Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 12. Bölüm

Korku Hikayesi

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 12. Bölüm

“NEKROMANSİ”

Güneye indikçe hava daha da soğuyor, yağmur yerini tekrar kara bırakıyordu. Çok yorgundum ve hiç vakit kaybetmeden Hayalet’in evine gitmek istiyordum, fakat Alice’e önce onu ziyaret edeceğime dair söz vermiştim ve bu sözümü tutmak da istiyordum.

Moor View Çiftliği göründüğünde hava kararmaya başlamıştı bile. Rüzgar azalmış, bulutlar dağılmıştı.

Ay yükseliyor, yağan karsa her şeyi olduğundan daha aydınlık gösteriyordu. Çiftlik evinin ötesindeki göl kapkara bir ayna gibi yıldızları yansıtıyordu.

Çiftlik karanlığa gömülmüştü. Kışın çoğu çiftçi erkenden yatar; ben de böyle olmasını bekliyordum. Fakat Alice’in geldiğimi hissedip benimle buluşmak için dışarı çıkmanın bir yolunu bulmuş olmasını umuyordum. Çiftliği çevreleyen çitleri aştım, tarlalardan geçerek yıkık dökük binalara doğru ilerledim. Hemen önümde bir büyükbaş ahırı vardı ve içeriden gelen beklenmedik sesi duyunca yarı aralık kapının önünde durdum. Biri ağlıyordu.

Kapıdan girdiğimde hayvanlar huzursuz olup sağa sola kaçıştılar. Kötü kokuyu anında fark ettim. Bu, ahırlardaki alışılagelmiş hayvan ve dışkı kokusu değildi. Bu, sığırlarla domuzlarda görülen bir tür ishal hastalığının kokuşuydu. Tedavisi vardı, gelgelelim bu hayvanlar hasta ve bakımsızdı. Buraya son gelişimden bu yana işler daha da kötüye gitmişti.

İşte tam o sırada birinin beni izlediğini fark ettim. Bay Hurst, hemen solumda, ay ışığının aydınlattığı bir alanda duran süt sağma taburesinde oturuyordu. Yaşlı adamın yanaklarından yaşlar süzülüyordu ve orada öylece oturmuş, bana bakıyordu. Acı, yüzünü kaplamıştı. Ayağa kalktığında bir adım geriledim.

Çek git buradan! Rahat bırak beni! diye bağırarak yumruğunu salladı. Baştan aşağı bembeyaz kesilmişti.

Şaşkına dönmüş ve üzülmüştüm. Bay Hurst son derece sakin ve ılımlı biri olmuş, ne Alice’e ne de bana bir kez olsun kötü bir söz söylemişti. Başımı eğip dışarı çıktım. Onun için çok üzülüyordum. Morgan ona çok kötü davranıyor olmalıydı. Bu kadar üzgün ve utanç içinde olmasının başka sebebi olamazdı. Ne yapmam gerektiğini bilemiyordum ve bu konuyu Alice’le konuşmanın en iyisi olacağına karar verdim.

Bahçeye dek yürümeye devam ettim. Ev hala karanlıktı ve ne yapmam gerektiğinden emin değildim. Bu kadar yaklaştığımı anlamaması için Alice’in çok derin bir uykuda olması gerekirdi. Bir süre buz gibi soğukta bekledim.

Arka kapıya gittim ve kapıyı iki kez çaldım. Bir kez daha çalmama gerek kalmadı. Çok geçmeden kapı gıcırdayarak aralanınca ay ışığında gözlerini kırpıştırarak bana bakan Bayan Hurst belirdi.

Alice’le konuşmam gerek, dedim.

Gel gel, içeri gel, dedi zayıf ve boğuk bir sesle.

Kapı eşiğinde yalnızca bir paspas vardı, ben de içeri girerken gülümseyip ona teşekkür ettim ve çizmelerimdeki karı iyice silkeledim. Hemen karşımızda iki kapı vardı. Sağdaki kapalıydı; Morgan’ın odasına açılan kapıysa aralık duruyordu, içeriden mum ışığının geldiğini görebiliyordum.

İçeri gir, diyerek ışığı işaret etti.

Bir an için Alice’in Morgan’ın odasında ne aradığını düşünerek duraksasam da içeri girdim. Odada ağır bir içyağı kokusu vardı ve nedense ilk fark ettiğim şey büyük, pirinç bir mumluğa oturtulmuş kalın, simsiyah bir mum oldu.

Her iki ucunda da birer sandalyenin durduğu uzun, ahşap masanın tam ortasına konulmuştu.

Alice’i görmeyi bekliyordum, ama yanılmıştım. Masanın bana yakın ucunda, mum ışığına doğru bakan kukuletalı bir siluet vardı. Bana dönünce sakalını, o alaycı gülümsemesini tanıdım. Bu Morgan’dı.

İçgüdülerim bir kez daha kaçıp gitmemi söylüyordu, ancak bu kez tam arkamdan gelen iki farklı ses duydum. Bunlardan ilki sertçe kapatılan bir kapının sesiydi. İkincisiyse kilit mekanizmasının sesi. Tam karşımda siyah bir perdenin örttüğü bir pencere vardı ve başka çıkış kapısı da yoktu. Morgan’la birlikte odaya kilitlenmiştim.

Etrafıma baktım, taş zemine ve boş sandalyeye. Oda soğuktu, titremeye başladım. Odada şömine vardı, fakat içi kül doluydu.

Otursana Tom, dedi Morgan. Konuşacak çok şeyimiz var.

Ben yerimden kıpırdamayınca karşısındaki sandalyeyi işaret etti.

Buraya Alice’le konuşmaya geldim, dedim.

Alice gitti, dedi Morgan. Üç gün önce gitti.

Gitti mi? Nereye gitti?

Söylemedi. Pek konuşkan bir kız değildi şu Alice. Gittiğini söyleme zahmetine bile katlanmadı. Şimdi Tom, bu odaya en son o kızla birlikte davetsizce, bir hırsız gibi girdin. Ama şimdi bunu unutacağız. Seni bekliyordum. Tekrar söylüyorum, otursana.

Umutsuzca sandalyeye otururken asamı sımsıkı tutuyordum. Bu odaya girdiğimizi nereden biliyordu? Alice için gerçekten endişelenmeye başlamıştım. Nereye gitmiş olabilirdi? Pendle’a dönmüş olamazdı. Başımı kaldırınca Morgan’la göz göze geldim. Aniden, gülümseyerek kukuletasını indirince o darmadağınık saçları ortaya çıktı. Bir önceki karşılaşmamızdan bu yana saçı daha da kırlaşmış gibiydi. Mum ışığında yüzündeki derin kırışıklar iyice seçilebiliyordu.

Sana şarap ikram ederdim ama çalışırken içki içmem.

Ben zaten pek şarap içmem, dedim.

Ama peynir yiyor olmalısın, dedi alaylı bir şekilde gülümseyerek.

Yanıt vermeyince ciddileşti. Birden öne eğilip hızlıca üfleyerek mumu söndürdü. Oda koyu bir karanlığa gömüldüğünde içyağı kokusu sanki daha da yoğunlaşmıştı.

Sadece sen, ben ve karanlık var, dedi Morgan. Buna katlanabilir misin? Çırağım olmaya uygun musun?

Bunlar, Hayalet’in beni çıraklığımın başladığı ilk gün götürdüğü Horshaw’daki perili evde söylediklerinin aynısıydı. Oraya beni, hayalet olmaya elverişli olup olmadığıma karar vermek için götürmüştü. Bu sözleri de tam mum söndüğü sırada söylemişti.

Bahse girerim merdivenlerden kilere indiğinde köşede oturuyordu ve sen yaklaşınca da ayağa kalktı, diye devam etti Morgan. Hiçbir şey değişmiyor. Sen, ben ve iki düzine çırak daha. Yaşlı ahmak! Neyse ki kimse onun yanında uzun süre kalmıyor.

Sen üç yıl kaldın, dedim karanlığa usulca.

Demek sonunda konuşmaya karar verdin Tom! Bu iyi. Demek hakkımda bir şeyler anlatıyor. İyi şeyler mi bari?

Pek değil.

Buna hiç şaşırmadım. Çıraklığı neden bıraktığımdan bahsetti mi peki?

Artık gözlerim karanlığa alışmıştı ve belli belirsiz de olsa tam karşımda bana dönük başını seçebiliyordum. Hayalet’in, disiplin eksikliği olduğunu ve bu işe uygun olmadığını düşündüğünü söyleyebilirdim, fakat bunu yapmak yerine birkaç soru sormaya karar verdim.

Benden ne istiyorsun? Ve kapı neden kilitlendi? diye sordum.

Bir daha kaçamayasın diye, dedi Morgan. Kalıp göstereceklerimi görmekten başka seçeneğin kalmasın diye. Duyduklarıma bakılırsa iyi bir çırakmışsın. Sen de, ben de ustanın bunu takdir etmediğini biliyoruz, işte bu da yeni çıraklığının ilk dersi olacak. Ölülerle karşılaşmışındır. Şimdi ben de yeni bilgiler edinmeni sağlayacağım. Hem de çok iyi bilgiler.

Neden bunu yapasın ki? diye üsteledim. Hem Bay Gregory, bana bilmem gereken her şeyi öğretiyor.

Her şeyin bir sırası var Tom, diye yanıtladı Morgan. Önce hortlaklar hakkında konuşalım. Onlar hakkında ne biliyorsun?

Biraz suyuna gitmeye karar verdim. Belki söylemek istediklerini söylemesine izin verirsem Hayalet’in evine doğru yola koyulabilirdim.

Çoğu hortlak, kemiklerinin bulunduğu çevreye; bazıları da dünyadayken işledikleri yahut başlarına gelen korkunç bir suç mahalline bağlanır. İstedikleri gibi dolaşma özgürlükleri yoktur.

Aferin Tom, dedi Morgan, sesinde yine alaycı bir ton vardı. Bahse girerim tüm bunları cici bir çırak gibi defterine de yazmışsındır. Ama işte yaşlı ahmağın muhtemelen sana öğretmediği bir şey. Bundan bahsetmemiştir, çünkü bunu düşünmekten hoşlanmaz. İşte o büyük soru. Ölüler, öldükten sonra nereye gider? Tabii cin ve hortlak gibi bağlananlardan bahsetmiyorum. Diğer ölülerden bahsediyorum. Yani çoğunluktan. Baban gibi sıradan insanlardan.

Babamın bahsi geçer geçmez doğrulup gözlerimi Morgan’a diktim. Babam hakkında ne biliyorsun? diye sordum sinirli bir şekilde. Onun öldüğünü nereden bildin?

Hepsinin zamanı gelecek Tom. Hepsinin zamanı gelecek. Ustanın hayal bile edemeyeceği güçlerim var. Ama sen sorumu yanıtlamadın. Ölüler nereye gider?

Kiliseye göre Cennet, Cehennem, Araf ya da Limbo’dan birine, diye yanıtladım. Buna pek emin değilim ve evet, Bay Gregory asla bundan bahsetmez. Ama ruhun ölümden sonra da varlığını sürdürdüğüne inanıyorum.

Araf ruhların Cennet’e girebilecek hale gelene dek acı çekip arındıkları bir yerdi. Limbo ise daha gizemliydi. Rahiplere göre oraya vaftiz edilmemiş kimseler giderdi. Gerçek anlamda kötü olmayan, fakat kendi suçları olmadığı halde Cennet’ e giremeyecek olan ruhlar.

Kilise ne bilir ki? dedi Morgan alaylı bir ifadeyle. Yaşlı Gregory ile aynı kanıda olduğumuz tek şey de bu zaten. Fakat Tom, görüyorsun ya, bu bahsettiğin dört farklı yerin içinde benim gibi birinin işine en fazla yarayacak olan yer Limbo’dur. Adını Latincede ‘uç’ ya da ‘kenar’ anlamına gelen limbus kelimesinden alır.

Nereye gidecek olurlarsa olsunlar, ölülerin çoğunluğu öncelikle bu dünyanın ucundaki Limbo’dan geçmek zorundadır ve bazıları için bu çok güçtür.

Zayıflar, korkaklar ve suçlular, bu dünyaya geri düşerek hortlakların, yani bu dünyaya hapsolmuş varlıkların arasına katılır. Bunlar kontrol edilmesi en kolay olan ruhlardır. Gelgelelim güçlü ve iyiler bile Limbo’dan geçebilmek için çaba sari etmelidir. Bu uzun sürer ve orada kaldıkları süre içinde istediğim her ruha erişme gücüne sahibim. Oradan çıkmasını engelleyebilirim. Ona her istediğimi yaptırabilirim. Gerekirse ona acı bile çektirebilirim.

Ölüler için yaşam diye bir şey kalmamıştır. Yaşam onlar için sona ermiştir. Ama biz hala yaşıyoruz ve onları kullanabiliriz. Onlardan faydalanabiliriz. Gregory’nin bana olan borcunu ödemesini istiyorum. Kütüphanesi envai çeşit bilgi içeren kitaplarla dolu Chipenden’daki o evi istiyorum. Sonra bir şey daha var. Çok daha önemli bir şey. Benden çaldığı bir şey: Bir büyü kitabı, içinde farklı büyü ve ayinler anlatılıyor. Ve işte sen o kitabı geri almama yardım edeceksin. Karşılığında, benim eğitimim altında çıraklığına devam edebilirsin.

Sana ustanın hayal bile edemeyeceği şeyleri öğretirim. Gerçek bir güce sahip olmanı sağlarım! Beni eğitmeni istemiyorum, diye çıkıştım. Şu anki halimden memnunum!

Bu konuda bir seçim şansın olduğu fikrine nereden kapıldın acaba? diye sordu Morgan, sesi bir anda soğuk ve tehditkar bir hal almıştı. Sanırım artık neler yapabileceğimi göstermenin zamanı geldi. Şimdi kendi güvenliğin için hiç hareket etmemeni ve dikkatlice dinlemeni istiyorum. Ne olursa olsun sakın o sandalyeden kalkmaya çalışma! Oda bir anda sessizleşti ve ben de söyleneni yaptım. Başka ne yapabilirdim ki? Kapı kilitliydi, üstelik benden çok daha iri ve kuvvetliydi. Ona karşı asamı kullanabilirdim, fakat başarılı olacağımın garantisi yoktu. Şimdilik yapılabilecek en iyi şey onun istediklerini yapmak olduğunu düşündüm, ta ki kaçıp Hayalet’ in yanına gitmenin bir yolunu bulana dek.

Karanlıktan belli belirsiz bir ses geldi. Hışırtıyla patırtı arası bir sesti bu. Sanki ahşap döşemelerin altında fareler Koşturuyordu. Fakat zemin ahşap değil taştı. Odanın soğumaya başladığını hissedebiliyordum ve bu genelde yaklaşan bir şeylerin habercisiydi; dünya dışı bir şeylerin. Ancak bu soğuk yine her zamankinden farklıydı, tıpkı kilisedeki karşılaşmamızda hissettiğim gibi.

Aniden başımızın üzerinden gelen bir çan sesi duyuldu. Tok ve acı dolu bir sesti, sanki yas tutanları cenazeye çağırıyor gibi ses öylesine yüksekti ki masanın titrediğini hissedebiliyordum. Çan dokuz kez çaldı, her biri bir öncekinden daha zayıftı. Hemen ardından masanın üzerine üç kez sertçe vuruldu. Morgan’ın siluetini görebiliyordum, hareket etmiyordu. Masaya tekrar, bu kez daha sert bir şekilde vuruldu ve devrilen ağır pirinç şamdan masadan aşağı yuvarlanıp gürültüyle yere düştü.

Karanlığa gömülen odada, bunu izleyen sessizlik neredeyse acı vericiydi ve kulaklarımın patlayacakmış gibi olduğunu hissediyordum. Nefesimi tutuyor, yalnızca kalamin içindeki sallantıyı, gümbürtüyle atan kalbimin sesini duyabiliyordum. Bu tuhaf soğuk iyice arttı ve sonunda Morgan karanlığa seslendi.

Sevgili kız kardeşim, sakin ol ve iyi dinle! diye emretti.

Ardından damlayan su sesi duydum. Sanki tavanda bir delik vardı da masanın tam ortasına, az önce şamdanın durduğu yere su damlıyordu.

Sonra bir yanıt geldi. Ses sanki Morgan’dan çıkmış gibiydi. Zor da olsa başını seçebiliyordum ve çenesinin oynadığını gördüğüme yemin edebilirdim, fakat çıkan ses bir kız çocuğuna aitti; yetişkin bir erkeğin bu tonda bir ses çıkarabilmesinin imkanı yoktu.

Rahat bırak beni! Bırak huzur bulayım! diye bağırdı. Su sesi daha da güçlendi ve sanki masanın üstünde bir su birikintisi oluşmuş gibi sesler duyuldu.

Bana itaat edersen seni rahat bırakırım, diye bağırdı Morgan. Konuşmak istediğim başka biri. Onu buraya getirirsen geldiğin yere geri dönebilirsin. Bu odada bir erkek çocuk var. Onu görebiliyor musun?

Evet, onu görüyorum, diye yanıtladı kız sesi. Yakın zamanda sevdiği birini kaybetmiş. Üzüntüsünü hissedebiliyorum.

Oğlanın adı Thomas Ward, dedi Morgan. Babası için yas tutuyor. Hemen şimdi bize babasının ruhunu getir! Soğukla birlikte damlama sesi de azaldı. Duyduklarıma inanamıyordum. Morgan gerçekten de babamın ruhunu mu çağıracaktı? Öfkelenmeye başladığımı hissediyordum.

Babanla bir kez daha konuşmak istemez misin? diye sordu Morgan. Ben onunla konuştum bile ve kardeşlerinin hepsinin ölüm döşeğinde onunla vedalaşmaya geldiğini, seninse cenazeye bile gitmediğini söyledi. Çok üzücü. Şimdi işleri yoluna koymak için bir fırsatın var işte.

Şaşkına dönmüştüm. Morgan olanları nereden bilebilirdi ki? Tabii gerçekten de babamın ruhuyla irtibata geçmediyse.

Bu benim suçum değildi! diye bağırdım sinirli ve üzgün bir şekilde. Mesaj zamanında ulaşmadı.

Çok yakında bunu ona kendin söyleyebileceksin.

Oda yeniden soğumaya başladı. Sonra masanın diğer ucundan bana seslenildi. Morgan’ın çenesi yine hareket ediyordu, fakat bu kez babamın sesiyle konuşuyordu. Buna hiç şüphe yoktu. Kimse bir başkasının sesini bu kadar iyi taklit edemezdi. Sanki karşımdaki sandalyede babam oturuyordu.

Burası karanlık, diye bağırdı babam, burnumun ucunu dahi göremiyorum. Birileri lütfen bir mum yaksın. Bir mum yakın ki bu karanlıktan kurtulabileyim.

Babamın karanlıkta tek başına korku içinde olduğunu düşünmek korkunç bir şeydi. Seslenip onu rahatlatmaya çalışacaktım ki Morgan konuştu.

Nasıl kurtulabilirsin ki? dedi, sesi tok ve yüksekti ve emir verircesine konuşuyordu. Senin gibi bir günahkar nasıl ışığa gidebilir ki? Tanrı’nın gününde (pazar) çalışıp duran bir günahkar.

Ah, beni affedin! Lütfen beni affedin Efendim! diye bağırdı babam. Ben bir çiftçiydim ve yapılacak çok iş vardı. Parmaklarımı kanatana kadar çalıştım, ama yine de gün içindeki saatler asla yetmedi. Bakmam gereken bir ailem vardı. Fakat vergilerimi hep ödedim, kiliseye borcum kalmadı. Hep inançlı biri oldum, gerçekten de! Ve oğullarıma iyiyle kötüyü ayırmayı öğrettim. Bir babanın yapması gereken ne varsa yaptım.

Oğullarından biri şu anda burada, dedi Morgan. Onunla son bir kez konuşmak ister misin?

Lütfen. Lütfen. Evet. Onunla konuşmama izin verin. Jack mi? Hayattayken ona söylemem gereken şeyler vardı. Bunları şimdi söyleyebilirim!’ Hayır, dedi Morgan. Jack değil. En küçük oğlun Tom.

Tom! Tom! Orada mısın? Gerçekten sen misin?

Benim baba! diye bağırdım, ama boğazımın düğümlendiğini hissediyordum. Babamın karanlıkta bu şekilde acı çekmesine dayanamıyordum. Bunu hak etmek için ne yapmıştı? Eve zamanında gelmediğim için özür dilerim. Cenazene katılamadığım için de. Mesaj bana çok geç ulaştı. Jack’e söylemek istediklerin varsa bana söyleyebilirsin. Mesajını ona iletirim, derken, gözlerimin dolmaya başladığını hissediyordum.

Jack’e sadece çiftlikle ilgili üzgün olduğumu söyle oğlum. Çiftliğin tümünü ona bırakmadığım için üzgün olduğumu. O benim en büyük oğlum ve çiftlik onun doğuştan hakkıydı. Ama anneni dinledim. O odayı sana bıraktığım için üzgün olduğumu söyle.

Artık gözyaşlarını yanaklarımdan aşağı süzülüyordu. Annemle babamın oda hakkında hemfikir olmadıklarını duymak beni çok şaşırtmıştı. Odayı Jack’e vereceğime dair babama söz vererek her şeyi düzeltmek istesem de bunu yapamıyordum, çünkü annemin isteklerini de dikkate almak zorundaydım. Önce onunla konuşmalıydım. Yine de babamı teselli etmeye çalıştım. Elimden başka bir şey gelmiyordu.

Endişelenme baba! Her şey yoluna girecek. Bu konuda Jack’le konuşurum. Bu durum ailemizde herhangi bir soruna yol açmaz. Hem de hiç. Sen merak etme. Her şey yoluna girecek.

Sen iyi bir evlatsın Tom, dedi babam, minnettar bir sesle.

İyi bir evlat? diye araya girdi Morgan. Hiç de değil. Bu senin bir hayalete teslim ettiğin oğlun! Yedi oğlun vardı ve birini bile kiliseye vermedin!

Ah! Üzgünüm! Çok üzgünüm! Babam acı içinde bağırıyordu. Ama oğullarımdan hiçbirinin mesleği yoktu. Hiçbiri rahip olmak istemedi. Her biri için iyi bir meslek bulmaya uğraştım, sıra en küçük oğluma gelince de annesi hayalet olmasını istedi. Bu benim de hiç hoşuma gitmemişti ve bu konuda daha önce hiç yapmadığımız kadar tartıştık. Fakat eninde sonunda isteğini kabul ettim, çünkü onu seviyordum ve tüm kalbiyle istediği bir şeyden onu mahrum edemezdim. Beni affedin! Zayıf davranıp dünyevi sevginin Tanrı’ya karşı olan vazifelerimin önüne geçmesine izin verdim!

Aynen bunu yaptın! diye bağırdı Morgan. Senin gibi biri için affedilmek söz konusu dahi olamaz, artık Cehennem’de acı çekeceksin. Tenini yakmaya başlayan alevleri hissedebiliyor musun? Giderek artan sıcaklığı hissediyor musun?

Hayır Tanrım! Lütfen! Lütfen! Bu acı dayanılmaz. Beni affedin. Her şeyi yaparım! Her şeyi!

Öfkeyle ayaklandım. Bunu babama Morgan yapıyordu. Onun Cehennem’de olduğunu düşünmesini sağlıyor, korkunç acılar veriyordu. Bunun daha fazla devam etmesine izin veremezdim.

Onu dinleme baba! diye bağırdım. Alev falan yok. Acı da yok. Huzur içinde git! Huzur içinde git! Işığa yönel! Işığa yönel!

Masanın sol tarafına doğru dört adım atıp tüm gücümle asamı kukuletalı siluete doğru savurarak ona vurdum. Sağ tarafa düştü ve sandalyesinin taş zemine yuvarlandığını duydum.

Vakit kaybetmeden cebimden çıra kutumla küçük mum parçasını çıkardım. Çok geçmeden mumu yakmayı başarabilmiştim. Mumu havaya kaldırıp çevreye baktım. Sandalye yana devrilmişti ve üzerinde siyah bir cübbe vardı. Gelgeldim Morgan’dan hiç iz yoktu! Cübbeyi asamla yokladıysam da bomboş olduğu belliydi. Sanki yer yarılmış içine girmişti!

Masanın üzerinde gözüme bir şey çarptı. Tahta kupkuruydu ve onca zaman damlayan sudan eser yoktu, fakat şamdanın olduğu yerde şimdi siyah bir zarf duruyordu.

Mumu masaya bırakarak zarfı aldım. Zarf kapalıydı ve üzerinde şunlar yazılıydı:

Yeni Çırağım Tom Warda Zarfı yırtıp içindeki kağıdı çıkardım.

Eh Artık neler yapabileceğimi gördün. Ve az önce yaptıklarımı tekrar yapabilirim.

Babanı Limboya hapsettim.

Böylelikle Ona istediğim Zaman erişip Neye istiyorsam ona inanmasını sağlayabilirim. Ona çektirebileceğim acının haddi hesabı yok.

Onu kurtarmak istiyorsan emirlerime itaat etmelisin. Öncelikle Gregorynin evinden birşey getirmeni istiyorum. Çatı katında yazı masasının kilitli çekmecesinde duran ahşap bir kutu Kutunun içinde de etkili bir büyü ve ayinler kitabı var. Yeşil deri kapaklı ve ön kapağında gümüş bir pentagram işli: iç içe geçmiş üç dairenin içinde beş köşeli bir yıldız.

O bana ait. Onu bana getir.

İkinci olarak gördüklerinden kimseye bahsetmemelisin.

Üçüncü olaraksa artık benim çırağım olduğuna göre bu günden itibaren beş yıl süreyle benim hizmetimdesin, yoksa baban acı çekmeye devam eder. Kabul ettiğini belirtmek için üç kez masaya vur kapı kilitli değil ve seçimin her ne olursa olsun gitmekte özgürsün. Seçim senin Morgan G.

Babamın ruhunun acı çekecek olması fikrine dayanamıyordum. Öte yandan Morgan in çırağı olmak da istemiyordum. Masaya vurmaya isteksiz olsam da bu bana vakit kazandırabilirdi. Morgan emirlerine itaat ettiğimi düşünür ve ben Hayalet’e danışana kadar babam da acı çekmemiş olurdu. Ne yapılması gerektiğini en iyi o bilirdi.

Derin bir nefes alıp üç kez masaya vurdum. Nefesimi tutup etrafı dinlediysem de hiçbir şey duyamadım. Oda son derece sakin ve sessizdi. Kapı gerçekten de kilitli değildi.

Kilidin açıldığını duymamıştım. Masaya döndüm. Çıra kutumu alıp mumu söndürdükten sonra her ikisini de tekrar cebime koydum. Ardından asamı da alarak odadan çıkıp ön kapıyı açtım.

Dışarı çıktığımda neredeyse şaşkınlıktan düşüp bayılacaktım. Kara hava günlük güneşlikti! Gün ışığını yansıtıyordu ve şafak sökeli en az iki saat geçmiş olmalıydı! Morgan’la odada kaldığım süre sadece on beş dakika gibi gelmişti, oysa en az 15 saat geçmiş olmalıydı.

Bunu nasıl açıklayacağımı bilemiyordum. Hayalet bana Morgan’ın karanlıkla amatörce uğraşan biri olduğunu söylemişti. Gelgeldim Hayalet onun gördüklerime benzer şeyler yapabileceğinden hiç bahsetmemişti. Morgan gerçek anlamda büyü gücüne sahip kuvvetli ve tehlikeli bir büyücüydü; onunla tekrar karşılaşma düşüncesi dahi korkudan titrememe yetiyordu. Vakit kaybetmeden diz boyu karın içinde olabildiğince hızlı ilerleyerek Hayalet’in evine doğru yola koyuldum.

Joseph Delaney

Wardstone Günlükleri – 1. Kitap “Hayaletin Çırağı”

Wardstone Günlükleri – 2. Kitap “Hayaletin Laneti”

Wardstone Günlükleri – 3. Kitap “Hayaletin Sırrı”

Hikayenin Bölümleri

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 

hikaye, hikaye oku, hikayeler, korku hikayesi, hayalet, Hayaletin Laneti serisi, Hayaletin Laneti PDF, Hayaletin Çırağı, Hayaletin Çırağı Serisi, Hayaletin Sırrı, Hayaletin Çırağı Oku, Wardstone Günlükleri serisi, Wardstone Günlükleri 1, Wardstone Günlükleri 3, Wardstone Günlükleri Serisi PDF indir, Wardstone Günlükleri serisi, Hayaletin Laneti PDF, Starblade Günlükleri, Wardstone Günlükleri konusu,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu