Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXXIII. Bölüm
Çölde olduğu için oldukça susamış ve serap görmeye başlamıştı. Az ileride güzel bir vaha görüyordu. İçinde çocukları cıvıl cıvıl oynuyor. Hanımı onlara bakıp gülüyor, elindeki çorabı onarıyordu. Anne ve babası yeşilliğin üzerinde uzanmış aralarında sohbet ediyorlardı. Az sonra bu manzara birden bire kaybolmaya başladı ve hemen peşine karabulut ortaya çıktı. Bu seferki gelişi çok daha şiddetli ve korkutucuydu. Ağzından, kulaklarından duman çıkıyor, hasta insanların göğsünün hırlama sesi gibi ses çıkartıyordu. Çölün ortasında yolculuğuna başlamış başlayalı, karabulutu bu kadar korkutucu görmemişti. Karabulut, kendisine doğru iyice yaklaştıkça ‘Bu seferde uyanmazsan, ben sana yapacağımı bilirim’ diyor ve öyle geliyordu.
Karabulut, iyice yaklaşıp burnunun dibine gelince, gözleri birden bire kararmaya başladı ve her şey karanlıklaştı. Etraftan ses duyulmaz oldu. Karanlık içersinde bağırmak istiyor, bağıramıyordu. O karanlık içerisinde yukarıya doğru bakıp karabulutu en korkutucu haliyle görerek korktu ve o korku içersinde, yüksek sesle çığlık kopardı. Yüksek sesle bağırdığı çığlıktan sonra her şey aydınlanmaya başladı ve aynanın içine girmeden önce karşılaştığı pirifani adam burada da karşısına çıkarak:
– Ben, sana demedim mi, çok uyuyorsun diye? Bak sözümü dinlemedin, sonunda uzun bir yolculuğa çıkmak zorunda kaldın. Bak, bundan sonra sözümü dinlemez yine çok uykuya dalarsan, başına daha çok iş açarsın ona göre, dedi ve geldiği gibi ortadan kayboldu. Onun kaybolmasını ‘Bu yaşlı adama, benin çok uyuduğumu kim söylüyor, halen daha çözmüş değilim’, gibi sözlerle serzenişte bulunan Hasan, onun tamamen ortadan kaybolmasından sonra, gözleri tekrar karardı ve yine ortalık zifiri karanlığa gömüldü. Karabulut, bu sefer arkasında belirerek:
– İşte, şimdi elimdesin. Bundan sonra kaçışın yok, dedi ve kollarıyla Hasan’ı tutarak bütün kuvvetiyle sıktı ve ona ‘artık uyan’ gibi bir söz söyledi. Onun var gücüyle sıkıp, o sözü söylemesinin ardından, nefes alamayacak durumda olan Hasan, bütün kuvvetiyle bağırdı. Bütün kuvvetiyle bağırdığında, birden bire kendisinde bir rahatlama hissi duydu. Hissettiği bu rahatlıktan sonra ortalık yavaş yavaş aydınlanmaya başladı. Gözlerini tamamen açınca bir çığlık attı. Bu seferki çığlığı korkudan değil, sevinçtendi. Çünkü, hanımı karşısındaydı ve amiri de kendisine bakıyordu. Onları görünce tuhaf olmuş, ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırmıştı. Yalnız, onları görmesine sevinmişti ama onlar, neden kendisine sinirli sinirli bakıyorlardı. İşte buna bir türlü anlam veremiyor, işin içinden bir türlü çıkamıyordu.
Sonunda dayanamayıp amiri Selçuk Bey’e:
– Selçuk Bey, bana neden öyle bakıyorsunuz? Diye sordu.
Selçuk Bey, Hasan’ın önünde sinirli sinirli dolanıyor, arada bir sağ elini evirip çeviriyordu. Bir müddet öylece dolandıktan sonra aniden durdu ve Hasan’a dönerek:
– Hele şuna bak! Hem suçlu hem güçlü, dedikten sonra etrafında dönüp sinirli hareketler yapmaya devam etti.
Hasan, Selçuk Bey’in sözünden bir şey anlamamış, hatta birazcık da olsa alınmıştı. Onun ne dediğini anlayabilmek için dönüp hanımına baktı ve onunda başını yere eğik bir halde kızgınlığını gördü. Ne hatası vardı ki, her ikisinin de kendisine karşı tavırları sertti. Onların sert tavırları karşısında paniklemiş, o panikle hem amirine hem de hanımına bakmaya başlamıştı.
Amiri, Hasan’ın paniklediğini görünce kollarından tutup sarsarak:
– Kendine gel be adam! İki haftadan beri uyuduğundan ne yaptığını bilemiyorsun.
Hasan, amirinin iki haftadan beri uyukluyorsun ikazı karşısında iyice sersemledi. Yoksa çölün ortasında kalışı, karşısına dört yol çıkması ve o yollardan geçip maceralara atılması hepsi birer rüyadan mı ibaretti? Kafası bu tür düşüncelerle sarsılırken amiri yakalayıp kafese koyduğu hayvanları çıkararak:
– Şu hayvanları görüyor musun? Tabi nereden göreceksin, o kadar derin uyumuşsun ki, bu hayvanların yanında dolaştığının farkında bile değilsin, diyerek kendisine yol gösteren tavşanı ve ikaz eden kuşu gösterdi.
Hasan, iyice şaşırmış tamamen şok geçirmiş durumdaydı. Çünkü ormanın içine geldikten sonra aynayı görüşü, aynaya bakar bakmaz çölün ortasında kalması, çölün ortasında ağacı görmesi ve ağacın dört yola ayrılması, dört yolun her birinden geçip gitmesi hepsi tamamen rüyaydı. Aslında geçirdiği bu şok ufak ilk şoktu. Bundan sonra ufak tefek şoklar yaşayacak ve asıl büyük şoku karşılaştığı kişiyi görünce yaşayacaktı.
Selçuk Bey, şok içerisinde bulunan Hasan’ı tutup kollarından sallayarak: ‘Ne oluyor sana, artık kendine gel.’ diyerek sert bir şekilde bağırdı. Amirinin bağırdığı sıra, aklına karabulut geldi. Karabulutun sesi ve içindeki görüntüsü tıpkı amirine benziyordu. Karabulutun o mu, değil mi, diye iyice amirinin yüzüne baktı. Evet, evet yanılmıyordu, karabulut amiriydi. Ama, neden amiri kendisine karabulut olarak görünmüştü? Bunun bir sebebi olmalıydı. Kafasında dönen bu soruların cevabını bulabilmek için düşündü, taşındı ve sonunda onun rüyasında amirinin karabulut olarak görünmesinin sebebinin çalışma esnasında, çok uyumasından kaynaklandığını anladı. Bunu anladıktan sonra amirini daha fazla kızdırmamak için çalışma esnasında uyumamaya karar verdi.