koray, üzgün bir ifade ile:

‘Ona karşı çok mahcubum. Benim ve abimin yüzünden bu kaza meydana geldi. İçeri girip kendisinden af dileyecektim, ama girip girmeme de kararsız kaldım’ dedi mahcup bir ifadeyle.

‘Koray Bey, sizin bütün yaptıklarınıza karşı pişman olduğunuzu bugüne kadar hep duydum. Şimdi ise canlı bir şekilde şahit oluyorum. Onunda sizi affedeceğine eminim. O yüzden tedirgin olmadan içeriye girin ve ondan özür dileyin’ dedi onun içeriye girmesi için teşvik ederek.

Koray, Fatma’nın sözlerinden sonra rahatlayarak ona:

‘Fatma Hanım, size çok teşekkür ederim. Üzerimdeki bu tedirginliği giderdiğiniz için. Umarım, dediğiniz gibi Faruk, beni affeder’ dedi affedilmeyi umarak.

Koray, konuşmasını bitirdikten sonra odanın kapısını açıp içeriye girince inceden inceye inilti duydu. Gelen iniltilerin ne olduğunu bulmak için ileriye doğru hareket edince Faruk’un inleyerek ‘Allah’ım! Beni affet. Sana karşı çok günahkârım. Bütün işlemiş olduğum günahlara rağmen biliyorum ki Sen çok affedicisin, merhamet sahibisin. Ya Rabbi! Bütün günahlarımı itiraf ederek sana sığınıyorum, ne olur affet. Ya Rabbi! Sen Şafii sin, şifayı verensin. Ne olur benim bu karaciğerime şifa ver. Ya Rabbi! Belimden aşağısı tutmuyor, ne olur ona da şifa ver. Ya Rabbi! Sana söz veriyorum, elimden geldiği kadar sana olan kulluk görevlerimi yerine getireceğim’

Koray, Faruk’un ağzından duyduğu pişmanlık sözleri ve duası karşında gözyaşlarını tutamadı. Onun yaptıkları duaya içinden âmin diyerek dışarıya çıktı. Dışarıya çıktıktan sonra gözyaşlarını silerek:

‘Fatma Hanım, söyler misiniz Faruk’un karaciğerine ne oldu?’ dedi üzüntüyle Faruk’a doğru bakarak.

‘Koray Bey, Faruk Bey’in karaciğeri çökmüş durumda. Eğer uygun bir karaciğer bulunamazsa diyalize bağlanacak. Tabi o da ne kadar idare ederse’ dedi üzgün bir ifade ile.

Koray, karaciğer nakli yapılması gerektiğini duyunca yaptıklarından dolayı içi burkuldu. Kendisi ve kardeşi yüzünden Faruk acılar içinde kıvranıyordu. Onun kurtulması için bir şeyler yapmalıydı, hem de hemen.

Düşündü, düşündü, düşündü. En sonunda bir karar verdi. Verdiği bu karar belki kendisine zarar verebilirdi, ama bu umurunda değildi. Çünkü içeride acılar içinde yatan hasta kendisi ve abisi yüzünden olmuştu. O yüzden başına geleceklere hazırdı.

Koray’ın uzun süre düşündüğünü göre Fatma ona:

‘Koray Bey, ne düşünüyorsunuz?’ diye sorunca Fatma:

‘Fatma Hanım, kafamda içerideki hastayı iyileştirecek bazı düşünceler var’ dedi yüzü gülerek.

‘Nedir o düşünceler?’ dedi Fatma Koray’ın ne düşündüğünü öğrenmek için.

‘Onu babamın yanına gittikten sonra söyleyebilirim’ dedi babasının odasına gitmeye niyetlenerek.

Kora, kafasındaki düşünceleri babasına aktarmak için Fatma’nın yanından ayrıldı. O gidince Fatma, Koray’ın düşüncelerinin ne olabileceği konusundan kafasında düşünceler geçirdi. Bu düşünceler sonunda bir şey çıkaramayınca o da Koray’ın arkasından Dr. Mustafa Bey’in yanına gitti. İkisi birlikte içerideki hastaların çıkmasını bekledikten sonra Dr. Mustafa Bey’in odasına girdiler.

Dr. Mustafa Koray’la Fatma’yı görünce:

‘Siz, ikinizi birden buraya hangi rüzgâr attı’ dedi onların neden geldiğini merak ederek.

Koray, söze karışarak:

‘Baba’ dedi birkaç saniye bekledikten sonra ona, ‘eğer izin verirseniz Faruk’a karaciğerimden parça vermek isterim’

Dr. Mustafa, bu istek karşısında şaşırsa da oğlunun isteği karşısında gurur duydu, ama yinede bu ona zarar verebilirdi. Bu yüzden ona karşı çıktı. Fatma’da duyduğu söz yüzünden ne yapacağını şaşırmış bir babasına bir Koray’a bakıyordu.

Koray, babasının karşı çıkması üzerine gözlerinden yaş gelerek:

‘Baba, içeride yatan hasta bizim yüzümüzden o durumda. Eğer ona bir şey olursa kendimi asla affedemem. Böylesi durumda hem üzülürsün hem de Süreyya Hanım. Şimdi söyle baba, böyle bir şeyin olmasını ister misin?’ dedi babasını ikna edebilmek için.

‘Hayır, tabii ki’ dedi babası oğlunun sözlerinden korkarak.

‘Eee öyle ise neden izin vermiyorsun?’ dedi Koray, babasının sözleri üzerinde.

‘Kanlarınız birbirine uyuşmayabilir, hatta bu durumdan zarar da görebilirsin’ dedi bir gerçeği açıklayarak.

‘Baba, ben her durumu göze alarak senin yanına geldim’ dedi Koray, her sıkıntıya katlanacağını göstererek.

‘Oğlum, biliyorsun bu hastanenin hemen karşısındaki camide cemaate namaz kıldırıyorsun. Ayrıca ezan okuyorsun. Senin okuduğun ezanla hepimiz mest oluyoruz’ dedi oğluna neden karşı çıktığını belirterek.

‘Biliyorum, baba’ dedi Koray ‘İmam hatip mezunu olduğum ve kuran hafızı olduğum halde nefsime uyup yıllarca içki içtim. Üstelik başkasını da bu günaha bulaştırdım. Yüce Mevlam affetsin beni. Baba bu hastanede yatan Faruk da bizim yüzümüzden o halde’ dedi üzgün ve ağlamaklı bir ifadeyle.

Dr. Mustafa, oğlundan o sözleri duyunca kalbi yumuşadı. Oturduğu koltuktan ayağa kalkarak yavaş adımlarla yürüdü. Gözleri kızarmış bir şekilde bakan oğluna şefkatle baktı. Daha sonra onun gözyaşlarını mendiliyle sildi. Ona ‘aslan oğlum’ diyerek eliyle omzuna hafifçe dokunarak:

‘Peki, evlat Allah Teâlâ yolunu açık eylesin. Umarım kanlarınız uyuşur ve Faruk iyileşir’ dedi sonunda yumuşayarak.

‘Umarım baba…’ dedi Koray, babasının izin vermesine sevirek.

Yazan – Murat Canpolat

HİKAYENİN BÜTÜN BÖLÜMLERİ 
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62

Exit mobile version