Macera HikayeleriMurat Canpolat

Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXXI. Bölüm

Gizemli Yolculuk

Huzur Mustafa, akşama kadar her tarafı aramasına rağmen bir türlü oğlunun nereye gittiğini bulamadı. Onu bulamayınca çıldıracak gibi oldu ve bütün köy halkına, oğlunun kaybolduğunu, onu bir türlü bulamadığını haber vererek, onu bulmaları için ricada bulundu. Bütün köyün halkı, bu haber üzerine Huzur Mustafa’ya karşı olan saygılarından dolayı bütün işlerini bırakarak, Sercan’ı aramak için dağ taş, ova, ormanlık alanlar dâhil her tarafı aradılar. Köyün bütün halkı onca çabalarına rağmen, onu bir türlü bulamıyor şaşırıp kalıyorlardı. Köyün halkı işlerini güçlerini bırakıp Sercan’ı aramaya durduklarından işler yarım kalmış, köyde her şey birbirine girmişti. Köylüler, Huzur Mustafa’yı sevmelerine rağmen işleri yarım kaldığı için, içlerinden bir kişiyi onun yanına göndererek:

– Beyim, sizin oğlunuzu aramaya durduğumuzdan, köyün bütün işleri yarım kaldı. Bu yüzden oğlunuzu aramayı bırakıp, yarım kalan işlerimize geri dönmek istiyoruz.

Huzur Mustafa, adamı dinleyip içi kan ağlayarak ona:

– Bizim yüzümüzden kimsenin işlerinin yarım kalmasını istemem. Onun için oğlumu aramayı bırakıp, yarım kalan işlerinize geri dönebilirsiniz.

Evlat acısı ne kadar zor bir şeymiş. Demek ki, insan başına gelmedikçe bir şeyin değerini anlayamıyor. Huzur Mustafa, oğlunun bulunamaması üzerine bunları düşünüyor, içten içe ağlıyordu. Oğlu kaybolduktan sonra oldukça dalgınlaşmış, işi gücü bırakmış tamamen bitkin bir duruma gelmişti. Evde hanımı, kendisinden daha beter hale gelmiş, ağlaması, sızlaması komşularını rahatsız eder hale gelmişti.  Evin halkından sadece Adil Bey metanetliydi ve hiçbir zaman umudunu kaybetmemişti. Sadece o, oğlunu ve gelinini sakinleştirebiliyor, onlara ümit veriyordu.

Huzur Mustafa, evladını kaybedip bütün işleri aksatmasından sonra, işlerin aksamaması için Sedat Bey ve Hasan, kendilerine kucak açan Huzur Mustafa’ya karşı, yaptığı iyiliğin karşılığın vermek için işleri devralmış ve yürütmeye başlamışlardı. Bu ikili, buğdayları samandan bir hafta içerisinde ayırarak, bir nebzede olsa gördükleri iyiliğe karşılık vermenin sevinciyle harmanda oturup, neşe içerisinde konuştular. Ardından Sercan’ın bulunması umuduyla ayağa kalkarak, işlerin tamamlandığını haber vermek için harman yerini terk ettiler.

Köyün halkı, Sercan’ı aramayı bırakıp işlerine dönmüşlerdi ama, akılları halen Sercan’daydı. Acaba hiçbir iz bırakmadan nereye gitmişti, gittiyse neden habersiz giderek ailesini üzgün bir şekilde bıraktı.  Bunları düşünerek bir yandan ona kızıyor, bir yandan da onun bulunmasını umuyorlardı. Bütün umutlarına rağmen Sercan bir türlü bulunamadı. Arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolup gitti. Köylüler, Sercan’ın bulunamaması üzerine, onun geri geleceğine dair hiç umutları yokken Huzur Mustafa, oğlunun bir gün geri döneceğine dair umudunu kaybetmemiş, hep içinde onu geri geleceğini ve boynuna sarılıp ‘Baba sizi çok özledim’ diyeceğini umuyor, sabahtan akşama kadar kapının önünde onun geri gelmesini bekliyordu. Evlat sevgisi, bütün benliğini o kadar fazla kaplamıştı ki, gözü ondan başkasını görmüyor sürekli onu sayıklıyordu. Adil Bey, bütün metanetini koruyarak oğluna nasihat veriyordu ama söylediği nasihatler adeta, Huzur Mustafa’nın bir kulağından giriyor bir kulağından çıkıyordu.  Hasan, ona baktıkça aklına ölen çocukları geliyor, Sercan bulunamadığı için o da kendi kendini yiyip bitiriyordu.

Aradan uzun bir zaman geçip kış yaklaşınca, topladıkları buğdayları öğütüp un yapma ihtiyacı duydular. Bu maksatla buğdayları ayrı ayrı çuvallara doldurarak değirmene doğru yola çıktılar. Buğdayları doldurdukları çuvalların hepsi aynı olmasına rağmen, sadece bir çuvalın ağırlığı oldukça fazlaydı. Öyle ki bu çuvalı üç dört kişi ancak yerinden kaldırabiliyordu. Zorla da olsa, ağır olan bu çuvalla beraber, diğer çuvalları değirmene getirmeyi başardılar.  Değirmene vardıkları zaman ilk önce hafif olan çuvalları değirmenciye vererek öğüttüler. Sıra ağır olan çuvalı alıp değirmenciye verince, değirmenci bu çuvalın ağırlığı karşısında şaşırarak onlara:

–  Yahu! Bu çuvalın içine ne koydunuz ki, bu kadar çok ağır, demekten kendini alamadı.

Değirmenci, söylediği sözden sonra daha önce yaşadığı tecrübelerden dolayı şüphelenerek ağır olan çuvalı öğütmek istemedi. Huzur Mustafa ve arkadaşları adeta yalvarırcasına konuşmalarından sonra merhamete gelerek onlardan çuvalı boş bir yere boşaltmalarını söyledi. Huzur Mustafa, değirmencinin çuvalı boş bir yere boşalt demesi üzerine, sevinç içerisinde ağır çuvalı arkadaşlarının yardımıyla kaldırarak, değirmencinin işaret ettiği yerde boşalttılar. Bütün çuval boşanınca, hepsinin birden ağzı açıkta kalıp korkarak geri çekildiler. Korkmalarına sebep olan, çuvalın içinde kocaman büyük bir yılan çıkmasıydı. Bu yılan o kadar büyüktü ki, ağzını açmasıyla bir insanı rahatlıkla yutabilirdi. Huzur Mustafa ve arkadaşları, yılana dikkatli bir şekilde bakınca bu yılanın, cevizin üstündeyken kendilerine saldıran yılan olduğunu görüp yürekleri bir kat daha fazla atmaya başladı. Huzur Mustafa, korku içerisinde yerinden bile kıpırdayamazken, değirmenci yılanı görünce hemen koşarak tüfeğini aldı, içine domuz mermisi yerleştirdikten sonra yılana iki  el ateş etti. Yılan, mermiyi yiyince, yerinde bir iki bu defa debelendikten sonra oracıkta can verdi.

Değirmenci, yılanı öldürmesine rağmen korkudan yanına yaklaşamıyor, öfke ve hiddetten yılanı değirmene getiren müşterilerine bağırıp çağırıyordu. Korkusu ve öfkesi geçince onlara:

–  Sizin çuvalınızın içinde bu yılanın ne işi var?

Huzur Mustafa, korkulu gözlerle yılanı izleyerek değirmenciye:

– Bu yılanı daha önce görmüştüm, diyerek horozun üstündeki ceviz ağacını ve onun üstünde oluşan tarlayı ve oradan olan her şeyi teker teker anlattı.

Değirmenci, Huzur Mustafa’nın anlattıklarını ağzı açık dinlemiş hayretler içerisinde kalmıştı. Onlar aralarında konuşurlarken Sedat Bey, yılandan gözünü hiç ayırmamış, korku içerisinde sürekli ona bakmıştı. Korkusu geçince değirmenciye dönerek:

–  Bunu, bir an evvel buradan çıkarmamız gerekiyor, dedikten sonra yılana yanaştı, önce onun ölüp ölmediğini kontrol etmek için, bir sopa yardımıyla ona dokundu. Dokundukları halde yılandan ses seda çıkmayınca onun öldüğünü anladı. Yılanın öldüğünü görünce derin bir ‘oh’ çekerek arkadaşlarına, korkulacak bir durum olmadığını işaret ederek gelmelerini söyledi. Arkadaşları ve değirmenci gelince, yılanı hep beraber yerinden kaldırarak dışarıya çıkardılar. Dışarıya çıkarınca, yılanın karnı şişkin olduğu gördüler.  Onun karnında ne olduğuna bakmak için karnını yardılar. Karnının içinde öküz büyüklüğünde buğday tanesi ve yılanın yumurtaları çıktı. Yılanın yumurtalarını bir kenara iterek bir bıçak yardımıyla buğday tanesini ortadan ikiye ayırdılar. Ayırdıkları buğdayın içinde herkesi şaşırtan ve Huzur Mustafa’yı sevince boğan bir sürprizle karşılaştılar. Bu sürpriz hiçbirinin aklına gelmeyen bir sürprizdi. Herkesi şaşkına çeviren sürpriz Sercan’dı ve buğdayın içinde mışıl mışıl uyuyordu. O huzur içerisinde uyurken, öküzler önlerindeki otları yiyor, bir güzel karınlarını doyuruyorlardı.

Huzur Mustafa, Sercan’ı görünce sevinçle öyle bir çığlık attı ki, o sıra uyumakta olan Sercan korku içerisinde uykusundan uyanarak, ani bir şekilde ayağa kalkmak zorunda kaldı ve onlara neler oluyor dercesine yüzlerine baktı. O şaşkınlık içerisinde babasına ve babasının arkadaşlarına bakarken Huzur Mustafa, ani bir refleksle Sercan’ın boynuna sarılarak ‘oğlum’ deyip ağlamaya başladı. Ağlaması geçince ona, heyecan içerisinde buğdayın içerisine nasıl girdiğini sordu. Sercan, babasına ilk önce sakinleşmesini sağladıktan sonra kendisine:

–  Bu buğdayın içine nasıl girdiğimi bilemiyorum. Fakat tek hatırladığım şey, öldürmüş olduğunuz bu yılanın üzerime doğru gelip bana saldırmasıydı. Ondan sonrasını pek hatırlamıyorum, dedi ve susarak düşünmeye başladı. Az sonra şimdi hatırladım, dedi ve şöyle devam etti.

– Bu yılan üzerime saldırdığı zaman, korkudan ne yapacağımı şaşırdım ve ellerim ayaklarım birbirlerine dolandı. Hayatımda, bu kadar büyük yılanla ilk kez karşılaştığım için, ona karşı nasıl hamle yapacağımı bilemiyordum. Yılan, bana iyice yaklaşıp kocaman ağzını açtığı zaman, dedeme benzer yaşlı bir adam karşıma çıktı ve yılanı kovdu. Yılan gidince, bana dönerek:

– Evladım, senin yaşlılara karşı olan merhametin, benim buraya gelmeme sebep oldu, dedi ve içine girdiğim bu buğdayı gösterdi. Daha sonra bana, yılanın tekrar geri gelme ihtimaline karşı bu buğdayın içine girmemi söyledi. Yaşlı adamın, sözünden sonra buğdayın içine nasıl gireceğimi düşünürken, buğday ikiye ayrıldı. Buğday tanesi ikiye ayrılınca ortasında güzel bir bahçe çıktı. Buğdayın ikiye ayrılıp, ortasında çıkan bahçe o kadar güzeldi ki, ona baktıkça içimi neşe kaplıyor, bir an evvel oraya varmak istiyordum. Bahçenin bu güzelliğine daha fazla dayanamayıp, öküzleri de alarak bahçeye girdim. Ben, bahçeye girdikten hemen sonra yaşlı adam da bahçeye girdi. Onun bahçeye girmesinden sonra buğday tanesi yavaş yavaş kapandı. Ondan sonra yaşlı adam bana:

–  Bu bahçeden hiçbir yere ayrılmayın. Zamanı gelince buğday tanesi açılacak ve buradan çıkacaksınız, dedi ve ortadan kayboldu. Buğdayın içindeki bahçeyi, bu bahçenin içerisine girmemizi hayretle düşünürken, o yaşlı adam tekrar ortaya çıkarak bu seferde bana ‘Gördüğünüz bu bahçeden başka bir yere ayrılmayın. Olur ki unutur bu bahçeden ayrılırsanız bir daha geri dönemezsiniz’, dedi ve tekrar ortadan kayboldu. Onun ortadan kaybolmasından sonra bahçenin içerisinde, fazla uzaklaşmadan gezindik durduk. Uykum geldiği zaman uyudum, acıktığım zaman bahçenin içerisindeki meyvelerden yedim ve neşe içerisinde buğday tanesinin açılmasını bekledim. Öküzler bile, bahçenin içerisindeki otlaklardan otlayarak neşeleniyor, sevindiklerini belli edercesine kafalarını sallayıp bağırıyorlardı.

Huzur Mustafa, oğlunu bulunca neşe içerisinde evine doğru koşarak oğlunu bulduğunu bütün ev halkına ve köylülere haber vererek, Sercan’ı nerede bulduğunu anlattı. Bu haber üzerine bütün köyün halkı, Sercan’ı karşılamak ve olanları bir de onun ağzından dinlemek için yollara düştüler. Köylüler yola çıktıkları sıra Sercan ve Huzur Mustafa’nın misafirleri, öğüttükleri buğdaylarla geliyor, neşe içerisinde söyleşip gülüşüyorlardı. Köylüler bunları karşılayınca hep bir ağızdan Sercan’a başından geçenleri anlatması için rica ettiler. Sercan bu rica üzerine başından geçenleri, bütün detaylarıyla birlikte anlattı.

Yazar: Murat CANPOLAT

Hikayenin I. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin II. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin III. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin V. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin X. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXI Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXIII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

 

 

Önceki sayfa 1 2

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu