Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 11. Bölüm
“ANNEMİN ODASI”
Morgan bir kez daha gülümsedi, benimse yüreğim ağzıma gelmiş, paniğe kapılmıştım ve başım dönmeye başlamıştı. Düşünmeden arkama dönüp kapıya doğru koşmaya başladım. Dışarı çıkıp taşlı patikadan aşağıya doğru koşmaya devam ettim. Kapıya gelince durup arkama baktım. Kilisenin girişinde duruyordu. Yüzü karanlıkta olduğundan bakışlarını göremiyordum, ama bana el salladığını fark eltim. Sanki eski bir dostunu uğurlar gibiydi.
Ona karşılık vermedim. Kapıdan çıkıp karmakarışık duygular içinde bayır aşağı koşmaya devam ettim. Babamın ölmüş olabileceğini düşünmek beni altüst etmişti. Morgan doğruyu söylüyor olabilir miydi? Ne de olsa bir nekromansi büyücüsüydü. Acaba bunu çağırdığı ruhlardan mı öğrenmişti? Buna inanmak istemiyordum ve bu düşünceleri zihnimden atmaya çabaladım.
Peki ya neden kaçmıştım? Kalıp onun hakkında neler düşündüğümü söylemeliydim. Ancak boğazım düğümlenmiş, bacaklarım düşünmeme fırsat vermeden beni kapıya doğru sürüklemişti. Bunun nedeni ondan korkmam değildi; tabii kilisede, mumların önünde böyle şeyler söylemesi biraz tüyler ürperticiydi, fakat kaçmamın asıl nedeni söyledikleriydi.
Havanın giderek soğumaya başlayıp rüzgarın artması dışında yolculuğun devamını pek fazla hatırlamıyorum, ikinci gün akşamüstüne doğru rüzgar kuzeydoğu yönüne dönmüştü ve kar yağacak gibiydi. Eve yarım saatlik yolum kaldığında kar henüz yağmaya başlamamıştı. Hava kararmak üzere olsa da yolu ezbere bildiğimden yavaşlamadım. Eve varıp bahçe kapısını açıncaya kadar her yer bembeyaz bir örtü ile kaplanmıştı, iliklerime kadar donmuştum. Kar her şeyi olduğundan daha sessiz kılar, ancak çiftliğe bir de akşama özgü bir sessizlik çökmüştü. Bahçeye girer girmez başlayan köpek havlamaları bu sessizliği bozdu. Etrafta kimse yoktu; arka odaların birinin penceresinde ışık vardı. Çok mu gecikmiştim? Moralim bozuktu ve en kötü olasılığı düşünüyordum.
Sonra Jack’i gördüm. Hızlı hızlı bana doğru geliyordu. Kalın kaşları burnunun üzerinde birleşmişti; somurtuyordu.
Nerede kaldın? diye sordu sinirli bir şekilde. Buraya gelmek bir hafta sürer mi? Kardeşlerimizin hepsi geldi de gitti bile. Üstelik James, Eyalet’in öbür ucunda yaşıyor! Bir tek sen gelmedin.
Mektubun yanlış adrese gitmiş. Birkaç gün önce elime geçti, diye açıkladım. Babam nasıl? Geç mi kaldım? diye sordum nefesimi tutarak. Fakat yanıtı Jack’in gözlerinden almıştım bile.
Jack göğüs geçirip gözlerime bakamayacakmış gibi başını öne eğdi. Başını tekrar kaldırdığında gözleri dolmuştu. O öldü Tom, dedi usulca, öfkesinden eser kalmamıştı. Geçen hafta, uykusunda, huzurlu bir şekilde öldü.
Neler olup bittiğini anlayamadan sarılıp ağlamaya başladık. Bir daha babamı göremeyecektim; sesini duyamayacak, anlattığı hikayeleri ya da bilge deyişlerini duyamayacaktım. Ve bu dayanılmazdı! Fakat orada öylece dururken, bu kaybın acısını benden daha çok hissedecek birini anımsadım.
Zavallı Annem, dedim tekrar konuşabildiğimde. O nasıl?
Kötü, Tom. Çok kötü, dedi Jack üzgün bir şekilde, başını iki yana sallayarak. Daha önce annemi hiç ğlarken görmemiştim ve gerçekten de çok üzücü bir görüntüydü. Kendinden geçmişti, günlerce ne yemek yedi ne de uyudu. Ve cenazenin ertesi günü bir çanta hazırlayıp bir süre uzaklaşması gerektiğini söyledi. Sonra da gitti.
Nereye gitti?
Jack tekrar başını salladı, yüzünde acı dolu bir ifade vardı. Keşke bilseydim, dedi. Jack’e bir şey söylemedim, ancak babamın anlattığı bir şeyi anımsamıştım: Annemin kendine ait bir yaşamının olduğunu ve babam ölüp gömüldükten sonra muhtemelen kendi ülkesine döneceğini söylemişti. Ve zamanı geldiğinde benim de cesur davranıp gitmesine izin vermem gerekecekti. Hemen gitmiş olmasını ummaktan başka bir şey yapamıyordum. Benimle vedalaşmadan gider miydi? Gitmeyeceğini umuyordum. Onu yeniden görmeliydim, son kez bile olsa.
Evde, akşam yemeğinde kendimi daha önce hiç bu kadar kötü hissetmemiştim.
Annemle babamın masada bizimle olmaması öyle üzücüydü ki; sürekli olarak babamın boş sandalyesine bakıp duruyordum. Bebek yukarıda, yatağında olduğundan masada yalnızca üç kişiydik.. Jack, Ellie ve ben oturmuş, yavaş yavaş yiyorduk.
Göz göze geldiğimizde Ellie buruk bir şekilde gülümsediyse de hiç konuşmadı. Bana bir şeyler söylemek istediğini, ama bunun için doğru zamanı beklediğini hissediyordum.
Güveç gerçekten çok güzel olmuş Ellie, dedim. Ziyan ettiğim için üzgünüm, ama daha fazla yiyemeyeceğim. Hiç iştahım yok.
Üzülme Tom, anlıyorum dedi usulca. Hiçbirimizin iştahı yok. Yine de kendini zorla biraz. İnsan böyle durumlarda güçten düşmemeli.
Sanırım doğru zaman değil ama sizi tebrik etmek istiyorum. Geçen sefer geldiğimde annem bir oğlunuz
olacağını söylemişti.
Jack hazin bir şekilde gülümsedi, konuşmaktan çok fısıldıyor gibiydi. Teşekkürler Tom. Keşke babam da bir erkek torunu olduğunu görebilseydi. Sonra önemli bir şey söyleyecekmiş gibi boğazını temizledi. Neden birkaç gün daha, en azından hava düzelene kadar bizimle kalmıyorsun?
Yarın dönmek zorunda değilsin ya? Doğruyu söylemek gerekirse çiftlikte biraz yardıma ihtiyacım var. James birkaç gün kaldı, ama sonra işe geri dönmesi gerekti.
James abilerimin arasında ikinci büyük olandı ve demircilik yapıyordu. Cenaze sonrasında kalma nedeninin Jack’in çiftlik işlerinde yardıma ihtiyacı olduğunu sanmıyordum. Ne de olsa bahar ekimi geçeli çok olmuştu, sonbahar hasadına da daha çok vardı; bu iki dönem dışında çiftlik işleri pek yoğun olmazdı. Hayır, Jack’in kalmamı isteme nedeni James’in kalmasını isteme nedeniyle aynıydı. Her ne kadar hayaletlerin yaptığı işlerden nefret etse ve ayak altında olmamdan genelde hoşlanmasa da hayatındaki bu boşluğu, annem ve babamın olmayışının yarattığı boşluğu doldurabilmek için bana ihtiyacı vardı. Seve seve birkaç gün kalırım, dedim gülümseyerek.
Çok sevindim Tom. Sana minnettarım, diyerek ancak üçte birini bitirdiği tabağını ittirdi. Artık yatsam iyi olur.
Ben birazdan gelirim sevgilim, dedi Ellie. Bir süre Tom’la sohbet etmemin sakıncası yok değil mi? Tabii ki yok.
Jack üst kata çıktıktan sonra Ellie’nin yüzüne sımsıcak bir gülümseme yayıldı. Her zamanki gibi çok güzeldi, gelgeldim son derece üzgün ve yorgun görünüyordu; şu son haftanın acısı yeni yeni çıkıyor olmalıydı. Bir süre kalmayı kabul ettiğin için teşekkürler Tom. Kardeşlerinden biriyle eski günlerden konuşmaya ihtiyacı var. Ne de olsa böyle yas tutulur, sürekli konuşarak. Ama sana ihtiyaç duymasının bir nedeni de senin burada olmanın annemin geri gelme olasılığını arttırması.
Bu hiç aklıma gelmemişti. Annemin hisleri çok kuvvetliydi. Çiftlikte olduğumu mutlaka anlardı. Gerçekten de beni görmek için gelebilirdi.
Umarım gelir.
Ben de öyle umuyorum Tom. Ama dinle, Jack’e karşı son derece sabırlı olmanı istiyorum. Henüz sana anlatmadığı bir şey var. Babanın vasiyetinde bir sürpriz vardı. Beklemediği bir şey.
Suratım asıldı. Sürpriz mi? Bu ne olabilirdi ki? Babam ölünce en büyük oğlu olarak çiftliğin Jack’e kalacağını bütün aile biliyordu. Yedi kardeşe bölüp iyice ufaltmanın bir anlamı yoktu. Eyalet gelenekleri böyleydi. Çiftçinin dul eşine hayatı boyunca kalacak bir yer sağladığı sürece çiftlik mutlaka en büyük oğlana kalırdı.
Hoş bir sürpriz mi? diye sordum, ne beklemem gerektiğini kestiremeyince. Jack’e göre pek hoş değil. Ama bunu yanlış anlamanı istemem Tom. O sadece beni, küçük Mary’i ve henüz doğmamış oğlunu düşünüyor, diyerek karnını okşadı. Bütün ev Jack’e kalmadı. Odalardan birini sana bırakmış.
Annemin odasını mı? diye sorarken alacağım yanıtı biliyordum. Bu oda annemin özel eşyalarını sakladığı odaydı; sonbaharda bana verdiği gümüş zincir de bu odadan çıkmıştı.
Evet Tom, diye yanıtladı Ellie. Kilerin hemen altındaki kilitli oda. O oda ve içindeki her şey. Ev ve toprak Jack’e ait olsa da sen ne zaman istersen o odaya girebilecek ve orada kalabileceksin. Vasiyet okunurken Jack bembeyaz kesildi. Buna göre eğer istersen burada yaşayabilirsin bile.
Benimle birlikte karanlığa ait yaratıkların da gelebileceğini düşündüğünden, Jack’in evin yakınına dahi gelmemi istemediğini biliyordum. Buna diyecek bir şeyim yoktu, çünkü daha önce bir kez başımıza gelmişti. Yaşlı cadı Malkin Ana, geçen baharda bir şekilde kilerimize girmeyi başarmıştı. O zaman daha ufacık bir bebek olan Mary büyük bir tehlike atlatmıştı.
Annem bununla ilgili bir şey söyledi mi? diye sordum.
Tek kelime bile etmedi. Jack bunun hakkında konuşamayacak kadar üzgündü, zaten ertesi gün de annem gitti. Odanın bana kalmış olmasının, annemin çok yakında gideceği anlamına geldiğini düşünmeden edemiyordum. Demek kendi ülkesine dönüp bizi sonsuza dek bırakacaktı. Tabii şimdiye kadar gitmediyse. Ertesi sabah çok erken kalkmama rağmen Ellie çoktan mutfağa inmişti bile. Aşağı inmeme neden olan şey, kızaran sosislerin kokusuydu. Tüm olanlara rağmen iştahım yerine gelmeye başlamıştı. İyi uyudun mu Tom? diye sordu gülümseyerek.
Başımı aşağı yukarı salladım, fakat bu zararsız bir yalandı. Uykuya dalmam çok uzun sürmüştü, sonrasındaysa sürekli uyanıp durmuştum. Gözlerimi her açtığımda, sanki babamın öldüğünü ilk kez öğreniyormuşum gibi aynı acıyı tekrar tekrar yaşamıştım.
Bebek nerede? diye sordum.
Mary yukarıda, Jack’in yanında. Jack sabahları onunla vakit geçirmekten hoşlanıyor. İşe biraz geç başlaması için de bahane oluyor. Zaten bugün pek fazla çalışamazsınız, diyerek başıyla pencereyi işaret etti. Kar yağıyordu ve bahçeden yansıyan güneş ışığıyla oda bir yaz günü gibi ışıl ışıl olmuştu.
Çok geçmeden sosis ve yumurta dolu tabağıma yumulmuştum bile. Bu arada Jack aşağı indi. Başıyla beni selamladıktan sonra kahvaltısına başladı. Ellie salona geçip bizi yalnız bıraktı. Jack sürekli olarak tabağındakilerle oynayıp lokmalarını yavaş yavaş çiğnerken, yediklerimden bu kadar çok keyif aldığım için kendimi suçlu hissettim.
Ellie bana vasiyet konusunu bildiğini söyledi, dedi Jack en sonunda.
Başımı salladım, ama bir şey söylemedim.
Bak Tom, en büyük oğul olarak vasiyeti yürürlüğe sokacak olan, benim. Babamın son isteklerinin gerçekleştiğine emin olmak benim görevim, ama belki bir anlaşma yapabiliriz, dedi. O odayı senden satın alabilir miyim? Eğer yeterince para biriktirebilirsem bana satar mısın? Annemin eşyalarına gelince, eminim Bay Gregory onları Chipenden’da tutmana izin verir.
Düşünmem lazım Jack. Büyük bir şok yaşıyorum. Her şey çok hızlı olup bitti. Endişelenme, buraya gelmeye niyetim yok. Epey meşgul olacağım.
Jack cebine uzanıp bir anahtarlık çıkardı. Anahtarlığı masaya, hemen önüme bıraktı. Bir büyük, üç de küçük anahtar vardı: ilki odanın kapısıydı; diğer üçüyse içerideki kutu ve sandıklara aitti. İşte anahtarlar. Çıkıp sana bırakılanları görmek isteyeceksindir.
Anahtarlığı ona doğru ittim. Hayır Jack, dedim. Şimdilik sende kalsın. Annemle konuşmadan o odaya girmem.
Şaşkınlık içinde bana baktı. Emin misin?
Başımı evet anlamında sallayınca anahtarlığı tekrar cebine koydu ve bu konuda başka bir şey konuşulmadı.
Jack’in önerisi çok mantıklıydı. Fakat onun parasını istemiyordum. Odayı benden satın alabilmek için borç alması gerekirdi ve çiftliği tek başına idare etmek onu maddi olarak yeterince zorlayacaktı zaten. Bence odayı almasında hiçbir sakınca yoktu. Bay Gregory’nin, annemin kutularıyla sandıklarını Chipenden’da tutmama izin vereceğine de emindim. Ancak bu odanın benim olmasını annemin istediğini düşünüyordum ve bu düşünce Jack’in önerisini hemen kabul etmeme engel oluyordu. Bu her ne kadar babamın vasiyetinde olsa da muhtemelen annemin verdiği bir karardı. Annemin yaptığı her şey için daima geçerli bir nedeni olduğundan onunla yüz yüze konuşmadan karar vermek istemiyordum.
O gün akşamüzeri babamın mezarını ziyarete gittim. Jack de benimle gelecekti, ama onu gelmemeye ikna etmeyi başardım. Orada biraz yalnız kalmak, bir saat kadar tek başıma düşünüp yas tutmak istiyordum. Hem yapmam gereken başka bir şey daha vardı. Jack gelirse yapamayacağım bir şey. Bunu anlayamazdı ya da gerçekten çok üzülürdü.
Saati öyle bir ayarladım ki mezarlığa gün batımında varacaktım; ama hava, mezarı bulabilmeme yetecek kadar aydınlık olacaktı hala. Kiliseden yaklaşık iki kilometre ötede, kasvetli ve karla kaplı bir mezarlıktı. Kilisenin bahçesi dolmuş olduğundan, ilaveten burayı tahsis etmişlerdi. Alıç ağaçlarıyla çevrili, gerçekten çok ufak bir alandı; batı sınırındaysa birkaç çınar ağacı vardı. Her ay öne doğru ilerletilen mezarlıkta babamın mezarını bulmam zor olmadı. Henüz bir mezar taşı yoktu, fakat geçici olarak üzerine ismi kazınmış ahşap bir haç vardı:
“JOHN WARD HUZUR İÇİNDE YATSIN”
Bir süre o tahta haçın önünde durup ailecek yaşadığımız o mutlu günleri düşündüm; çocukluğumu, annem, babam ve abilerimle birlikte geçen mutlu hayatımızı anımsadım. Babamla son konuşmamızı, babamın benim gibi cesur bir oğlu olduğu için ne kadar gurur duyduğunu ve her ne kadar çocuklarını ayırmasa da içlerinde en iyisinin ben olduğumu söylediğini anımsadım.
Gözlerim doldu ve mezarın başında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Hava kararırken derin bir nefes aldım ve kendime çeki düzen vererek yapılması gereken şeye odaklanmaya çalıştım. Yani hayalet işlerine. Baba! Baba! diye seslendim karanlığa. Orada mısın? Beni duyabiliyor musun?
Üç kez bu şekilde seslensem de her seferinde yanıt olarak alıç ağaçlarını hışırdatan rüzgar ve uzaktan gelen köpek havlamaları oldu. Rahat bir nefes aldım. Babam burada değildi. Ruhu buraya hapsolmamıştı. Mezarının başından ayrılmayanlardan değildi. Artık daha iyi bir yere gittiğini umabilirdim yalnızca. Tanrı’yla ilgili henüz kesin bir kanıya varamamıştım. Belki vardı, belki de yoktu. Eğer varsa, acaba beni dinler miniydi? Pek dua etmezdim, ancak söz konusu babam olunca bir istisna yapabilirdim.
“Lütfen Tanrım, ona huzur ver,” dedim usulca. Bunu hak ediyor. Hayatı boyunca dürüst, çalışkan biri oldu ve ben onu çok sevdim.
Sonra üzgün bir şekilde yavaş yavaş eve döndüm.
Çiftlikte neredeyse bir hafta kaldım. Gitme vaktim geldiğinde yağmur yağıyordu ve bahçedeki kar çamura dönmüştü.
Annem geri gelmedi. Bir daha onu görüp göremeyeceğimi bilmiyordum. Gelgeldim öncelikle Anglezarke’a dönüp Hayalet’in nasıl olduğunu görmeliydim. İyileşmeye başladığını umuyordum. Jack ve Ellie’ ye baharda ziyaretlerine geleceğimi ve oda meselesini o zaman detaylıca konuşabileceğimizi söyledim.
Güneye doğru o uzun yürüyüşüme başladığımda babamı ve her şeyin nasıl da değiştiğini düşünüyordum. Evde mutlu bir şekilde ailem ve altı abimle birlikte yaşadığımız, babamın güçlü kuvvetli olduğu günler çok uzakta değildi. Ama şimdi her şey değişiyor, paramparça oluyordu.
Evim bildiğim yere, bir daha asla dönemeyecektim. Orası artık bambaşka bir yerdi. Binalar ve Cellat Tepesi’nin yatak odamdan görüntüsü aynı olacaktı. Ancak babam ve annem olmadan oraya evim diyemezdim.
Bir şeyleri sonsuza dek kaybettiğimi biliyordum.
Joseph Delaney
Wardstone Günlükleri – 1. Kitap “Hayaletin Çırağı”
Wardstone Günlükleri – 2. Kitap “Hayaletin Laneti”
Wardstone Günlükleri – 3. Kitap “Hayaletin Sırrı”
Hikayenin Bölümleri
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12
hikaye, hikaye oku, hikayeler, korku hikayesi, hayalet, Hayaletin Laneti serisi, Hayaletin Laneti PDF, Hayaletin Çırağı, Hayaletin Çırağı Serisi, Hayaletin Sırrı, Hayaletin Çırağı Oku, Wardstone Günlükleri serisi, Wardstone Günlükleri 1, Wardstone Günlükleri 3, Wardstone Günlükleri Serisi PDF indir, Wardstone Günlükleri serisi, Hayaletin Laneti PDF, Starblade Günlükleri, Wardstone Günlükleri konusu,