“Uzay Oyunları” Hikayesi 9. Bölüm
Sirius A gezegenine gece vakti geldikleri ve yorgun oldukları için nasıl bir yer olduğunu görememişlerdi. Ertesi gün kalktıklarında o gezegenin nasıl bir yer olduğunu gözlemleme fırsatı doğdu.
Gözlemledikleri kadarıyla Sirius A gezegeni Dünyaya göre çok çok ileride bir seviyedeydi. Uçan arabalar her yerdeydi. Binaları çok yüksek ve kıvrımlıydı. O gezegenin insanlarının giydikleri çok garipti. Tıpkı çizgi filmlerde giyinilen elbiselere benziyordu. Birbirlerini selamlarken önce kendi etraflarında dönüyorlar sonra asker selamı verir gibi birbirlerine selam veriyorlardı. Birde telefon kulübesi gibi bir yerlere giriyor ve bir yerlere bastıktan sonra ortadan kayboluyorlardı. İşte Sirius A gezegeni böyle bir yerdi.
Tülay, gördükleri karşısında adeta ağzı bir karış havada kalmış, hayran hayran etrafına bakınıyordu. Öyle ki üzerine gelen arabayı göremeyecek kadar hayrandı. Yavuz, onu tutup kenarı çekmese arabanın altında kalıp ezilebilirdi.
Yavuz, onu tutup kenara çektikten sonra ona:
‘Tülay Hanım, canınıza mı susadınız? Sizi tutup çekmeseydim az kalsın arabanın altında kalıp ezilecektiniz’ dedi sitem edercesine.
Tülay, Yavuz’un sitemini dinledikten sonra ona:
‘Yavuz Bey, size ne kadar teşekkür etsem azdır. Sayenizde ölümden döndüm’ dedi mahcup bir ifadeyle.
Salih, araya girerek onlara:
‘Aranızdaki konuşmalar bittiyse gidelim artık. Zira yapacak bir sürü işimiz var’ dedi onlara kızarcasına.
Yolda giderken yine dünyaya göre tuhaf bir şeyle karşılaştılar. Oradaki atlar tıpkı avatar filmindeki atlara benziyordu. O atlar çok sevimli görünüyordu ama bunun tam tersi. Onlara dokunduğun an köpek gibi hırlıyor ve kapmaya çalışıyorlardı. Bu yüzden oranın halkı onlara hiç dokunmuyor, hatta onları gördüğü zaman kaçıp uzaklaşıyorlardı.
Onlar Sirius A gezegenine ayak basmış basalı bir hafta olmuş ve yarışmalara iki gün kalmıştı. Yarışmanın yapılacağı yer tıka basa dolmuş, herkes hazırlığını tamamlamaya çalışıyordu.
Uzay oyunları gezginleri yarışmaları kazanacaklarına emindiler. Ama ya kazanamazlarsa, o zaman ne olurdu. Kendileri yüzünden bir halk yok olup gidebilirdi. Bunu da hiç istemezlerdi. Bunun için oyunları kazanmak için her şeyi yapacaklardı.
*******
Kaptan Yam, tutuklanıp sürgüne gönderileceğini anlayınca kaçma planları yaptı. Ama onu yargılama odasına götürenler kollarından öyle sıkı tutmuşlardı ki değil kaçmak kollarını bile kıpırdatamıyordu. Bu yüzden de kaçma planı suya düştü.
Onu kollarından tutan yargı odası çalışanları odaya geldikten sonra başkanın karşısına getirip zorla diz çöktürdüler.
Başkan ve yardımcıları onun karşılarında görünce yüzüne tükürdüler. Bu da onların kanununa göre kaleminin kırıldığının belirtisiydi.
Başkan, ona tek bir laf bile etmeden çıkmasını istedi. O arkasını dönüp giderken ona:
‘Seni Kuvan Bölgesi’ne sürgüne gönderiyorum’ dedi bağıra bağıra.
Kuvan Bölgesi, en ağır suç işlemiş kişilerin gönderildiği, kum fırtınaların sık sık yaşandığı taşlık bir bölgeydi. Bu bölgede ayrıca zehirli hayvanların bulunduğu yerdi. Buraya ölümüne hükmedilmiş bir bölgeydi. Bu yüzden de hiçbir suçlu bu bölgeye gitmek istemezdi.
Ham, Kuvan Bölgesi’ni duyunca iliklerine kadar ürperdi. Oraya gitmemek için her şeyini feda edebilirdi. Ama yanında ızbandut gibi adamlar vardı. Onlar, kaçmaması için ortalarına alıp öyle sıkıştırmışlardı ki canlanması bile mümkün değildi. Bundan dolayı da onlarla beraber tıpış tıpış gidiyordu. Aslında atasına ve vatanına yaptığı ihanetin cezasını çekiyordu. Hem de bir daha oradan çıkmamak üzere.
Kuvan Bölgesine iki günlük bir yolculuktan sonra vardılar. Orada onları yine ızbandut gibi adamlar bekliyordu ve ağızları sulanmış gibi bakan suçlular…