Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XII.Bölüm
Hikaye Oku: Hasan, yaralı adamla beraber gemide rahatça dolaşırken, Hasan, yaralı adamın ismini sormadığı aklına geldi. Onun omzuna dokunarak:
– Kusura bakma arkadaş, gemiye çıkıncaya kadar telaştan ismini sormak aklıma gelmedi. Gemiye çıkınca ancak toparlanabildim ve ismini sormak aklıma geldi.
Yaralı adam, Hasan’ın kollarını tutarak:
– Önemli değil, zaten daha önce ismimi sorsaydın bile kendimde olmadığım için söyleyemezdim. Gemiye çıkınca, ancak kendime geldim ve benim de senin isminin ne olduğunu bilmediğim aklıma geldi. Mademki ilk sen sordun öyleyse söyleyeyim benim adım Barış, ya senin ismin nedir?
– Benimde Hasan.
İkisi de aralarında konuşurken yanlarından geçmekte olan tayfanın biri konuşmalara istemeden de olsa kulak misafir olmuş ve onların kim olduğuna bakmadan, yanlarından geçip gitmişti. Onların konuşmalarına kulak misafiri olan tayfa, yaralı adamın isminin Barış olduğunu duyunca kendi kendine ‘Acaba, bu kardeşim olabilir mi?’ diyerek geri döndü ve heyecanla arkalarından koşarak yanlarına geldi ve Barış’ı kendine doğru çevirdi. Barış geri döner dönmez, çığlık çığlığa kendisine çeviren adama sarıldı ki, etrafında olan tayfalar bile şaşırarak kafalarını onlara çevirdiler. Hasan bile onların çığlık çığlığa birbirlerine sarılmalarına şaşırarak ‘ne oluyor’ dercesine onlara bakmıştı. Barış, herkesin onlara şaşkın şaşkın baktıklarını görünce, Hasan’a dönerek:
– Hasan abi! Bu sarıldığım kişi benim öz kardeşim, diyerek iki kardeş birbirlerine tekrardan sarılarak hasret giderdiler. İkisi de birbirlerine sarılıp hasret giderdikten sonra Barış kardeşine:
– Savaş, senin ne işin var bu gemide? Diye sorunca kardeşi:
– Abi, seni burada bulmama o kadar çok sevindim ki anlatamam, dedi ve ağlamaya başladı.
Barış, kardeşinin ağladığını görünce onu teselli etmeye çalışarak neden ağladığını sordu. Savaş, abisinin isteği üzerine kendisini toparlayıp şöyle devam etti.
– Abi, biliyorsun babam kalp hastası. Sen babamla tartışıp, çekip gittikten sonra babam üzüntüsünden kalbinden iyice rahatsız olmaya başladı. Kalbi iyice rahatsız olup işleri yürütemeyince bende, babam daha fazla üzülmesin ve işlerimiz batmasın diye, işleri devralıp yürütmeye çalıştım. İş yerinde yokluğunu belli etmemek için elimden gelen çabayı göstermeme rağmen babamın üzüntüsü bitmeyip daha fazla arttı ve iş yerinde ani bir kalp kriz geçirdi ve hastaneye yatırmak zorunda kaldık. Hastanede iyileşip çıktıktan sonra, baktım ki babamın üzüntüsü sona ermeyecek ondan izin alarak seni bulmak için yollara düştüm. Her yeri aramama rağmen bir türlü bulamadım. En son belki seni bu şekilde bulabilirim umuduyla şu an bulunduğumuz bu geminin kaptanına gelerek tayfası olup olamayacağımı sordum. Geminin kaptanı benim bu sorum üzerine, benim kim olduğumu ve nereden gelip nereye gitmekte olduğumu sordu. Bende, babamın kim olduğunu söyleyerek seni bulmak için yola çıktığımı söyledim. Geminin kaptanı babamın adını duyunca, beni kucaklayarak:
– Demek sen, Mustafa Bey’in oğlusun ha! Evlat, eğer senin baban olamasaydı bugünlere gelemezdim, dedi. Kaptanın babamı tanıdığını öğrenince, ben de merak içerisinde kaldım ve kaptana babamı nereden tanıdığını sordum. Benim sorum üzerine kaptan:
– Sen o günlerde daha dünyada değildin, abin ise altı veya yedi yaşlarında idi. O günlerde babam ve annem ölmüştü. Bakacak kimsem de olmadığı için kimsesiz kalmış ve sokaklarda yatıp kalkmaya başlamıştım. Kime gittiysem, üstüme başıma bakıp benden yüz çevirdiler. Herkes, benden yüz çevirince, ben de ortalıkta serseri mayın gibi dolaşmaya başlamıştım. Kalacak yerim olmadığı için, köprü altlarında, terkedilmiş binalarda ve çeşitli yerlerde kalıyordum. Oralarda benim gibi birçok insan vardı. Onların mazisi de aynen benimkine benziyordu. Oralarda buralarda kalırken, karnımı doyurmak için de sürekli hırsızlık yapmak zorunda kalıyordum. Gerçi hırsızlık yapmak hiç hoşuma gitmiyordu ama bakacak kimsem olmadığından ve kimse de iş vermediğinden dolayı, karnımı doyurabilmek için mecburen hırsızlık yapmak zorunda kalıyordum, dedi ve gözlerinden iki damla yaş gelerek sustu.
Kaptanın susması üzerine, onun o günlerde çektiği sıkıntıları az da anlamaya çalıştım. Ben bu düşünceler içerisinde kaptanı anlamaya çalışırken, kaptan konuşmasına devam ederek bana şunları söyledi.
– O günlerde beraber kaldığımız kişilerle bazen dertleşir kendi kendimize ‘Elimizden tutan birileri olsa belki bu hallerde olmazdık’ diyorduk. Kendi kendimize bunları düşünürken bir gün babanın dükkânına gittim. Maksadım karnımı doyurmak için bir şeyler çalmaktı. Fakat baban niyetimi anlamış olmalı ki tam bir şeyler çalacakken kolumdan tuttu. Ben, babana yakalandığım zaman ‘Eyvah! Şimdi mahvoldum.’ Diye düşünürken, baban, yere eğilerek kollarımdan tuttup önümde dizlerinin üstüne durdu ve bana aç olup olmadığımı sordu. Ben babanın, bana kızıp tokat atarak polise teslim edeceğini beklerken, babanın bana karşı sevecen davranması karşısında ilk olarak çok şaşırdım. Çünkü ben ondan ne beklerken, o bana nasıl davranıyordu. O bana tekrar ‘aç mısın?’, diye sorduğunda şaşkınlığım giderek ‘Evet, amca çok açım’ dedim. Bunun üzerine babam elimden tutup beni lokantaya götürdü ve bir güzel karnımı doyurdu. Daha sonra bana neden bir şeyler çalmak zorunda kaldığımı sordu. Bende başımdan geçen her şeyi anlattım. Baban, beni dinledikten sonra bana, ‘merak etme, bundan sonra hırsızlık yapmak zorunda kalmayacaksın.’ dedikten sonra beni yatılı bir okula vererek okumamı sağladı. Harçlığımı, okul ihtiyacımı ve neye ihtiyacım varsa hepsini temin etti. Bu arada hem benimle ilgileniyor hem de benim gibi evsiz olan insanlara bir ev sağlamaya çalışıyordu. Babanın bunca iyiliğine karşılık bende, babana karşı mahcup olmamak için elimden geldiği kadar çalıştım ve bugünlere kadar gelebildim, dedi bana. Ondan sonra beni tayfalığa kabul ederek yanında çalışmaya başladım. Gittiğimiz her limanda seni bulmam için izin verirdi ve ben de gemiden ayrılarak seni aramaya çıkardım. Her limanda seni aramama rağmen bir türlü bulamadım. En son limanın birinde, senin bir gemiye kaçak olarak bindiğini öğrendim. Kaptana gelerek durumu haber verdim. Kaptan, bunun üzerine beni teselli ederek:
– Umudunu kaybetme evlat. Abinin izini bulduğumuza göre onu mutlaka buluruz, diyerek o gemiyi aramaya başladık. En son uğradığımız bir limanda o gemi limanda demirliyken içine lağım farelerinin girdiğini ve geminin limandan ayrılır ayrılmaz da geminin içinde bağrışmalar duyduklarını söylediler. Bende, onlara geminin ne tarafa doğru gittiğini sordum. Onlar da, bana geminin ne tarafa doğru gittiğini gösterdiler. Geminin nereye doğru gittiğini öğrenip, orada daha fazla beklemeden heyecanla kaptana gelip durumu haber verdim. Kaptan, bunu duyunca limanda işini bitirmemesine rağmen seni bulmak için tayfalarına emir verip gemiyi hareket ettirerek seni bulmak için yola çıktık. Denizde yol alırken kaptanın tanıdığı bir geminin kaptanıyla karşılaştık. Kaptan, diğer geminin kaptanına abimin bulunduğu gemiyi tarif ederek görüp görmediğini sordu. O geminin kaptanı, tarif edilen gemiyi gördüğünü, fakat o geminin hızla sulara gömüldüğünü söyledi. O bunları söylerken ben de yanlarındaydım. Kaptanın, senin bulunduğun geminin battığını söyleyince sanki kaynar sular başımdan aşağıya dökülmüş gibi oldum ve olduğum yerde donakaldım. Benim bulunduğum geminin kaptanı, benim olanları duyduktan sonra hareketsiz bir şekilde kaldığımı görünce telaşlanarak beni kendime gelmem için sarsmaya başladı. Kaptan, beni sarstıktan sonra kendime geldim ve ağlamaya başladım. Kaptan, kendime gelip ağlamaya başladığımı görünce derin bir oh çekerek beni teselli etmeye çalıştı ve ardından bana:
– Sakın üzülme evlat, belki abin o gemiden kurtulmuş olabilir, diyerek beni teselli etmeye çalıştı. Kaptan, beni teselli ettikten sonra belki o gemiden kurtulmuşsundur diye, birkaç gün daha seni denizde aradık durduk. Bu arada günlerdir denizlerde olduğumuz için gemide yiyecek bir şey kalmamıştı. Hiç tarzımız olmamasına rağmen açlığımızı gidermek için diğer tayfalarla beraber zıpkınla balina avlamaya karar verdik ve kaptana gidip kararlaştırdığımız durumu haber verdik. Kaptan zıpkınla balina avlanmasına karşı olmasına rağmen, gemide yiyecek bir şey olmadığı için o da bizim kararlarımıza katıldı ve balina avlamaya çıktık. Aradan birkaç gün geçtikten sonra geminin gözcüsü ileride bir balinanın olduğunu haber verdi. Kaptan, geminin gözcüsünü duyunca hemen dışarıya fırlayarak zıpkını hazırladı ve o balinaya fırlattık ve tam isabetle onu avladık. Balinayı avlayıp gemiye çıkaracağımız sıra, tesadüf eseri kaptan sizi görmüş ve gemiye almış. Sizi gemiye aldıktan sonra, ikinizin konuşmalarına istemeden de olsa kulak misafiri oldum. İşte böylece bu kulak misafirliği ikimizin buluşmasına vesile oldu.
İki kardeş, aralarında geçen bu konuşmalarının ardından birbirlerini buldukları için sevinç içerisinde önce birbirlerine sarıldılar. Daha sonra da dönerek, iki kardeşin birbirlerine kavuşmasına yol açan Hasan’a sarıldılar.
Barış, kardeşiyle buluşmanın sevincinden ayağındaki yaranın tamamen iyileşmediğini unutmuş, havalara zıplamaya başlamıştı. Havaya zıpladığı sıra ayağındaki yara tekrardan nüksetti ve yaradan kanlar gelmeye başladı. Ayağındaki yaranın verdiği acıyla yere düştü ve yerde kıvranarak: ‘Oy! Ayağım. Oy ayağım’ demeye başladı. Savaş, abisinin yerde kanlar içerisinde kıvrandığını görünce ne yapacağını şaşırıp, abisinin çevresinde dört dolanmaya başladı. Hasan, onu öyle görünce önce sakinleşmesini öğütleyip, hemen giderek kaptana durumu haberdar etmesini istedi. Savaş, biraz sakinleştikten sonra koşarak kaptanın kamarasına gidip kardeşini bulduğunu fakat ayağının yaralı olduğunu ve yerde kıvrandığını söyledi. Kaptan, Savaş’ı dinledikten sonra o da önce sakinleşmesini söyleyerek kardeşinin yanına dönmesini söyleyip, geminin doktorunu çağırdı. Doktor gelince beraber geminin güvertesine gittiler. Doktor, Barış’ın ayağına bakınca, ayağının iyileşebileceğini fakat bundan sonra sakat kalacağını ve aksayarak yürüyeceğini bildirdi. Geminin revirine götürerek tedavi etmeye başladı. Barış, revirde birkaç gün tedavinin ardından tamamen iyileşti. Revirde ayağının tedavi ile iyileştirilmesine rağmen, doktorun dediği gibi oldu ve aksayarak yürümeye başladı.
Savaş, abisini bulmasına bulmuştu ama onun sakat kalıp aksayarak yürümesine üzülmüştü. Barış, kardeşinin üzüldüğünü görünce eliyle kardeşinin omzuna dokunarak:
– Ayağımın sakat kalmasına ben üzülmüyorum. Ne olur sen de üzülme sevgili kardeşim, diyerek teselli etmeye çalıştı. Onlar aralarında konuşurken kaptan yanlarına gelerek durumunun nasıl olduğunu sordu. Barış, durumunun iyi olduğunu söyleyerek babasının yanına dönmek istediğini söyledi. Kaptan, Barış’ın babasının yanına dönme isteğini duyunca sevinçle Barış’ı kucaklayarak:
– Sizi babanıza götürürüm ama önce gemimizdeki yükü boşaltmamız gerekiyor. Ondan sonra ikinizi de götürebilirim. Hem sizin sayenizde uzun zamandır göremediğim babanız Mustafa Bey’i de görmüş olurum.
Kaptan, iki kardeşle konuşup odalarından ayrıldıktan sonra tekrar geri dönerek Savaş’a:
– Kusura bakma, seni bu gemiye alıp çalıştırdım ama hem senin ismini sormadım hem de kendimi tanıtmadım, dedikten sonra, Benim adım Galip. Bu gemide herkes bana Baba Kaptan derler. Ha, bu arada siz bana Galip Amca’da diyebilirsiniz.
Savaş, Kaptan’ın sevecen tavrı karşısında mahcup bir şekilde kafasını yere eğerek:
– Ne kusuru Galip amca, sen ki beni işe alarak abimi bulmama vesile oldun. Asıl, ben sana karşı çok mahcubum, dedi ve adının Savaş olduğunu, abisinin isminin de Barış olduğunu söyledi.
Kaptan, Savaş’la konuşurken gemide çalışmakta olan tayfanın biri gelerek Kaptana geminin yönünün değiştirilme vaktinin geldiğini haber verdi. Kaptan, tayfasının haberi üzerine geminin güvertesine geçerek geminin yükünü boşaltmak üzere, geminin yönünü değiştirdi. Geminin yükünü boşaltması gereken limana gelip yükü boşalttıktan sonra iki kardeşi babalarıyla buluşturmak için limandan ayrılarak geminin yönünü iki kardeşin yaşadığı şehre çevirdi. İki kardeşin yaşadığı şehre gelince gemiyi durdurdu ve Hasan, Barış ve kardeşi Savaş’la beraber babalarının yanlarına gitmek için arabaya bindiler. Araba, şehirlerine gelince arabadan inerek iki kardeşin yaşadığı mahalleye gittiler. Barış, eve gidip sürpriz yapmak amacıyla birlikte geldikleri kardeşi Savaş ve diğerlerinden önce eve doğru gitti. Ardından Hasan ve diğerleri geliyordu. Evin önüne gelince Barış, önce duraksadı. Evden ayrıldığı zaman aklına geldi. Babasıyla hiç yok yere tartıştıktan sonra üstünü başını toparlayıp evde ayrılacağı sıra babası kolundan tutmuş adeta yalvarırcasına:
– Oğul, sen de ben de iyi biliyoruz ki o aramızda geçen tartışma hiç yok yereydi. Ufak bir anlaşmazlık yüzünden birbirimizi kırdık, aramızdaki bu ufak an anlaşmazlık yüzünden bana kızıp evi terk etme, demişti. Babasının bunca yalvarmasına rağmen kendi başına ticaret yapmayı bir kere kafasına koymuş, bu yüzden de aralarındaki anlaşmazlığı bahane etmiş ve babasının eliyle tuttuğu kolunu sert bir şekilde çekerek babasına: ‘bırak beni artık, ne olursa olsun senin yanında artık kalamam’ demiş ve eşyalarını toparlayarak merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başlamıştı. Babası, Barış’ı ikna edebilmek için peşinden o da aşağıya inmiş ve bu sefer belki ikna edebilirim diyerek tekrar Barış’ın kolundan tutmuş ve ‘Barış, ne olur bana kızıp da evi terk etme. Gönlümü kırıp evi bu şekilde terk edersen korkarım ki başına çok işler açılır ve o şekilde geri dönmek zorunda kalırsın’ sözünü bile babasına karşı olan öfkesinden dolayı umursamamış ve yine kolunu babasının elinden sert bir şekilde çekerek evi terk etmişti. Evi terk edip kapının önüne çıktığı sıra annesi arkasından koşup kolundan tutarak kendine doğru çekmiş ve kendisine:
– Barış, ne olur babanın sözünü dinle. Onun kalbini kırıp evi terk etme. Biliyorsun baban zaten yaşlı ve kalp hastası. Eğer sen evi terk edersen onun kalbi bu acıya daha fazla tahammül edemez. Hem sen gidersen, ben tek başıma ne yapabilirim bu yaşlı halimle. Kızım olmadığı için hemen hemen bütün evin işlerini zaten sen yapıyorsun. Sen, tıpkı elim, ayağım, tutan kolum gibisin. Eğer, evi terk edersen bana kim yardım edecek.’ dediği aklına geldi ve gözyaşlarını tutamayıp ağlamaya başladı.
Barış gözyaşlarını döküp içi rahatladıktan sonra, gözyaşlarını silip evin kapısını çaldı. Evin kapısını annesinin açmasını beklerken komşu kızı Ayşegül açtı. Onu birden karşısında görünce heyecanlanıp eli ayağı birbirine dolandı ve yere düştü. Ayşegül’de, Barış’ı karşısında görünce o da heyecanlanmış ve eli ayağı titremeye başlamıştı. Hasan, Ayşegül ve Barış’ın birbirlerini görüp heyecanlanarak ellerinin ve ayaklarının birbirine dolanması karşısında, her ikisinin de birbirlerini sevdiğini anlayıp ikisini de uyandırmak amacıyla yanlarına koşarak önce Barış’ı uyandırmaya çalıştı. Buna muvaffak olamayınca Ayşegül’ün yanına koşarak onu da uyandırmaya çalıştı. Her ikisini de uyandıramayınca arkadan gelmekte olan kardeşi Savaş’a koşarak durumu bildirdi. Savaş, kardeşinin bayıldığını duyunca koşarak abisinin yanına gelerek onu uyandırmaya çalıştı. Abisinin yanına gelip Ayşegül’ü görünce kendi kendine ‘Bunun burada ne işi var’ diyerek düşünmeye başladı. Bu arada Annesi, dışarıdan gelen sesleri duymuş ve aşağıda ne oluyor diyerek yavaş yavaş merdivenlerden aşağıya doğru inip Hem Ayşegül’ü hem de Barış’ı yerde yatarken görmüş, onları o şekilde görünce aklı başından gitmişti. Bu yüzden önce bir çığlık koparmış ardından merdivene oturmuştu. Savaş, annesinin merdivenlere oturduğunu görünce abisini uyandırmayı bırakarak annesinin yanına koşarak onun kendisine gelmesine sağlayıp annesine:
– Korkma anne, ikisi birbirlerini görünce heyecanlanıp bayıldılar. Merak etme, biraz sonra kendilerine gelirler, dedi ve merak içerisinde annesine:
– Anne, Ayşegül ablamın bu saatlerde ne işi var bizim evde.
Annesi, biraz toparlanıp:
– Oğul, ağabeyin evden ayrılınca bakacak kimsem olmadığı için sağ olsun Ayşegül ablan her gün eve gelip bana yardımcı oldu.
Savaş, Ayşegül ablasının o saatte neden evde olduğunu anlamıştı; ama kocasının nasıl bırakabildiğini ve abisiyle Ayşegül ablasının birbirlerini görüp de neden bayıldıklarını anlayamamıştı. Onu anlamak için annesine tekrar kocası, Ayşegül ablasını bu saatlerde nasıl bıraktığını ve abisiyle karşılaşınca hem abisinin hem de kendisinin neden bayıldığını sordu. Bunun üzerine annesi gülerek oğluna:
– Sen halen daha anlamadın mı onların birbirlerini sevdiklerini?
– Evet, aralarında bir şeyler olduğunu hissediyordum ama birbirlerine bu kadar bağlı olduklarını bilmiyordum, dedikten sonra tekrar annesine kocası, Ayşegül ablasını bu saatlerde nasıl bıraktığını sordu. Annesi, Savaş’ın sorusu üzerine hüzünlenerek:
– Oğul, Ayşegül’ün benim gelinim olmasını ne kadar çok isterdim bir bilsen. Ama olmadı o başkasına gitti. Biliyorsun, babası olacak o adam, üç kuruş para için kızını hali vakti yerinde olan birine vermişti. Babası, kızını servet sahibi biriyle evlendirdikten sonra hem kızının başını yaktı hem kendisinin. Kızı evlendikten sonra kocası olacak o adam, evlendiği günden beri kıza bir gün bile olsa gün yüzü göstermemiş, her gün kıza döverek zulmetmiş, kızda bunun üzerine daha fazla dayanamayarak evi sık sık terk etmeye başlamış. Kocası, Ayşegül’ün son kez evi terk etmesinden sonra, ben evimi sıkı sık terk eden kadın istemem, diyerek Ayşegül’ü boşamış. Savaş olanları duyunca üzüntüsünü belirterek annesine:
– Peki, anne, Ayşegül ablam ne zaman boşandı ki, benim hiç haberim yok.
– Ayşegül, sen abini bulmak için yola çıktıktan birkaç gün sonra boşandı, dedikten sonra iç geçirerek Savaş’a:
– Savaş, biliyor musun, aslında Ayşegül’ün babası kızını vermemesinin sebebi üç kuruşa tamah edip kızını başkasına vermemesi değil.
Savaş, sebebin başka olduğunu duyunca merak içerisinde annesinin sözünü keserek:
– Anne, sebebin başka olduğunu söyledin. Peki, sebebi neydi.
– Babanla, Ayşegül’ün babası etle tırnak gibiydiler. Etle tırnak nasıl birbirlerinden ayrılması mümkün değil ise onlarda birbirlerine öğle idiler. Babanla evlendiğimiz ilk yıllarında dostlukları böyle geçerken nasıl olduysa anlaşılmayan bir sebep yüzünden birbirlerine küsmüşler. Ayşegül’ün babasıyla çok yakın komşu olduğumuz halde yıllarca birbirleriyle konuşmadılar. Gel zaman git zaman onunda bizimde çocuklarımız oldu. Çocuklar büyüdüler ve birbirlerini sever hale geldiler. Baban, Ayşegül’le Barış’ın birbirlerini sevmelerine bir şey demezken, Ayşegül’ün babası birbirlerini sevip görüşmelerine her zaman kızardı. Bir gün Barış’la Ayşegül gezerlerken, Ayşegül’ün babası bunları görmüş ve Barış’a kızarak kızını görmemesini istemiş ve olmadık hakaretler etmiş. Ondan sonra da birbirleriyle görüşemediler ve bir gün Barış, Ayşegül’ün evlendiğini duymuş. İşte o günden sonra da sinirleri bozuldu ve sürekli evde olsun, iş yerinde olsun tartışma çıkarmaya başladı. Belki de, Barış’ın babasına kızıp evini terk etmesinin sebebi de buydu. Gerçi sen abini bulmak için yola çıktıktan birkaç gün sonra Ayşegül’ün babası gelip babanla barıştılar ama iş işten geçmiş ve çocuklar birbirlerinden ayrılmışlardı.
Savaş, annesiyle aralarında konuşurken Barış ve Ayşegül kendilerine gelmeye başladılar. Önce Ayşegül ayağa kalkarak Barış’ın yanına gitti ve onun ayağa kalkmasına yardımcı oldu. Barış ayağa kalkınca şiddetli bir şekilde tokat attı ve daha sonra ağlayarak: