Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 15. Bölüm

Korku Hikayesi

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 15. Bölüm

“KİLERE İNİŞ”

Andrew’in dükkanına geri döndüğümde Alice mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Jambon ve yumurta doğrusu harika kokuyordu.

Bu sabah erken çıktın Tom.

Divanda uyuyunca her tarafım tutulmuş, diye yalan söyledim. Bacaklarımı açmaya ihtiyacım vardı.

Kahvaltıdan sonra kendini çok daha iyi hissedersin. Kahvaltı edemem Alice. Karanlıkla kapışmadan önce oruç tutmak en iyisidir.

Birkaç lokmanın zararı olacağını sanmıyorum! Tartışmakla uğraşmadım. Cadılıkla ilgili söylediği bazı şeylere şüpheyle yaklaşıyordum; aynı şekilde Hayalet’in değişmez kural olarak gördüğü bazı şeyler de Alice’in yüzünde hafif bir tebessüm uyandırıyordu. Bu yüzden sessiz kalıp Andrew kahvaltı ederken ağzım sulanarak izlemeyi yeğledim.

Kahvaltıdan sonra vakit kaybetmeden Hayalet’in evine doğru yola koyulduk. Hala sabahın erken saatleri olmasına karşın hava hızla bulutlanarak etrafı karanlığa gömüyordu. Görünüşe bakılırsa kar, daha çok yağacaktı.

Andrew’dan vadinin başında ayrıldık. Alice ve ben evin yukarısındaki fundalığa varana kadar on dakika bekleyecekti. Sonra kapıyı çalıp uzaklaşacak, ardından bizi görebileceği bir yer bulup işi başardığımızın belirtilerini bekleyecekti.

İyi şanslar, beni fazla bekletmeyin ama dedi Andrew, yoksa soğuktan donarım!

Ona el sallayıp kalasla asamı aldıktan sonra, ufak levye iç cebimde, yola koyulduk. Ben önde, Alice hemen arkamda karları eze eze tırmanırken zeminin giderek daha da sertleştiğini fark ettim. Eve doğru inerken oldukça zorlanacaktık. Zemin çok kaygan ve tehlikeli bir hal alacağa benziyordu.

Çok geçmeden vadinin içlerine uzanan bir patikadan inmeye başladık. Bu patika daha sonra kayalık bir çıkıntıya dönüştü; hemen solumuzda duvar gibi yükselen kayalar, sağımızdaysa sarp bir uçurum vardı.

Bastığın yere dikkat et Alice! diye uyardım. Epey yükselmiştik. Atacağımız yanlış bir adım vadinin zemininden kürekle kazınacak bir hale gelmemize neden olabilirdi.

Çok geçmeden evi görünce durduk. Anlaştığımız gibi Andrew’in ön kapıya yaklaşmasını bekliyorduk.

Beş dakika kadar sonra epey aşağımızda, buz kesmiş karları eze eze ilerleyen bot seslerini duyduk.

Aşağıda bir yerde, Andrew oldukça endişeli bir şekilde evin yanından dolaşıp arka kapıya doğru ilerliyor olmalıydı. Vakit kaybetmeden ayağa kalkıp kalası eve doğru taşımaya başladım. Arka pencerelerle aynı hizaya ulaşınca eğilip kalası yerleştirmeye uğraştım. Kalasın diğer ucunu ilk denemede pencere pervazına oturtmayı başardım. Beni endişelendiren şey, kayalık çıkıntının o kadar da geniş olmamasıydı. Karşıya geçmeye çalışırken kayarsa aşağı düşerdim. Bu yüzden Alice’in diğer ucu iyi dengelemesi çok önemliydi.

“Ayağını üzerine koy” diye fısıldadım kalasın ucunu işaret ederek.

Alice dediğimi yaptı. Bunun yeterli olmasını umuyordum. Ona asamı verdikten sonra kalasın üzerine çıkıp emekleyerek karşıya geçmeye hazırlandım. Mesafe çok fazla değildi, fakat çok gergindim ve başlangıçta kaslarını bana itaat etmeyi reddetti. Karla kaplı bahçeden oldukça yüksekteydim. Sonunda aşağı bakmamaya gayret ederek yavaş yavaş ilerlemeye başladım. Çok geçmeden pencerenin pervazına ulaşmıştım, iç cebimden levyeyi çıkarıp pencerenin alt tarafına yerleştirdim. Tam o sırada Andrew gürültülü bir şekilde hemen altımda duran arka kapıyı çaldı.

Üç sert tak sesi vadide yankılandı. Her tak sesinde pencere kanadını yukarı kaldırmak için zorladım.

Aralardaysa hiç hareket etmeden öylece bekliyordum.

Tak! Tak! Tak!

Bir kez daha denediysem de bana mısın demedi. Andrew ’un sinirleri yıpranmadan kapıyı daha kaç kez çalacağını merak ettim. Belki de kilidin mandalı düşündüğümden daha sağlamdı. Daha kaç şansım olacaktı?

Belki de cadı kapıyı açıverirdi. İşte o an Andrew’in yerinde olmak istemezdim.

Tak! Tak! Tak!

En sonunda başardım. Pencereyi, her iki elimin parmaklarını araya sokabilecek kadar açmayı başardım.

Böylece kanadı yukarı kaldırabilecektim.

Tak! Tak! Tak! sesleri duyuldu yeniden. Aşağı baksam Andrew’u görebilirdim, fakat bakışlarım pencere pervazına kilitlenmişti ve kendimi pencereden içeri çekip odaya girdikten sonra levyeyi yeniden iç cebime soktum. Alice, uzanıp asamı verdikten sonra, kalasın üzerinden benden daha hızlı geçti. İçeri girdikten sonra Meg bahçeye çıkıp da yukarı bakabilir diye kalası karşı tarafa ittirdik. Ardından pencereyi kapadık.

Sonra karanlıkta yere oturup dikkatlice etrafı dinledik. Ön kapıdan artık tak tak sesleri gelmiyordu.

Kapının açıldığını duymamıştım, Andrew’in oradan sağ salim ayrılabildiğini umuyordum. Şimdi Meg’in merdivenlerden yukarı çıktığını duymaktan korkuyordum. Pencerenin zorlandığını duymuş olabilir miydi?

İçeri girmeyi başarırsak harekete geçmeden önce on beş dakika beklemek konusunda Alice’le anlaşmıştık. İlk olarak Hayalet’in odasından çantamı alacaktık. Gümüş zinciri elime alırsam başarma şansımız çok daha yüksek olurdu.

Fakat Alice’e, Morgan’ın benden yapmamı istediği şeyi söylememiştim. Ona büyü kitabından bahsedersem kitabı Morgan’a vermekle aptallık edeceğimi söyleyeceğini biliyordum. Gelgelelim onun için söylemesi kolaydı. Acı çekecek olan onun babası değildi. Karanlıkta yalvaran sesini aklımdan çıkaramıyordum. Dayanılmaz bir şeydi.

Hayalet’i kurtarıp bir şekilde Meg’i bağlayabilirsem çatı katına geri gelecektim. Bunu yapmam gerekiyordu. Bu, Hayalet’e ihanet etmem anlamına gelse de babamın daha fazla acı çekmesine katlanamazdım. Evdeki her gıcırtıyı endişeli bir şekilde dinleyerek öylece beklemeye devam ettik.

On beş dakika sonra usulca Alice’in omzuna dokundum, dikkatli bir şekilde ayağa kalkıp asamı da alarak yatak odasının kapısına yöneldim.

Kilitli değildi ve kolayca açıp koridora çıktım. Merdiven sahanlığı koridordan bile daha loştu; alt kattaysa bizi zifiri karanlık bekliyordu. Yavaşça bir alttaki basamağa iniyor, durup çevreyi dinlemeden ikinci adımı atmıyordum. Bu iyice rutinleşti: Adım at, dur ve dinle; adım at, dur ve dinle. Bir ara adım attığım basamak gıcırdadı. Donakaldık; cadıyı uyandırmış olabileceğimizi düşünerek en az beş dakika boyunca hareketsiz bekledik. Ve sonra, bu kez de Alice aynı basamağı ikinci kez gıcırdatınca aynı şeyi tekrarlamamız gerekti! Uzun sürse de sonunda zemin kata ulaştık.

Çok geçmeden Hayalet’in çalışma odasına girmiştik bile. Orası daha aydınlıktı ve çantam köşede, bıraktığım yerdeydi, ama Hayalet’in çantasından eser yoktu. Gümüş zinciri alıp sol elime ve bileğime dolayıp fırlatmaya hazır hale getirdim. Bu iş için sol kolumu kullanıyordum. Hayalet’in bahçesinde alıştırma yaparken, on denemenin dokuzunda zinciri on metre uzaktaki direğin üzerinden fırlatabiliyordum. Yani şimdi, vahşi Lamia ya da Meg’le yüzleştiğimde, başarılı olma şansım yüksekti. Her ikisinin de aynı anda saldırıya geçmesi bambaşka bir durumdu ve bunu düşünmek bile istemiyordum.

Öne eğilip Alice’in kulağına fısıldadım.

Bak bakalım anahtar üzerinde mi? Bu sırada kitaplığı işaret etmiştim.

Meg’in anahtarı yakınında bir yerde tutuyor olma ihtimali vardı, gelgelelim Hayalet’in bir keresinde onun hakkında söylediklerini de anımsıyordum. Buna göre; son derece düzenliymiş ve her şeyi daima yerli yerinde tutarmış. Tabii bunu söylerken tencere, tava ya da çatal bıçağı kast ediyordu. Acaba aynı şeyi anahtar için de yapar mıydı? Bakıp görmenin zararı yoktu.

Böylece Alice kitaplığın altına bir sandalye çekerken ben de zincirim elimde, açık kapının önünde nöbet tuttum. Sandalyeye çıkıp bir süre kitaplığın üstünü dikkatlice yokladıktan sonra yüzünde güller açarak anahtarı havaya kaldırdı.

Haklıydım! Demir kapının anahtarını bulmuştuk!

Zinciri bırakmadan asamı alıp yavaşça çalışma odasından çıkarak kilere inen merdivenlere yöneldim.

Meg’in uyanık olabileceğini düşünüyordum, ama mutfaktan gelen horultularını duydum. Derin uykudaydı ve şu ana kadar şans bizden yana olmuştu.

Mutfağa gidip Meg hala uyurken onu bağlamak da seçeneklerden biriydi, ancak kilerdeki vahşi Lamiayla karşılaşma riskine karşın zincire ihtiyacım vardı. Alice önde, yavaşça basamaklardan indik; ta ki demir kapıya varana dek. Bu tehlikeli bir andı; kapı çarpınca çıkan sesin nasıl bütün evde yankılandığını daha önce anlatmıştım. Fakat Alice anahtarı kilide sokup dikkatlice çevirerek hiç ses çıkarmadan açmayı başardı. Kapıyı da sessizce hareket ettirince kilerden hızla kaçmamız gerekebileceği ihtimaline karşın kapıyı açık bıraktık.

Aşağısı çok karanlıktı ve yavaşça Alice’in omzuna dokunarak durmamız gerektiğini işaret ettim.

Zinciri cebime geri koydum; asamı dikkatlice duvara dayadıktan sonra çıra kutumu kullanarak bir mum yakıp Alice’e uzattım. Sonra yine zincirle asayı hazır hale getirerek bir adım gerisinden onu takip etmeye başladım. Mum yakmak bir riskti; basamaklar döne döne iniyor olsa da en ufak bir ışık dahi vahşi Lamia’nın dikkatini çekebilirdi. Ancak Hayalet’i hücresinden çıkarmak için ışığa ihtiyacımız vardı ve bunun doğru bir seçim olduğunu görecektik.

Alice aniden durup aşağıyı işaret etti. Kilerden gelen serin bir esinti mum ışığını titretiyordu ve titrek ışıkta basamaklardan bize doğru gelen bir karaltı gördüm. Bir an için kalbim duracak sandım. Bunun vahşi Lamia olduğunu sanmıştım. Alice’in yanına inip sol elimi kaldırarak gümüş zinciri fırlatmaya hazırlandım.

Ama esinti azalıp mum ışığı eski halini alınca hızla ilerleyen karaltının mum ışığının oluşturduğu bir yanılsama olduğunu gördüm. Basamaklardan yukarı çıkan bir şey vardı, ama sürünerek ilerliyordu; öyle yavaş çıkıyordu ki demir kapıya varması çok vakit alırdı.

Bu vahşi Lamia’nın yanındaki çukurda kalan diğer canlı cadı, yani Bessy Hill’di. Gri saçları uzayıp kir içinde kalmıştı ve ufak, kara böceklerle kaplıydı; üzerindeki yırtık pırtık elbiseyse küf ve çamur içindeydi.

Yavaş yavaş basamakları tırmanıyordu, ama mezardan çıkabilmiş olmasına rağmen, yıllardır yalnızca sümüklüböcek, solucan ve diğer böcek türleriyle beslenmiş olduğu için fazla kuvvetli olamazdı. Tabii karanlıkta birden karşımıza çıksaydı durum çok daha farklı olabilirdi.

Olduğumuz yerde durduk. Ayak bileklerimizden birini yakalayıverse, elinden kurtulmamız çok zor olurdu. Kana susamıştı ve yanına yaklaşan her ılık tene dişlerini geçirebilirdi. Bir ağız dolusu kan onu anında çok daha güçlü ve tehlikeli kılardı. Korkutucu bir durumdu, fakat onu atlatmak zorundaydık.

Endişeli bir şekilde aşağıya doğru inerken Alice’e beni takip etmesini işaret ettim. Basamaklar genişti ve böylelikle cadıdan uzak durabiliyorduk. Çukurdan çıkmayı nasıl başardığını düşünüyordum.

Olasılıklardan biri vahşi Lamia’nın, dışarı çıkmasına engel olan demir çubukları eğmiş olmasıydı, belki de Meg serbest bırakmıştı.

Yanından geçerken hızlıca ona baktım. Başı bize dönük olmasına rağmen gözleri sımsıkı kapalıydı. Fakat ağzı açıktı ve uzun, mosmor dili, taş zemini yalıyormuşçasına dışarı sarkmıştı. Çevreyi kokladı, hırıltılı bir şekilde nefes alıp verdi ve başını çevirip yukarı kaldırmaya çalıştı. Yeniden açtığında, gözleri karanlıkta ışıl ışıl yanan birer noktaydı.

Onu arkamızda bırakıp alelacele aşağıya inmeye devam ettik. Üç kapının bulunduğu açıklığa varınca asamı Alice’e verdim. Yüzünü ekşiterek aldı. Üvez asaya dokunmaktan hoşlanmıyordu. Ancak ben cebimden anahtarımı çıkarmış, Hayalet’in hücre kapısını açmak için uğraşmaya başlamıştım bile.

O ana dek Hayalet’i hücrede bulamamaktan korkmuştum. Meg’in onu başka bir yere, hatta belki de kilerdeki bir çukura kapatmış olabileceğini düşünüyordum. Ama işte orada, yatağının üzerinde başını ellerinin arasına almış öylece oturuyordu. Mum ışığını fark edince bize doğru baktı, yüzünde şaşkınlık ifadesi vardı. Basamaklardan aşağıya doğru bakıp Lamia’nın yukarı gelmediğinden emin olduktan sonra Alice’le birlikte hücreye girip Hayalet’in ayağa kalkmasına yardım ettik. Onu kapıya doğru sürüklerken hiç karşı koymadı. Bizi tanımamış gibiydi ve Meg’in ona iksirden güçlü bir doz verdiğini düşünüyordum.

Zincirim artık arka cebimdeydi, yani Lamia aniden saldırırsa kolay erişilebilecek bir yerde değildi, gelgelelim başka çarem de yoktu. Alice’le birlikte Hayalet’i dirseklerinden tutup sürüklemeye çalışarak basamakları çıkmak hiç de kolay değildi. Dönüp dönüp arkaya bakıyordum, ama ortalık sessizdi.

Basamaklarda cadıyı bıraktığımız yere varınca onu gözlerini kapamış, gürültülü bir şekilde horlarken bulduk. Basamakları çıkmak onu şimdilik bitkin düşürmüştü.

Çok geçmeden demir kapıya vardık. Geçer geçmez Alice kapıyı sessizce kilitledi ve anahtarı alıp cebime attım. Zemin kata varana dek basamaklardan çıkmaya devam ettik. Meg’in mutfaktan gelen soluk alıp verme sesinden uyuduğunu anlayabilmiştim ve şimdi önemli bir karar vermem gerekiyordu. Ya Alice’e, Hayalet’i evden uzaklaştırması için yardım edecektim ya da mutfağa gidip gümüş zincirle Meg’i bağlayacaktım.

Onu bağlamayı başarabilirsem her şey biterdi ve ev yine bizim kontrolümüze geçerdi. Fakat bu çok riskliydi. Meg aniden uyanabilirdi ve on üzerinden dokuz denemede başarılı olmam bu işi kusursuz bir şekilde yapamama olasılığımın olduğunu gösteriyordu! Iskalayabilirdim ve Meg çok güçlüydü. Hayalet yardım edemezdi ve böyle bir durumda üçümüz de Meg’in insafına kalmış olurduk. Biraz düşündükten sonra ön kapıyı işaret ettim.

Kısa bir süre sonra kapıyı açıp Hayalet’i dışarı çıkarmıştık bile. Sonra ondan mumu alıp sönmesin diye vücuduma iyice yaklaştırdım.

Evde yapmam gereken bir şey daha var, dedim ona. Fazla gecikmem, ama sen Bay Gregory’yi buradan uzaklaştır. Andrew vadinin ortalarında bir yerde seni bekliyor olmalı.

Aptal olma Tom! diye bağırdı Alice şaşkınlık içinde. Oraya geri dönmeni gerektirecek kadar önemli ne olabilir?

Güven bana Alice. Bunu yapmam gerek. Andrew’in dükkanında görüşürüz.

Bana söylemediğin bir şey var, diye üsteledi Alice. Nedir? Bana güvenmiyor musun?

Git Alice, lütfen. Sadece dediğimi yap. Daha sonra her şeyi anlatırım.

Alice, Hayalet’i kolundan tutup isteksizce vadiden aşağıya inmeye başladı. Arkasına bakmadı bile.

Bana çok kızdığını anlayabiliyordum.

Joseph Delaney

Wardstone Günlükleri – 1. Kitap “Hayaletin Çırağı”

Wardstone Günlükleri – 2. Kitap “Hayaletin Laneti”

Wardstone Günlükleri – 3. Kitap “Hayaletin Sırrı”

Hikayenin Bölümleri

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16

hikaye, hikaye oku, hikayeler, korku hikayesi, hayalet, Hayaletin Laneti serisi, Hayaletin Laneti PDF, Hayaletin Çırağı, Hayaletin Çırağı Serisi, Hayaletin Sırrı, Hayaletin Çırağı Oku, Wardstone Günlükleri serisi, Wardstone Günlükleri 1, Wardstone Günlükleri 3, Wardstone Günlükleri Serisi PDF indir, Wardstone Günlükleri serisi, Hayaletin Laneti PDF, Starblade Günlükleri, Wardstone Günlükleri konusu,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu