Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 13. Bölüm
“DÜZENBAZLIK VE İHANET”
Çok geçmeden eve varmıştım. Bacadan tüten kahverengi duman, içeride beni gürül gürül yanan şöminelerin karşılayacağının habercisiydi.
Arka kapıyı çaldım. Çoğu kapıyı açabilen anahtarımı kullanmadım. Bir süredir evden uzakta olduğum için, bunun nazik bir davranış olacağım düşündüm. Üç kez çaldıktan sonra kapıyı nihayet Meg açtı ve bana gülümsedikten sonra içeri geçmem için kenara çekildi.
Dışarısı çok soğuk Tom, hemen içeri gir! Seni tekrar görmek çok güzel.
İçeri girince cübbemle koyun derisi ceketimi çıkarıp asamı duvarın köşesine yerleştirdim, çizmelerimi yere vurarak üzerindeki karları silkeledim.
Otursana, dedi Meg, beni şöminenin yanına doğru götürerek. Soğuktan titriyorsun. İçin ısınsın diye sıcacık bir çorba pişireyim. Şimdilik onunla idare edersin. Daha sonra sana şöyle güzel bir yemek hazırlarım. Soğuktan ziyade Morgan’ın odasında yaşadıklarımın verdiği ürpertiyle titriyordum, fakat yavaş yavaş sakinleşmeye başladım. Bana söyleneni yapıp ateşin önünde ellerimi ısıttım, bir yandan da botlarımdan çıkan buharlara bakıyordum. Tüm parmaklarının sağlam olduğunu görmek güzel! dedi Meg.
Gülümsedim. Bay Gregory nerede? diye sordum. Hayalet işleriyle ilgili olarak mı çağrıldığımı merak etmiştim. Öyle olduğunu umuyordum çünkü bu, iyileşip eski formuna kavuştuğu anlamına gelirdi.
Hala yatakta. Mümkün olduğunca çok dinlenmesi gerekiyor. O halde henüz iyileşmedi. Yavaş yavaş iyiye gidiyor, diye yanıtladı Meg. Ama vakit alacak. Bu işler aceleye gelmez. Onu rahatsız etmemeye çalış. Dinlenmeye ve mümkün olduğunca uyumaya ihtiyacı var.
Dumanı tüten bir kase tavuk çorbası getirdi. Teşekkür edip yavaşça içmeye başladım; içimin ısındığını hissedebiliyordum.
Sallanan sandalyesine otururken, Peki ya baban nasıl? diye sordu aniden. İyileşiyor mu?
Bunu hatırladığına şaşırmıştım ve bu soru tekrar gözlerimin dolmasına neden oldu. O öldü Meg. Çok hastaydı.
Bu kötü bir haber Tom. Çok üzgünüm. Ailenden binlerini kaybetmenin ne demek olduğunu bilirim.
Babamı kaybetmenin verdiği acıyla midemin kasıldığını hissedince aklıma Morgan’ın onun ruhuna yaptıkları geldi. Babam bunu hak etmiyordu. Bunun tekrarlanmasına izin veremezdim. Bir şeyler yapmalıydım.
Meg suskunlaşıp alevlere baktı. Bir süre sonra da gözlerini kapayıp usulca bir şarkı mırıldanmaya başladı. Çorbayı bitirince kaseyi masanın üzerine bıraktım.
Teşekkürler Meg. Çok lezzetliydi.
Yanıt vermedi, uykuya dalmış gibi görünüyordu. Bunu sık sık yapar, şöminenin karşısında, sallanan sandalyesinde uyuyakalırdı.
Şimdi ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ustamla Morgan hakkında konuşabileceğimi ummuştum, fakat bunun için çok hasta olduğu açıktı. Onu sıkıntıya sokarak daha da kötüleşmesine neden olmak istemiyordum. Belki de o uyurken şu büyü kitabına bakabilirdim; acaba gerçekten Morgan’ın söylediği yerde miydi? Belki ne yapmam gerektiğine karar verebilmemi sağlayacak bir işaret bulurdum. Bir şey çok açıktı ki ustam hasta ve Alice de gitmişken artık tek başımaydım ve babam için doğru şeyi yapmak bana kalmıştı. Şu an tek önemli olan buydu ve Morgan’ın ona acı çektirmesine engel olmalıydım. İşe şu büyü kitabını arayarak başlayacaktım.
Hayalet üst katta uyuyordu ve kitabı aramak için bundan daha iyi bir fırsat bulamayabilirdim. Kitabı, Hayalet’in bilgisi olmadan almayı düşünmek bile kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu. Ne var ki sonradan açıklama yapmak için yeterince vakit olurdu. Şimdi en önemli şey babamdı. Morgan’ın ona yeniden işkence yapmasına dayanamazdım.
Mutfaktan çıkıyordum ki Meg aniden gözlerini açıp ateşi harlamak için öne eğildi. Ben yukarı çıkıp Bay Gregory’ye bakacağım, dedim. Hayır, Tom, onu henüz rahatsız etmek istemeyiz, dedi. O kadar uzun süre soğukta yürüdükten sonra ateşin yanında oturup ısınmak istemez misin?
O zaman çalışma odasından defterimi alayım.
Ama çalışma odasına değil de salona geçtim. Hayalet’in hala uyuyor olması Meg’in henüz bitki çayını içmediği anlamına geliyordu. Büyü kitabını ararken Meg’in uyuyor olması gerekirdi ve bunu sağlamanın en kolay yolu da bitki çayıydı. Dolaptan büyük, kahverengi cam kavanozu alıp fincana dörtte üç doz döktüm.
Sonra su ısıtmak için mutfağa geçtim.
Çay fincanını uzatınca, Bu nedir? diye sordu Meg gülümseyerek.
Bitki çayı Meg. İç hadi. Böylece soğuktan etkilenmemiş olursun.
Olacakların tek habercisi, yüzünden silinen gülümsemesiydi. Meg sertçe elime vurunca fincan yere düşüp paramparça oldu. Sonra ayağa kalkıp beni bileğimden yakalayarak kendine çekti. Kaçmaya çabaladıysam da çok kuvvetliydi. Pek bir güç harcamadan kolumu rahatça kırabileceğini hissediyordum.
Yalancı! Yalancı! diye bağırdı, yüzünü yüzüme iyice yaklaştırarak. Senden daha iyisini beklerdim.
Ama sen de John Gregory’den farksızsın! Sakın sana şans tanımadığımı söyleme. Ondan hiçbir farkın olmadığını kanıtladın. Sen de anılarımı benden çalmak istiyordun değil mi evlat? Fakat artık her şeyi hatırlıyorum. Artık ne olduğumu biliyorum!
Meg yüzümün birkaç santim ötesinde bağırıyordu. Senin de ne mal olduğunu biliyorum, dedi bu kez neredeyse fısıldayarak. Ne düşündüğünü biliyorum. En karanlık sırlarını, annene bile anlatamayacağın şeyleri biliyorum. Gözlerimin içine bakıyordu. Gözleri, geçtiğimiz bahar yüz yüze geldiğimizde kıpkırmızı birer nokta kesilen Malkin Ana’nın gözlerinden farklı olarak, gitgide büyüyordu. O bir Lamia cadısıydı ve fiziksel olarak benden çok daha kuvvetliydi, üstelik yavaş yavaş zihnimi de kontrol altına almaya başlıyordu.
Bir gün ne olabileceğini biliyorum Tom Ward, diye fısıldadı, ama buna hala çok var. Sen yalnızca bir çocuksun, bense hatırlayamayacağım kadar uzun süredir bu dünyadayım. Bu yüzden John Gregory’nin üçkağıtlarını denemeye kalkışma, çünkü hepsini biliyorum. Hem de hepsini! Arkama geçip kolumu bıraktıktan sonra boynumdan yakaladı.
Lütfen Meg! Sana zarar vermek istemedim, diye yalvardım. Sana yardım etmek istedim. Alice’le bunu konuşmuştuk. O da sana yardım etmek istiyordu.
Konuşması kolay. Şu berbat şeyi içirmek bana yardım mı edecekti? Hayır, sanmıyorum. Artık yalan söylemeyi bırak, yoksa senin için daha kötü olacak!
Ama bunlar yalan değil Meg. Hatırlasana, Alice’in ailesinde de cadılar var. O seni anlıyor ve başına gelenlere çok üzülüyordu. Bay Gregory ile bu konuyu konuşacaktım ve. Kes sesini evlat! Mazeretlerini yeterince dinledim! diye çıkıştı Meg. Şimdi birlikte kilere ineceğiz. Bakalım orada, karanlıkta kalmak senin hoşuna gidecek mi? Sen bunu hak ediyorsun. Neler çektiğimi anlamanı istiyorum. O kadar süre boyunca hep uyumadım çünkü. Ara sıra uyanıp karanlıkta tek başıma saatlerce düşünüyordum. Ne hareket edecek ne de ayakta duracak gücüm vardı. Şenle John Gregory’nin unutmamı istediğiniz şeyleri anımsamaya çalıştım.
Yine de düşünüp hissedebiliyordum ve birinin gelip beni oradan çıkarana kadar aylar geçeceğinin de farkındaydım.
Önce debelenip karşı koymak için elimden geleni yaptım; fakat bunun yararı yoktu, çok kuvvetliydi. Boynumu bırakmadı, birlikte kiler basamaklarından aşağı inerken neredeyse ayaklarım yerden kesilmiş gibiydi. Sonunda demir kapıya vardık. Anahtar ondaydı ve çok geçmeden kapıyı geçip inmeye devam ettik.
Mum getirmekle uğraşmamıştı ve her ne kadar ben çoğu insana kıyasla karanlıkta yolumu çok daha kolay bulabilsem de inmeye devam ettikçe etraf iyice karanlığa gömüldü, artık gözümün önünü dahi zor seçiyordum. Kileri düşünmek bile beni dehşete düşürüyordu. Meg’in kız kardeşini, yani hala çukurda bulunan vahşi Lamia cadısını anımsadım; onun yakınına dahi gitmek istemiyordum. Neyse ki biraz daha indikten sonra üç kapının önünde durduk.
Bir başka anahtarla soldaki kapıyı açıp beni içeri ittirdikten sonra, kapıyı üstüme kilitledi. Sonra yanımdaki hücrenin kilidini açıp içeri girdiğini duydum. Çok fazla kalmadı. Kapı gürültüyle bir kez daha kapandı ve Meg basamakları tırmanmaya başladı. Çok geçmeden demir kapının gürültüyle kapandığını duydum ve ayak sesleri gitgide azaldı, azaldı ve sonra kesildi.
Geri gelebilir diye bir süre bekledikten sonra, cebimden mumla çıra kutumu çıkardım. Saniyeler sonra mumu yakmış, hücremi inceliyordum. Sekize dört adımlık, köşelerden birinde yatak niyetine saman yığını olan ufak bir hücreydi. Duvarlar iri taş bloklardan yapılmıştı, sağlam bir meşe ağacından yapılmış olan kapının üst kısmındaysa dört tane dikey çubukla kapatılmış kare bir inceleme penceresi vardı.
Yere oturup olanları düşünmeye başladım. Ben yokken neler olup bitmişti? Hayalet’in hemen yanımdaki hücrede, yani Meg’in yaz aylarını geçirdiği hücrede olduğuna artık neredeyse emindim. Yoksa Meg neden oraya girmişti ki? Eve gitmek üzere yola çıktığımda Hayalet hala kötü durumdaydı. Belki de Meg’e bitki çayını vermeyi unutmuş ve o da bu süre içinde hafızasını geri kazanmıştı. Belki de Meg onun yedikleri ya da içtiklerine bir şeyler karıştırmıştı; büyük olasılıkla yıllardır kendisini sakin tutmak için kullanılan şeyden.
Alice’in de etkisi olmuştu tabii. Sürekli olarak Meg’le konuşup ona cadılarla dolu ailesini anlatmıştı.
Ara sıra onları fısıldaşırken görmüştüm. Ne hakkında konuşuyor olabilirlerdi? Eğer Alice istediğini yaptırdıysa Meg’in bitki çayı dozu da azaltılmış olmalıydı. Olanlar için Alice’i suçlamıyordum, ancak Hayalet’in evindeki varlığının da hayatı kolaylaştırmadığı apaçık ortadaydı.
Döndüğümde Meg sersem gibi görünerek benimle oyun oynamıştı. Gerçekten de kendi deyişiyle bana ‘bir şans’ vermiş miydi? Eğer ona bitki çayını vermeye kalkışmasaydım bundan farklı mı davranırdı? Ve sonra anladım. Anglezarke’a döndüğümde aklım Morgan ve babamla ilgili düşüncelerle öylesine doluydu ki hiçbir işareti görememiştim. Bunların ancak şimdi farkına varabiliyordum. Meg bana ilk kez ‘Billy’ değil de ‘Tom’ diye hitap etmişti. Ve babamı hatırlamıştı. Neden bunları o an fark edememiştim ki? Dikkatli davranmam gerekirdi. Aklımı kalbimin idaresine bırakmıştım ve sırf bu yüzden artık tüm Eyalet tehlikedeydi. Bir Lamia cadısı yeniden serbest kalıyor ve onu durdurabilecek ne bir hayalet ne de hayalet çırağı var. Olanlar olmuştu ve benim bir şekilde her şeyi yoluna koymam gerekiyordu.
Bunca kötü şeyin yanında iyi bir şey de vardı: Meg, cadı güçlerini kullanarak niyetimi anlamıştı.
Hakkımda çok şey bilmesine rağmen üzerimi arama zahmetine girmemişti, yoksa çıra kutumla mumu bulurdu. Tabii anahtarı da. Çok karmaşık olmadığı sürece tüm kapıları açan şu meşhur anahtarımı. İşte bu iyi haberdi. Hücremden çıkabilecektim. Üstelik Hayalet’in hücresinin kapısını da açabilirdim.
Kötü haberse anahtarımın merdivenlerin başındaki gümüş kapıyı açamayacak oluşuydu. Yoksa Hayalet sırf o iş için özel bir anahtara ihtiyaç duymazdı. Ve artık bu anahtar Meg’in elindeydi. Hücrelerimizden çıkmayı başarsak da kilerden çıkamazdık. Bu yüzden yapmam gereken çok açıklı. Hayalet’le konuşmalıydım. Ustam yapılması gerekeni bilirdi.
Anahtarımı kullanarak hücremin kapısını açtım. Fazla ses çıkmadı ancak o kadar dikkatli olmama rağmen kapı sıkışmış olduğundan, hızla açılınca merdiven boşluğunda yankılanan bir ses çıktı. Meg’in mutfakta, şöminenin yanında olduğunu ve bu sesi duymadığını umuyordum. Mumu alarak koridora çıktıktan sonra Hayalet’in hücresine yöneldim. İçeri baktıysam da pek bir şey göremedim. Köşede bir yatak vardı, üzerinde de karanlık bir siluet. Bu Hayalet miydi?
Bay Gregory! Bay Gregory! diye seslendim parmaklıkların ardından. Bir yandan acele etmeye öte yandan bağırmamaya çalışıyordum.
Yatağın üzerindeki karaltı homurdanıp hareket etti. Bu gerçekten de Hayalet olmalıydı. Tekrar seslenecektim ki daha aşağıdaki basamaklardan bir ses geldi. Durup dinledim. Bir an için hiçbir şey duyamadım. Sonra tekrar duydum. Bir şey basamaklardan yukarı, bana doğru geliyordu.
Fare mi? Hayır, çıkarttığı ses bir fare için çok yüksekti. Ve aniden kesildi. Yoksa yanılıyor muydum?
Acaba bu ses hayal gücümün bir oyunu muydu? Korku insana oyunlar oynayabilir. Hayalet’in her zaman söylediği gibi: rüyayla gerçek arasındaki farkı anlamak önemlidir.
Farkında olmadan nefesimi tutmaya başlamıştım. Nefes alıp vermeye başladığımdaysa basamaklardaki ses yeniden duyuldu. Köşeden ilerisini göremediğimden sesi neyin çıkardığını ancak tahmin edebilirdim.
Bu, sürünerek yukarı çıkmaya çalışan birinin çıkaracağı sesten farklıydı, yani bir şekilde serbest kalmayı başarmış ölü bir cadı olamazdı ya da herhangi bir sebepten ötürü aşağıda saklanan bir insan. Bu, daha önce hiç duymadığım bir sesti.
Bir şey önce hareket ediyor, sonra duruyor; sonra yeniden hareket edip kısa bir sonra tekrar duruyordu.
Bana doğru gelen her neyse ikiden fazla ayağı olmalıydı! Başka ne olabilirdi ki? Vahşi Lamia cadısı olmalıydı! Çukurda yıllar geçirdikten sonra insan kanı için dayanılmaz bir açlık duyardı. Ve benim peşimdeydi!
Panik içinde, doğru dürüst düşünemeden hücreme girdim, kapıyı kapatıp çabucak kilitledim. Sonra mumu söndürdüm; yoksa ışığı görüp buraya yönelebilirdi. Peki ama kilitli bir hücredeyken bile güvende sayılır mıydım? Eğer cadı çukurdan kaçabildiyse demir çubukları bükebiliyor demekti. Sonra Meg’in kız kardeşini çukurdan çıkarmış olabileceğini düşünerek biraz olsun rahatladım. Fakat bu durum pek uzun sürmedi. Hayalet’in kapıyla ilgili söylediklerini anımsadım: Demir, çoğunun buradan geçmesine engel olur.
Lamia cadısı kilerdeki en tehlikeli varlıktı. Yani eğer kaçmayı aklına koyduysa demir parmaklıklı kapı bile onu uzun süre durdurmaya yetmezdi! Hücremin demir parmaklıklarına gelince, bunlar onun için çocuk oyuncağıydı. Tek umudum çukurda bu kadar uzun süre kaldıktan sonra cadının kendini biraz olsun yorgun hissediyor olmasıydı.
Hiç hareket etmeden etrafı dinlerken olabildiğince sessiz soluk alıp vermeye çalışıyordum. Yaklaştığını duyabiliyordum. Hızlı hızlı ilerliyor, sonra duruyor, sonra tekrar hızlı hızlı ilerleyerek gitgide yaklaşıyordu. Hücrenin köşesine büzüşüp nefesimi tuttum.
Bir şey usulca kapıya dokundu. Bir sonraki temas daha kuvvetliceydi ve sivri pençeleriyle kapıyı tutmaya çalışıyormuş gibi kazıma sesleri geliyordu. Sanki bir şey pençeleriyle kapıya tutunarak tırmanıyordu. Hiç düşünmeden hücreme geri dönmüştüm, oysa şimdi kendi kendime keşke Hayalet’in hücresine girseydim diye düşünüyordum. Onu uyandırıp ne yapmam gerektiğini sorabilirdim. Karanlıktı. Hem de çok karanlık. Hücremin içi öyle karanlıktı ki kapının nerede bitip duvarların nerede başladığını dahi kestiremiyordum. Fakat dört dikey parmaklığın kestiği inceleme penceresi çevresine kıyasla biraz daha soluktu, yani basamaklarda, hücremin karşısındaki duvarı aydınlatan bir ışık olmalıydı.
İnceleme penceresi boyunca bir şey hareket etti. Yalnızca bir silüetti, ama bunun bir el olduğunu
anlayabilecek kadar görebilmiştim. Demir parmaklıkları kavradığını duydum. Gelgelelim sanki parmaklıkları tutan kanlı canlı bir şey değil gibiydi. Sanki demir eğelenmiş gibi bir ses çıktı, hemen ardından da acı ve öfke dolu bir tıslama. Lamia cadısı demire dokunmuştu, çok fazla acı çekiyor olmalıydı.
Orada yalnızca irade gücüyle durabiliyordu. Sonra arkasındaki solgun ışığı, yükselen ay gibi kesen bir şey yukarı doğru hareket etti. Bu cadının başı olmalıydı. Parmaklıkların arasından bana bakıyordu, ancak etraf gözleri görülemeyecek kadar karanlıktı!
Bir ses daha duyuldu ve bu kez kapı gıcırdamaya başladı. Korkudan titriyordum. Parmaklıkları bükmeye ya da ahşap kapıdan çekip çıkarmaya çalışıyordu.
Üvez ağacından yapılma asam yanımda olsa parmaklıkların arasından ona vurup uzaklaştırma şansım olabilirdi. Fakat hiçbir şeyim yoktu. Gümüş zincirim çantada olduğundan işime yaramazdı. Yanımda, kendimi koruyabileceğim hiçbir şey yoktu.
Üzerindeki baskı arttıkça titreyip duran kapının çatırdamaya başladığını duydum. Cadı bir kez daha tısladı, hırıltıyı andıran boğuk bir ses çıkardı. İçeri girip kanımı içmek istiyordu.
Neyse ki basamakların başladığı yerden bir gürültü duyulunca Lamia parmaklıkları bırakıp gözden kayboldu. Yaklaşan ayak seslerinin yankısını duyup mum ışığının duvarda titreyen yansımasını gördüm.
Kapının arkasından Meg’in, Geriye! Geriye! diye bağırdığını duydum; bunu basamaklardan aşağıya hızla inen vahşi Lamia cadısının ayak sesleri takip etti.
Sonrasında titreyen mum ışığını gördüm ve sivri burunlu ayakkabıların o vahşi yaratığın peşinden aşağıya inerken çıkardığı sesleri duydum. Olduğum yerde, köşeye büzüşmüş şekilde kalakaldım. Bir süre sonra ayak sesleri yeniden yaklaştı, yere bir kova bırakıldığını duydum ve sonra hücre kapımın kilidi açıldı.
Meg kapıyı açmadan mum parçasıyla çıra kutumu cebime sokuşturuverdim. Şimdiyse kendimi
Hayalet’in hücresine kilitlemediğime memnundum, yoksa anahtarımın varlığını öğrenirdi. Meg kapı eşiğinde durup elindeki mumu havaya kaldırdı. Diğer eliyle ona doğru gitmemi işaret etti.
Hareket etmedim. Çok korkmuştum.
Buraya gel evlat, diyerek kendi kendine kıkırdadı. Merak etme. Isırmam!
Dizlerimin üstünde duruyordum, fakat bacaklarım ağırlığımı taşıyamayacak kadar titrekti.
Gelecek misin evlat? Yoksa benim mi gelip almam gerek? diye sordu Meg. ilk seçenek çok daha kolay ve daha az acı vericidir.
Bu kez korkudan ayağa kalkabildim. ‘Evcil’ olabilirdi, ama yine de Meg, en sevdiği yiyecek muhtemelen insan kanı olan bir Lamia cadısıydı. Bitki çayı bunları unutmasını sağlamıştı. Fakat artık ne olduğunu çok iyi biliyordu. Ne istediğini de. Sesinde bir zorlama vardı; benliğimi ele geçirip açık kapıya doğru yürümeme neden olan tuhaf bir güç.
Marcia’yı tam da bu esnada beslemeye karar verdiğim için şanslısın, diyerek yerdeki kovayı işaret etti.
Aşağı baktım. Kova boştu. İçinde ne olduğunu bilmiyorum, ama kovanın dibinde bir kan tabakası vardı.
Neredeyse erteleyecektim, ama sonra bu kadar genç olduğun için Marcia’nın seni yakalamayı ne kadar çok isteyeceğini hatırladım. John Gregory’de senin çekiciliğinin yarısı bile yok, dedi gülümseyerek, başıyla yan hücreyi işaret ederken. Demek Hayalet gerçekten de oradaydı.
O seni gerçekten çok önemsiyor, dedim Meg’e çaresiz bir şekilde. Her zaman da önemsemiş. Bu
yüzden lütfen ona bu şekilde davranma! Hatta o seni seviyor. Seni gerçekten seviyor! Bunu defterlerinden birine yazmış. Okumamam gerekirdi, ama okudum işte. Bu gerçek.
Neler yazdığı kelimesi kelimesine aklımdaydı:
Onu, kendi ruhumdan bile çok sevdiğimin farkına varmışken nasıl olup da çukura koyabilirdim.
Sevgi! diyerek alaylı bir şekilde gülümsedi Meg. Onun gibi bir adam sevgi hakkında ne bilir ki?
İlk tanıştığınızda mesleği yüzünden seni çukura yerleştirmek zorunda kalmış, ama bunu yapamamış Meg! Bunu yapamamış, çünkü seni çok sevmiş. Bu, öğrendiği ve inandığı her şeye ters olmasına rağmen yine de seni kurtardı. Sana o çayı sadece başka bir çıkar yol bulamadığı için verdi. Çukur ya da çay: O en iyisi olduğuna inandığı şeyi seçti, çünkü seni çok önemsiyor.
Meg öfkeyle tıslayarak dibini yalamak istermişçesine kovaya baktı. Bu çok uzun zaman önceydi ve eğer doğruysa bile sevgisini gösterme şekli çok değişik. Belki şimdi yılın yarısında burada kilitli kalmanın ne demek olduğunu anlar. Çünkü hiç acelem yok. Onunla ne yapacağım konusunda karar vermeden önce uzun uzun düşüneceğim. Sana gelince, sen daha çocuksun ve bu yüzden seni fazla suçlamıyorum. Bundan iyisini bilmiyorsun, çünkü seni böyle eğitmiş. Ve bu çok zorlu bir yaşam. Zor bir meslek.
Gitmene izin verirdim, diye devam etti konuşmaya, fakat işin ucunu bırakmazsın öyle değil mi? Senin yapın bu. Böyle yetiştirilmişsin. Yardım çağırmaya gidersin. Onu kurtarmaya çalışırsın. Bu civarda yaşayanlar beni pek sevmez. Böyle düşünmeleri için geçmişte onlara yeterince sebep verdim, ama çoğu da başlarına geleni hak etmişti. Onlara haber verirsen beni linç etmeye gelirler. Baş edemeyeceğim kadar çok sayıda olurlar. Ancak sana tek bir şey için söz verebilirim: Seni kız kardeşime vermeyeceğim. En azından bunu yapabilirim.
Sözlerini bitirdikten sonra eliyle geri çekilmemi işaret etti; sonra kapıyı kapatıp yeniden kilitledi.
Daha sonra yiyecek bir şeyler getiririm, diye seslendi parmaklıkların ardından. Belki de o zamana dek seni ne yapmam gerektiğine karar vermiş olurum.
Tekrar gelene kadar saatler geçti ve bu süre zarfında düşünüp plan yapma fırsatım oldu. İyice kulak kabartmıştım ve Meg’in basamaklardan inmeye başladığım duydum. Dışarıda hava kararıyor olmalıydı. Bana erken bir akşam yemeği getirdiğini düşünüyordum ve bunun yiyeceğim son akşam yemeği olmamasını umuyordum. Demir kapıyı açtığını duydum. İyice odaklanıp kapının kapanmasıyla sivri burun ayakkabıların klik klak seslerinin yeniden duyulması arasında geçen süreye dikkat ettim.
Aklımda iki plan vardı. İkincisi oldukça riskli olduğundan ilkinin işe yaramasını umuyordum. Parmaklıkların arasından az da olsa ışık sızdığını gördüm. Meg hücremin önüne bir şey bıraktıktan sonra kilitli kapıyı açtı. Yere bıraktığı, bir tepside dumanı tüten iki kase çorba ve iki kaşıktı.
Bir şey düşündüm Meg, dedim aklımdaki ilk planı, yani onu konuşarak ikna etmeyi uygulamak için.
Her ikimiz için de işleri çok daha iyi hale getirecek bir şey. Neden evin idaresini bana bırakmıyorsun?
Şömineleri yakıp su taşıyabilirim. Sana çok yardımım dokunacaktır. Shanks siparişleri getirdiğinde ne yapacaksın? Eğer kapıyı sen açarsan serbest kaldığını anlar. Fakat ben açarsam bu asla aklına gelmez.
Üstelik hayalet işleriyle ilgili biri gelecek olursa ustamın hala hasta olduğunu söylerim. Eğer kapıya benim bakmama izin verirsen serbest kaldığının anlaşılması oldukça zaman alır. Böylelikle Bay Gregory hakkında ne yapacağını düşünecek vaktin olur.
Meg gülümsedi. Çorbanı al evlat.
Eğilip tepsideki çorba kaseleriyle kaşıklardan birer tane aldım. Yeniden ayağa kalkınca Meg beni geri ittirip hücre kapısını yavaşça kapattı.
İyi deneme evlat, gelgelelim bir fırsatım bulup ustanı kurtarmak için harekete geçmen ne kadar sürer?
Bahse girerim fazla uzun sürmez.
Meg kapıyı kilitledi. İlk planım başarısız olmuştu. Artık ikinci planı denemekten başka çarem yoktu.
Çorba kasemi yere bırakıp cebimden anahtarı çıkardım. Meg’in Hayalet’in hücre kapısını açtığını
duyabiliyordum. Riske girip her şeyin yolunda gitmesini umarak bekledim.
Haklıydım! Doğruca Hayalet’in hücresine girdi. Ustamın ayağa kalkamayacak kadar bitkin ya da
ilaçlardan sersemlemiş olduğunu tahmin etmiştim. Hatta onu Meg’in yedirmesi bile gerekebilirdi. Vakit kaybetmeden hücre kapımı usulca açıp dışarı çıktım. Neyse ki bu kez ses çıkarmadı.
Her şeyi dikkatlice düşünmüş, olası tüm riskleri gözden geçirmiştim. Seçeneklerden biri Hayalet’in hücresine girip Meg’le başa çıkmaya çalışmaktı. Normal şartlar altında ben ve ustam onu alt edebilirdik, ancak şu an Hayalet bana yardım edemeyecek kadar zayıf düşmüştü. Üstelik elimizde hiçbir şey yoktu. Ne üvez asa ne de zincir.
Ben de çalışma odasındaki çantamdan gümüş zincirimi alıp Meg’i bağlamayı denemeye karar verdim.
Bunu yapabilmek için umduğum iki şey vardı: İlki, vahşi Lamia gelip beni yakalamadan demir kapıdan geçebilmekti. İkincisiyse Meg’in demir kapıyı arkasından kilitlememiş olmasıydı. İşte bu yüzden o aşağı inerken dikkatlice dinlemiştim. Demir kapının sesini duyduktan sonra neredeyse hemen merdivenlerden inmeye başlamıştı. Kapıyı ardından kilitleyebileceği kadar vakit geçmemişti. Ya da en azından ben böyle düşünüyordum!
Önce basamakları parmak uçlarımda, dikkatlice çıktım. Bir yandan da sürekli olarak arkama dönüyor, önce Meg’in peşimden gelip gelmediğini görebilmek için hücre kapısına, sonra da vahşi Marcia’nın gelip gelmediğini görebilmek için basamakların karanlığın içinde kaybolduğu yere bakıyordum. Marcia’nın sabah kahvaltısından sonra hala acıkmamış olduğunu umuyordum ya da Meg oradayken kilerden çıkmayacağını.
Belki de kız kardeşinden korkuyordu. Ne de olsa Meg emredince ona itaat edip kilere geri inmişti. En sonunda demir kapıya ulaşıp o soğuk parmaklıkları tuttum. Kilitli miydi? Kapı, çektiğimde açılınca rahatlayıp olabildiğince sessiz hareket etmeye çalıştım. Fakat Hayalet bu kapıyı merdivenin ortasına inşa ettirirken ne yaptığını biliyormuş. Kapı basamağa çarpınca çıkan ses, kilise çanı gibi yankılanarak bütün evi titretti.
Meg Hayalet’in hücresinden fırladığı gibi kolları havada, parmaklarıysa birer pençe gibi kıvrılmış,
basamakları üçer beşer çıkarak bana doğru koşmaya başladı. Bir an için olduğum yerde donakaldım. Birkaç saniye daha kaybetsem çok geç olabilirdi, ama neyse ki tam zamanında ben de koşmaya başladım. Arkama bile bakmadan koştum, koştum. Basamakların tepesine varıp evin içinden mutfağa doğru koşarken Meg’in hemen arkamda olduğunu hissediyor, ayak seslerini duyuyordum ve tırnaklarını enseme batıracağı anı bekliyordum. Çalışma odasına gidip çantamı almaya vakit yoktu. Çantayı açıp içinden gümüş zinciri çıkarmak içinse hiç vaktim olmazdı. Arka kapıya varınca cübbemi, ceketimi ve asamı kaptığım gibi kapıyı açıp dondurucu soğuğa çıktım.
Haklıydım. Alacakaranlıktı, ama yine de etrafı görmeme yetecek kadar ışık vardı. Sürekli arkama
bakarak koşmaya devam ettim, fakat artık takip edildiğime dair hiçbir iz yoklu. Vadiden aşağı olabildiğince hızlı inmeye çabaladım, ama bu çok güç oldu. Her yer karla kaplıydı ve karlar donmaya başlamıştı.
Aşağıya varınca durup tekrar yukarı baktım. Meg beni takip etmemişti. Keskin bir soğuk vardı ve
kuzeyden esen rüzgara karşı koyun derisi ceketimi giyip kukuletamı başımın üzerine geçirdim. Aklımı toparlayabilmek için duraksadım. Nefes alıp verdikçe ağzımdan buhar çıkıyordu.
Hayalet’i Meg’in insafına bıraktığım için kendimi bir korkak gibi hissediyordum ve bunu telafi etmeliydim. Hayalet’i bir şekilde oradan, Meg’in elinden kurtarmalıydım. Gelgelelim bunun için yardıma ihtiyacım vardı. Ve yardımı fazla uzakta aramama gerek yoktu. Bana daha önce Priestown’da yardım etmiş olan Hayalet’in erkek kardeşi Andrew, Adlington’da çalışıyor ve orada oturuyordu. Zehir’i hapseden Gümüş Kapı’nın anahtarını yapan çilingir oydu. Hayalet’in kilerindeki demir kapı için bir anahtar yapmak onun için çocuk oyuncağıydı. Ve benim ihtiyacım olan da tam olarak buydu.
Kış evine gizlice girip Hayalet’i hücresinden çıkarmalıydım. Demesi kolaydı. Serbestçe dolaşan bir vahşi Lamia cadısı söz konusuydu; üstelik bir de Meg vardı.
Beni bekleyen güçlükleri düşünmemeye çalışarak karın içinden Adlington’a doğru yola koyuldum. Yol boyunca yokuş aşağı indim. Fakat çok geçmeden bu yolu gerisin geri katetmem gerekecekti.
Joseph Delaney
Wardstone Günlükleri – 1. Kitap “Hayaletin Çırağı”
Wardstone Günlükleri – 2. Kitap “Hayaletin Laneti”
Wardstone Günlükleri – 3. Kitap “Hayaletin Sırrı”
Hikayenin Bölümleri
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14
hikaye, hikaye oku, hikayeler, korku hikayesi, hayalet, Hayaletin Laneti serisi, Hayaletin Laneti PDF, Hayaletin Çırağı, Hayaletin Çırağı Serisi, Hayaletin Sırrı, Hayaletin Çırağı Oku, Wardstone Günlükleri serisi, Wardstone Günlükleri 1, Wardstone Günlükleri 3, Wardstone Günlükleri Serisi PDF indir, Wardstone Günlükleri serisi, Hayaletin Laneti PDF, Starblade Günlükleri, Wardstone Günlükleri konusu,