Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XVI.Bölüm
Hikaye Oku; Hasan, genç adamı dinledikten sonra onunla vedalaşarak yola koyuldu. Yürüye yürüye, genç adamın tarif ettiği ormana kadar geldi. Ormana geldiği zaman, orman tam da genç adamın tarif ettiği gibiydi ve her şey garipti. Bu orman bilinenin aksine ağaçların kökleri toprağın dışında, dalları ise yere doğruydu. Ormandaki kuşlar bile ters uçuyor gibiydiler. Hem akşam olduğu için hem de çok susadığı için, kendisinde, ormandan içeriye girmek zorunluluğu hissetti ve dikkatli bir şekilde ormana adımını attı. Hasan ormanda dikkatli bir şekilde ilerlerlerken, aniden karşısına bir ceylan çıktı ve o ceylan gözlerinin içine adeta yalvarırcasına baktı. Karşısına aniden çıkan ceylan, bilinen ceylanların aksine dört gözlü, dört kulaklı ve iki kuyrukluydu. Hasan, ona hayretler içerisinde bakarken ceylan dile geldi ve gözyaşları içerisinde:
– Ne olur kurtarın bizi? Dedi ve hızlı adımlarla koşarak ortadan kayboldu. Ardından karşısına kocaman bir aslan çıktı ve hırlamalı bir şekilde:
– Hey! İnsanoğlu, ne işin var buralarda. Ne istiyorsun bizden:
Hasan, daha ceylanın görüntüsünün ve onun dile gelerek konuşmasının şaşkınlığını üzerinden atamadan aslanı da görünce çok korktu ve ne yapacağını bilemeden geriye çekildi. Korkar bir şekilde:
– Ama ama, siz nasıl konuşuyorsunuz.
Aslan, önce kuvvetli bir şekilde kükredi ve bağırarak:
– Ey! İnsanoğlu, bizim nasıl konuştuğumuzu bırak da, sen niçin geldin buralara onu söyle. Yoksa sende bize tuzak kurup esir almaya mı geldin?
Aslanın, sert bir şekilde konuşması Hasan’ı iyice korkutmuş ne yapacağını, ne diyeceğini bilemez olmuş ve korkudan buraya niçin geldiğini bile unutmuştu.
Aslan, Hasan’ın korktuğunu görünce, ona:
– Eğer, buraya bize tuzak kurup, yakalamak için gelmediysen, sakın korkma, yok eğer bizi esir almaya geldiysen, bizden çekeceğin var, demesi üzerine Hasan, biraz cesaret alarak:
– Hayır hayır, düşündüğünüz gibi değil, ben buraya üzeri demir tellerle çevrili olan dereyi takip ede ede geldim ve bu derenin zehirli bir şekilde akmasına sebep olan neyse, onu bulup yok etmek için yola çıktım.
– Mademki ormanımızın ortasından geçen zehirli derenin neden zehirli aktığını bulmaya geldin, öyleyse benimle gel.
Aslan, ormanın içinde yürürken, Hasan hem aslanın peşine gidiyor hem de etrafa göz atıyordu. Çok garip bir ormandı burası, her şey tersineydi. Kuşlar baş aşağı uçuyor, sular aşağıdan yukarıya doğru akıyordu. Hayvanları bile garipti, ceylanlar, kurtlar vs. her türlü hayvanın dört gözü, dört kulağı vardı. Tavşanların başında geyik boynuzu gibi boynuz vardı. Geyiklerin ise tavşankulağı gibi kulakları vardı. Bazı hayvanların tek bacağı vardı, kuyrukları ise ön taraflarında idi. Sadece önünde yürüyen aslan, normal aslanlara benziyordu. Dev yapraklı ormanın içinde giderlerken biraz ileride önlerine doğru koskocaman çukur bir alan çıktı. O çukurun ne olduğuna bakmak için o tarafa yöneldiği sırada aslan birden önüne atladı ve kükreyerek:
– Sakın o çukurun oraya gitme, deyince Hasan geri çekilerek:
– Ama neden, orada ne var ki?
Aslan derin bir iç çekerek:
– Her şeyi sana anlatacağım, yalnız şu ormandan bir an evvel çıkalım.
Hasanla, aslan çukur alanı geçip, ormanın içerisinde ilerlerken önlerine taşları yeşil renkte ve her tarafında delikler olan bir duvar çıktı. Aslan birden korkup geri çekilerek yönünü değiştirdi. Yönünü değiştirmesinin ardından o duvarın deliklerinin her birinden, ağızlarından ateş saçan yılanlar çıktı ve ortadan kayboldular. Aslan duvardan korkup yönünü değiştirerek ilerlediği sırada, yerde tuzaklanmış olan bir kapanı göremeyerek ayağını ona kaptırdı ve acı acı inlemeye başladı. Aslanın kapana düşerek inlediğini gören Hasan, hızlı adımlarla ilerleyerek aslanın kapana ayağını kaptırdığı yere geldi ve zorlayarak aslanı o kapandan kurtardı.
Aslan tuzaktan kurtulmasına kurtulmuştu; ama ayağı yaralıydı ve yürümekte güçlük çekiyordu. Bu yüzden de, yaralı olduğu için yavaş gidiyor ve kendi kendine ‘akşam olmadan, o ses duymadan şu ormandan bir çıkabilsek’ diyor, sürekli bu sözü tekrarlıyordu. Onca çabasına rağmen, yürümekte güçlük çektiğini ve daha fazla yürüyemeyeceğini anlayınca, Hasan’a dönerek:
– Artık, daha fazla yürüyemeyeceğim, onun için şu ağacın dibinde biraz dinlenelim, dedikten sonra tarif ettiği ağaca giderek dibine oturup dinlenmeye başladı.
Hasan, aslanın yaralı ve üzgün haline acımıştı. Bu yüzden de onun derdine çare bulabilmek için kafa yoruyor, sağa sola gidip geliyordu. Onca çabasına rağmen, onun derdine çare olacak bir çözüm bulamakta zorlanınca üzülüyor ve aslana dönüp baktıkça bu üzüntüsü giderek artıyordu. Bütün olumsuzluklara rağmen yinede kendi kendine aslanın derdine bir çare bulmaya söz verdi ve o anda içindeki sıkıntının bir anda gittiğini hissetti. İçindeki sıkıntının gitmesinin ardından aslanın yanına döndü.
Akşama kadar bir ağacın dibinde beklediler. Akşama doğru yüzlerce irili ufaklı hayvan ağızlarında yapraklar toplamış, aslanın etrafında toplanıyorlardı. Hayvanların, aslanın etrafında toplanmasını merak içinde izlerken, bazıları aslanın ayağını sararak ovmaya başladılar, diğer kalan kısmı ise aslanın başında toplanarak ona neşe vermeye çalıştılar. Aslan, ayağının sarılıp ovulmasından sonra birazcık da olsa kendini toparlamaya başlayınca tekrar geldikleri gibi geri döndüler. Hayvanların geri dönmesinden sonra aslan, topallayarak ayağa kalktı. Sendeleyerek yürümeye başladı. Kafasını geri çevirerek Hasan’a: ‘’benimle gel’’ der gibi kafasını salladı. Hava iyice karanlıklaşınca ağaçlar birden canlanmaya başladı. Ağaçların canlanması ve birbirleriyle konuşmaları, insana çok korkunç bir görüntü ve ürperti veriyordu. Ağaçlar birbirleriyle konuşurken kulakları sağır edercesine ses çıkıyordu sanki.
Ağaçlar birbirlerine iyice yaklaşarak kendi kendilerine ‘biz ne zaman normal halimize dönebileceğiz’ diye dertleşiyorlardı. Ağaçlar birbirleriyle dertleşirken birden bire irkilerek yerlerine geri dönüp durdular ve normal haline geldiler. Ormanın içindeki hayvanlar bile, bir şey duymuş gibi sağa sola kaçışıp ortadan kayboldular. Hasan, olup bitenlere bir anlam veremeden bakarken aslanın, kendisini tutarak geri çekmesiyle kendine geldi ve aslanın renginin değiştiği gördü.
Hasan, aslanın renginin değiştiği görünce korkarak geri çekilmeye çalıştıysa da buna muvaffak olamadan aslanın üstüne atladığını gördü. Aslan, Hasan’ın üstüne atlayarak her tarafını tırmalamayarak yara bere içerisinde bıraktı ve o da kaçarak ortadan kayboldu.
Hasan, aslanın elinden yaralı bir şekilde kurtulmuştu ama şimdi de ormanın ortasında, nereye gideceğini bilemeden tek başına kalmıştı. Yaralı olduğu halde ayağa kalkmaya çalıştı fakat buna muvaffak olamadan tekrar yerine oturdu. Aslan tarafından her tarafı tırmalandığı için canı acımış ve yürüyemez olmuştu. Ellerini kafasına alarak aslanın neden kendisine saldırdığını anlamaya çalıştı. Durup dururken neden kendisine saldırmıştı? Neden rengi birdenbire değişmişti? Ardı ardına bu soruları kendi kendisine soruyor, bir türlü cevap alamıyordu. Anlaşılan o ki aslanı tekrar görmeden kafasındaki bu sorulara cevap bulamayacaktı. Kafasındaki aslanla ilgili olan soruları bırakıp nereye gideceğini düşünmeye çalıştı. Bütün bu olanları düşünürken kendisine her zaman yol gösteren beyaz tavşan yine ortaya çıktı ve vücudundaki bütün yaraları yalamaya başladı. Tavşan yaralarını yaladıkça yaraları iyileşiyordu. Yaraları iyileştikçe de kendini daha iyi hissetmeye başladığını ve ayağa kalkabileceği umuyordu.
Hasan, yaraları tamamen iyileşince ayağa kalktı ve ormanın içinde yürümeye başladı. Ormanın içinde yürüdükçe de hayreti daha bir kat daha artıyordu. Çünkü ormanın her bir ağacı tuhaf olduğu gibi, yaprakları bile tuhaftı. Ağaçların her bir dalının her bir yaprağı, ot yiyen bitki gibiydiler. Bazı yaprakları güzel koku saçıyor, bazıları ise yanına varılamayacak kadar kötü kokuyordu. Bazıları ise insanları takip edercesine sağa sola hareket ediyorlardı.
Hasan, ormanın içindeki ağaçları seyrede seyrede ilerliyor, bir yandan önünü kapatan dalları kesmeye çalışıyor bir yandan da etrafını gözleyerek tehlikenin olup olmadığına bakıyordu. O, etrafını kollayarak giderken, ormanın içine girdiği zaman kendisine yol gösterip daha sonra da üzerine atlayıp yaralanmasına sebep olan aslan tekrar karşısına çıktı. Hasan, aslanı görünce ondan korkup, geri çekilmeye başladı ve gerisin geri dönüp kaçmaya başladı. Aslan da, Hasan’ın kaçtığını görünce hızla sağa sola doğru hareket ederek onu durdurmaya çalıştı. Durdurmayı başaramayınca, onu durduracak başka çare olmadığı için üzerine atlayarak durdurmak zorunda kaldı.
Hasan, aslanın üzerine atlayıp yere düşürmesinden sonra kendisine tekrardan zarar vereceğini zannedip yerde geriye doğru gitmeye çalışırken, aslan geri çekilerek Hasan’ın karşısına geçti ve üzgün bir şekilde başını yere eğerek:
– Senin üzerine saldırıp yaraladığım için özür dilerim, üzerine atlayıp yaralamaktan başka çarem de yoktu, dedi ve gözlerinden iki damla gözyaşı düştü.
Hasan, aslanın üzgün bir şekilde kendisinden özür dilediğini görünce korkusu geçti ve dizlerinin üstüne oturup kollarını açarak aslanın kafasından tuttu ve onu teselli etmeye çalıştı. Aslan, Hasan’ın dostça boynuna sarılmasından sonra kendisine geldi ve başını kaldırarak:
– Senin üzerine atlayıp yaralamama rağmen, sen beni yine de teselli etmeye çalışıyorsun, diyerek bir yandan üzüntüsünü dile getirmeye çalıştı, bir yandan da adeta peşimden gel der gibi başını sallayarak yürümeye başladı. Hasan da, sanki aslanı anlamış gibi ayağa kalkarak onun peşinden gidip ona yetişmeye çalıştı. Aslan önde Hasan arkada ormanın içinde yol almaya devam ederken bir ara Hasan, aslanın yanına yaklaşarak:
– Sana bir şey sormak istiyorum, deyip aslanı durdurarak önüne geçti. Aslan durunca da yere eğilerek aslana, ormanın içinde dostça yol alırken neden birden bile değişip üzerine atlayarak yaralanmasına sebep olduğunu sordu. Aslan, Hasan’ın sorusu üzerine önce biran duraksadı ve:
– Sana saldırmadan önce bir ses duydun ve ardından kuvvetli bir rüzgâr hissetin öğle değil mi, diye Hasan’a soru sordu. Hasan, aslanın sorusuna ‘evet’ deyince, aslan şöyle devam etti. O duyduğun ses ve hissettiğin rüzgâr bizim değişmemize sebep oluyor ve birbirimize karşı düşman kesiliyoruz. Ardında karşımıza ne çıkarsa çıksın saldırmak zorunda kalıyoruz ve saldırganlık o rüzgâr kesilinceye kadar devam ediyor, diye devam etti.
Hasan, aslanın anlattıklarını büyük bir şaşkınlık içerisinde dinledikten sonra, işittiği sesin ve hissettiği rüzgârın eskiden beri mi var olduğunu, yoksa sonradan mı oluştuğunu sordu. Aslan, bu soru üzerine sesin ve rüzgârın sonradan oluştuğunu ve neden ve nasıl oluştuğunu bilmediğini söyledi. Bu şekilde konuşa konuşa devam ederek ormanın sonuna yaklaştılar. Ormanın sonuna yaklaşınca Hasan, ormanın içinde gördüğü garip şeylerin neden kaynaklandığını aslana sordu. Aslan bu soru üzerine:
– Bizim ormanımız zaten garipliklerin olduğu bir ormandı. Büyük fırtınadan sonra, ormanımızdaki gariplikler daha da çoğaldı. Bizim değişmemize, insanlar gibi konuşmamıza ve garip haller almamıza sebep olan da oydu, dedikten sonra. Şimdi gelelim asıl soruna, ormanın ortasında gördüğün o çukurun ortasında, toprağın içinde büyük ve sivri dişleri olan, başı belli olmayan bir hayvan bulunmakta. Bu hayvan o çukurun ne olduğunu merak edip çukura doğru bakan ne varsa içine çektikten sonra afiyetle yemekte. O, duvarın deliklerinin her birinden çıkan, ağızlarından ateş saçan yılanlar ise tam bir muamma, o duvarın ne zaman ve kimler tarafından örüldüğü belli değil. O, yılanlar deliklerinden çıktıkları zaman karşılarına kim çıkıyorsa ısırmaya çalışıyorlar. Her kim bu yılanlar tarafından ısırılıyorsa, o kimse akşama kadar taş kesiliyor ve ertesi gün güneşin doğmasıyla beraber toz olup yok oluyor. İşte bizim ormanımız, böyle tuhaflıkları olan bir orman.
Aslan olan biteni tek tek anlatarak ormanın ilerisinde bulunan dağı gösterdi ve bütün bu sorunların oradan kaynaklandığını anlattı.
Yazar: Murat CANPOLAT
Hikayenin I. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin II. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin III. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin IV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin V. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin VI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin VII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin VIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin IX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin X. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XIX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXIX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXXI Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXXII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin XXXIII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ