Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXVI. Bölüm

Gizemli Yolculuk

Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXVI. Bölüm

Bir ara, yaralı adamın hizmetine bakan hizmetçilerden birinin yanlarına koşarak geldiğini gördüler. Hizmetçinin telaşlı bir şekilde koşarak geldiğini görünce, konuşmayı keserek ona ‘neler oluyor’ der gibi baktılar. Hizmetçi yanlarına gelince telaşlı bir şekilde saray hekimine:

– Ne olur yardım edin. Beyim, sürekli yapmayın yapmayın, diye sayıklıyor ve ateşler içinde yanıyor.

Saray hekimi, Sedat Bey’in ağırlaştığını duyunca koşarak odaya gitti. Hizmetçilere çok acele ılık su getirmelerini isteyip, onun üzerindeki sargıları dikkatli bir şekilde çıkardı. Hizmetçiler ılık suyu getirince, onların getirdiği ılık suyla yaralarını temizledi. Sedat Bey’in yaralarına, iyileşmesi için gerekli olan malzemeleri sürdükten sonra temiz bir sargı beziyle sardı. Herhangi bir olumsuzluğa karşı başında bekledi. Sedat Bey, kendisine yapılan tedavinin ardından, iniltisi kesilip uyumaya başlayınca, onun artık kendine gelmeye başladığını ve artık hiçbir tehlikenin kalmadığını görerek odadan dışarıya çıktı.

O sırada Hasan, yaralı adamın durumunun ağırlaştığını duyduğundan dolayı, ondan iyi bir haber getirmesini bekliyor sabırsızlıkla sağa sola dolanıp duruyordu. Saray hekiminin odadan dışarıya çıkarak kendisine doğru geldiğini görünce ona:

– Sedat Bey neden durmadan ‘Hayır, hayır, durun yapmayın. Böyle yaparsanız korkarım ki, bir gün başına bir iş açılacak’ diyor, diye sordu.

Saray hekimi ona korkulacak bir durum olmadığını bildirerek konuşmasına şöyle devam etti:

– Az önceki konuşmamızda, bu kasabanın çok çirkefleştiğini söylemiştim ya.

–   Evet.

– İşte bu kasabanın halkı fakir insanlara böyle davranırken, durumu kötüye gidenlere de bir de kendileri tekme vuruyorlardı. Haksızlık, zulüm birbirlerinin kuyusunu kazma başını almış yürümüştü. İşte böyle bir gün, Sedat Bey her şeyi göze alarak kasabanın zengin ve orta halli insanlarını bir araya topladı ve onlara: ‘Size söylüyorum, kasabamızın fakir insanlarından ne istiyorsunuz. Yine size söylüyorum, belki de çoğunuz onlar sayesinde ekmek yiyorsunuz. Ne olur yalvarıyorum size, onlara kötü davranmayın, birbirinize karşı haksızlık etmeyin, birbirinizin kuyusunu kazmayın ve zulmetmeyin. Şayet bu söylediklerime kulak asmaz, yine eski alışkanlıklarınıza devam ederseniz,  korkarım ki, bu yaptıklarınızdan dolayı bir gün başınıza iş açılacak’ dedi. Kasabanın halkı, Sedat Bey’in bunca nasihatlerine kimi burun kıvırdı. Kimi, ‘sana ne be adam’, bizim davranışımızdan dedi. Kimisi, konuşmanın tamamını dinlemeden gitti. Kimileri de, o kara yüzlü adamın kışkırtmasıyla işi daha ileriye götürüp beyimi taşa tuttular.  Onların, Sedat Bey’i taşa tuttukları zaman, atılan taşların ona gelmesini önlemeseydim, belki de orada ölebilirdi. Onlar taş atarken, ben bir taraftan ona taşların gelmesini önlüyor bir taraftan da onlara ‘Yapmayın, etmeyin. Bu yaptığınız ayıptır’ diyordum. O gün, atılan taşlardan her tarafımız yaralanmış, kanlar içerisinde kalmıştık. O gün, oradaki halk yaralı olduğumuza aldırış bile etmeden çekip gittiler. Oradaki halkın attığı taşlar bana daha çok değdiği için tamamen kendimden geçmiş durumdaydım, bunları söyledikten sonra ağlayarak:

– Sedat Bey, o gün tamamen kendimden geçip bayıldığımı görünce, yaralı haline bakmadan sürünüp yanıma gelmiş ve kucağına alarak uyandırmaya çalışmış, fakat bir türlü beni uyandırmayı başaramamış. Benim uyanmadığımı görünce de, ‘imdat yardım eden yok mu?’ diye bağırmış. Bu bağırmasından sonra etraftan yanına gelen olmuş, fakat hiç kimse kılını bile kıpırdatmamış. Onların yardım etmemesi üzerine sinirlenerek ‘ O ki yardım etmiyorsunuz. Bari rahatsız etmeyin’ diyerek onları yanından kovmuş. O gün onlar gittikten sonra kara yüzlü adam çıkagelmiş ve Sedat Bey’in karşısına geçip pis pis sırıtarak:

– Benim işlerime çomak sokmaya kalkanın sonu budur demiş ve kahkahalar atarak oradan ayrılmış. Onun ayrılmasından sonra, akşama kadar bizi kurtarmaları için birilerini beklemiş. Akşama doğru Sedat Bey’in hizmetçilerinden biri, bizi görmüş ve giderek diğer hizmetçilere haber vermiş. O gün oradaki hizmetçiler ve Sedat Bey ve onun Dr. olan oğlu olmasaydı, belki de hayatta olmayabilirdim.

Hasan, saray hekiminden, kasabanın halkının nasıl kötülük içerisinde olduklarını duyunca dehşete kapılıp midesi bulanmaya başladı ve saray hekimine ‘yeter artık duymak istemiyorum, bu kadar çirkinlikleri’ demek zorunda kaldı.

Saray hekimi, Hasan’ın ikazından sonra sözünü daha fazla uzatmayarak, içeride yaralı olarak yatan Sedat Bey’in yanına döndü. Sedat Bey, ılık suyla yaralarının temizlenmesinin üzerinden fazla bir zaman geçmeden kendine geldi.

Sedat Bey, kendine gelip gözlerini araladı ve etrafına bakındı. Çevresindeki hizmetçilerin gözyaşları içerisinde kendine baktıklarını gördü. Onların ağlamasına gönlü razı olmadığından dolayı kafasını çevirip saray hekimi Serhat Bey’e baktı. Serhat Bey, onun ne istediğini anlamış gibi kafasını salladı ve hizmetçilere artık ağlamamalarını rica ederek, onların odadan çıkarak kendisini Sedat Beyle baş başa bırakmalarını istedi. Hizmetçiler gözyaşlarını silerek, beylerinin kendisine geldiğine sevinerek neşe içerisinde odadan çıktılar.

Serhat Bey, hizmetçilerin odadan ayrılmasından sonra, Sedat Bey’in elinden tutarak:

– Beyim, bizi bayağı korkuttun, ama şükür ki kendine gelebildin.

– Beni farelerin elinden kurtaran genç nerede? Eğer o olmasaydı fareler beni parçalayacaktı.

– O, şu an dışarıda bekliyor. Eğer isterseniz onu yanınıza çağırtabilirim.

– Hemen, çağır onu yanıma.

Serhat Bey, odadan dışarıya çıkıp Hasan’ı çağırmaya gittiğinde hizmetçiler tekrar geri dönüp Sedat Bey’in bakımına kaldıkları yerden devam ettiler.

Saray hekimi, beyinin isteği üzerine odadan çıkıp Hasan’ın yanına vardı. Ona, beyinin kendisini istediğini bildirince Hasan, Sedat Bey’in kendisine geldiğine sevinerek hızlı adımlarla onun odasına vardı. Sedat Bey’in yanına vardığı zaman, hizmetçileri üzerindeki sargıları çıkarmış, bakım yapmak üzereydiler.

Hasan, Sedat Bey’in odasına girdikten sonra ona:

– Geçmiş olsun, umarım durumun şimdi daha iyidir, dedi.

Sedat Bey, yattığı yerden toparlanarak hizmetçilere teşekkür ederek Hasan’la konuşmaları bittikten sonra gelmelerini istedi ve eliyle işaret ederek odadan çıkmalarını rica etti. Onlar çıktıktan sonra Hasan’a dönerek:

– Şimdi daha iyiyim, dedikten sonra kafasındaki bandajı sağlamlaştırdıktan sonra sözüne şöyle devam etti. Beni oradan kurtardığınız için, size nasıl teşekkür etsem yine de azdır. Siz olmasaydınız, belki de o fareler beni parçalayacaktı.

–  Sizin, kendinize gelmenize çok sevindim. Ama söyler misiniz, bu kasaba da neler oluyor.

–  Her halde, saray hekimi Serhat Bey, burada neler olduğunu anlatmıştır.

–  Evet, anlattı. Fakat yapılan zulümleri duyunca tiksinti duydum ve Serhat Bey’in sözünü kesmek zorunda kaldım.

Yaralı adam, ‘Benim adım Sedat’ dediği sıra hizmetçilerden biri içeri girerek.

– Efendim, oğlunuz geldi, sizi görmek istiyor, demesi üzerine sözünü kesip hizmetçiye dönerek:

– Oğluma söyle, beni biraz beklesin.

Hizmetçi, Sedat Bey’den emri alır almaz hızla geri döndü ve koşarak odadan dışarıya çıktı. Sedat Bey’in, oğlunun yanına varıp babasının misafiri olduğu için biraz beklemesi gerektiğini söyledi.

Hizmetçi, Sedat Bey’in oğluyla konuşurken o sırada Sedat Bey, bir taraftan farelerin elinden kurtulduğuna seviniyor, bir taraftan da kendisine yardım edip ilk tedavisini yapan Hasan’a teşekkür ediyordu. Sedat Bey, Hasan’a kendisini kurtardığı için teşekkür ettikten sonra ilaçları nereden bulduğunu sordu.

Hasan, ona kara yüzlü adamın eczanesinden aldığını söyledikten sonra:

– Ne kötü bir adammış o? Eczanesinden aldığım ilaçların parasını ödeyemediğimden dolayı az kalsın beni öldürecekti.

– Haklısın, o çok kötü bir adam. Zaten, kasabamıza bütün kötülüklerin yayılmasına da o sebep oldu.

– Söyler misin, ondan başka eczacı yok mu ki, herkes oraya gidiyor?

– Aslında vardı. Hem de çok insaflı, sevecen bir kişiliği vardı. Fakat, o kara yüzlü adamın iftirası yüzünden kasabayı terk etmek zorunda kaldı.

– Nasıl yani, ne yaptı ki eczacının kaçmasına sebep oldu.

– Kara yüzlü adamın ilk geldiği zamanlardı. İyi yürekli eczacının işi çok güzeldi. Hemen hemen herkes ona gidiyor, bütün ilaçlarını ondan alıyordu. Zaman böyle akıp giderken, o kara yüzlü adamın işleri iyice kötüye gitmeye başlamış, bu yüzden de iyi yürekli eczacıya olan kıskançlığı ve kini iyice artmaya başlamıştı. Bir gece, o kara yüzlü adam gizlice bir eve girip, evde mücevheratla birlikte dışarıya çıkıp iyi yürekli eczacının dükkânına girmiş ve o mücevheratları oraya bırakarak uzaklaşmış ve giderek polise mücevheratları onun çaldığına dair ihbarda bulunmuş. Bu ihbarı alan polisler, bir gece baskın yaparak mücevheratları bulmuşlar. Mücevheratlar iyi yürekli eczacının dükkânında ele geçirildiği için, onun çaldığını zannederek tutuklayıp götürmüşler. Her ne kadar ben yapmadım dese de kimseyi inandıramamış. Polis ilk soruşturmadan sonra, savcılığa teslim etmiş. Savcılık onun suçlu olduğuna karar vererek hapse attırmış. İlk duruşmasına çıktığı zaman, o kara yüzlü adam çıkıp yalancı şahitlikte bulunarak onun uzun süre hapis yatmasına sebep olmuş. Bu arada, o eczacı hapis yatarken bir yolunu bulup hapisten firar etmiş ve kaçmış. Ondan sonra onun nerede olduğunu bilen kimse çıkmamış.

– Peki, onun iftiraya uğradığı nasıl anlaşıldı.

– Eczacı hapisten kaçtıktan sonra, gece vakti kara yüzlü adamı bulup her şeyi itiraf ettirmiş, ama nafile. Çünkü o kara yüzlü adamın arkası çok kuvvetliymiş. O yüzden de ona kimse bir şey yapamadı. Sonuçta olan iyi yürekli eczacıya oldu ve buraları terk etmek zorunda kaldı,  dedi ve oğlunu daha fazla bekletmek istemediğini söyleyip, üstünü giymesinde kendisine yardımcı olmasını rica edip, üstünü giydi. Hasan’dan sözünün yarıda kesildiği için özür dileyip odadan dışarı çıktı ve salona doğru yöneldi.

Sedat Bey, salona geçip oğluyla uzun uzun konuşup hasret giderdiler. Aralarında konuşurlarken, bir ara oğlu Sedat Bey’e artık bu kasabada kalmayı bırakıp yanlarına gelmesini istedi. Ayrıca geliniyle, torunlarının kendisini çok özlediğini, özellikle ufak torununun, gece uyurken kendisini sürekli sayıkladığını, gündüz uyanıkken ayağına yapışıp ‘baba ne zaman dedem gelecek’ dediğini söyledi. Sedat Bey, oğluyla konuşurken torunlarının kendisini çok özlediklerini duyunca hüzünlendi ve oğluna şöyle söyledi:

–   Oğlum, biliyorsun, bu ev annenin hatıralarıyla dolu. Bu ev, bu zenginlik, evdeki bu huzur onun sayesinde oldu. Onun sayesinde, içinde bulunduğum bu streslerden, sıkıntılardan kurtuldum. Onun merhameti, güler yüzlülüğü, sabrı, olaylar karşısında metaneti… Bunları söyledi ve eşiyle beraber oturup sohbet ettikleri koltuğa oturarak eşiyle beraber geçirdiği güzel günler aklına gelip ağladı. Oğlu, babasının ağladığını görünce koltuğa oturup babasının sırtını sıvazladı. Boynuna sarılıp yüzünü gözünü öptü. O da ölen annesini yâd ederek babasına:

–  Baba, biliyorum, annemi çok seviyorsun ve onun hatıralarından ayrılmak istemiyorsun ama, ne olur bizi de düşün. Seni çok özledik ve artık seni yanımızda görmek istiyoruz.

–   Peki, oğlum. Burada ufak tefek işlerim kaldı. Onları halledeyim, ardından geleceğim.

Oğluyla uzun bir konuşma yapan Sedat Bey, oğluna:

– Seninle daha fazla konuşmak isterdim ama misafirim var. Onunla ilgilenmek zorundayım, dedi ve salondan çıkarak Hasan’la konuştuğu odaya geçti. Sedat Bey, tam Hasan’la konuşmaya başlayacakken, oğlunun geldiğini söyleyen hizmetçi tekrar içeriye girerek:

– Efendim, sizin şefkatle bakıp gözettiğiniz, o fakir insanlar kapınızın önünde toplanmış sizi bekliyorlar, demesi üzerine kapının önüne çıkarak onlara hep beraber neden geldiklerini sordu.

Kapısının önüne toplanan fakir insanlar, içlerinden birini seçtiler ve o seçilen kişi öne çıkarak:

–  Beyim, biz artık bu kasabadan gidiyoruz.

– Neden gitmek istiyorsunuz? Yoksa yine size kötü davranmaya başladılar.

– Evet, beyim. Artık yapılan bu zulümlere dayanamaz hale geldik. Üstelik kendi yaptıkları zulümlerden dolayı, başlarına gelen sıkıntıları kendilerinden değil de, bizden biliyorlar ve o kara yüzlü eczanın yüzünden hayvanlar bile bize saldırıyorlar. O yüzden artık dayanamaz hale geldik ve bu kasabayı terk ediyoruz.

Sedat Bey, sözcü olarak seçilen kişiden dinledikleri karşısında hiddetlendi ve yumruğuyla kapıya vurdu. O sinirle kapıya öyle bir vuruş vurmuştu ki, sanki kapı yerinden sökülecek gibi olmuştu. Hasan, o sırada kapının önünden geçmekteydi ve Sedat Bey’in sinirli bir şekilde kapıya vurduğunu görünce koşup dışarıya çıkmış, ona adeta neler oluyor dercesine gözlerine bakıyor, ondan bir cevap bekliyordu.

Sedat Bey, Hasan’ın geldiğini görünce eliyle kapısının önüne toplanmış olan fakir halkı göstererek:

– Görüyorsun değil mi, kapımın önünde toplanmış olan bu halkı.

–  Evet, görüyorum, fakat söyler misin neden bu halk, sizin kapınızın önünde toplanmış?

– Kapımın önünde toplanmış olan bu halk, kasabamızın fakir insanları. Buraya toplanmalarının amacı ise, onlara karşı yapılan zulümlere daha fazla tahammül edememek. Onun için bu kasabayı terk etmek istiyorlar.

Hasan, hayretini dile getirerek:

–  Yapılan zulümleri Serhat Bey’den dinlemiştim, ama zulümlerin buraya kadar varacağını tahmin etmemiştim.

Onlar aralarında konuşurlarken, kapısının önüne toplanmış olan halk göç etmeye başlamışlardı. Sedat Bey, onların göç etmeye başladıklarını görünce koşarak onları durdurdu ve onlara:

– Nereye gideceksiniz ve gittiğiniz yerde ne ile geçineceksiniz? diye sordu. Onlar, bu soru karşısında susunca, az önce konuşan adam öne çıkarak:

– Gideceğimiz yerde, halk bu kadar zulüm içerisinde değil. Oranın halkı, insanları sever, makamına, mevkisine, hal ve hareketlerine bakmazlar. Fakir olan halka iyi davranırlar. Komşu komşunun hakkını gözetir, kimse kimsenin arkasından konuşmaz ve alay etmezler. Ayrıca akrabalar arasında sıkı bir bağ vardır. Yani kısacası, gideceğimiz yer iyiliklerin güzelliklerin olduğu bir yer, dedi ve gidecekleri yeri tarif etti. Temsilcinin tarif ettiği yer, oğlunun doktor olarak görev yaptığı yerdi.

Serhat Bey, onların gidecekleri yeri öğrenince onlara biraz beklemelerini söyleyip, sevinç içerisinde geri dönerek salonda beklemekte olan oğluna:

– Benimle bir dakika dışarıya çıkar mısın? Dedi ve oğluyla beraber dışarıya çıkarak o sırada beklemekte olan fakir halkın yanına vardılar. Orada, fakir halkı göstererek oğluna:

– Bu kasabanın fakir halkı, senin görev yaptığın şehre göç ediyorlar. Bu insanlara, orada gözün gibi bak ve gözet. Onların her ihtiyacını karşıla. Bu sana, baba vasiyetidir, dedi ve kasabanın fakir halkına dönerek, bu kasabada ufak tefek işlerinin olduğunu, onları hallettikten sonra kendisinin de geleceğini söyledi ve oğluyla beraber onları yolcu etti.

Sedat Bey, fakir halkla konuşup onların gideceği yeri öğrendikten sonra oğluyla konuşurken, Hasan, halen daha neler olup bittiğini merak etmekte, bir o yana bir bu yana gidip gelmekteydi. Sedat Bey, fakir halkla beraber oğlunu yolcu edip onun yanına geldiği zaman Hasan, halen daha yerinde dönüp durmakta ve merak içerisinde neler olup bittiğini merak etmekteydi.  Onun geldiğini görünce Sedat Bey’e:

– Söyler misin, neler oluyor?

Sedat Bey, ona neler olup bittiğini anlatmadan önce:

– Kusura bakma, o telaş içerisinde adınızı bile sormak aklıma gelmedi, diye cevap verdi.

Hasan, ona:

– Benim adım Hasan olduğunu söyledi ve tekrar buralarda neler olup bittiğini sordu.

Sedat Bey, bu soru üzerine fakir insanların bu kasabayı terk ettiğini anlatarak ona:

–  Az evvel, oğlumla konuşuyordum. O, bana sürekli yanımıza gel, burada kal diyordu. Ben ise, ona buranın annesinin hatıralarıyla dolu olduğunu söylerdim. Ayrıca ona ben gelsem buradaki fakir halka kimsenin bakmayacağını bildirir, ricasını geri çevirirdim. Oğlum, bu son gelişinde benim yanlarına gelip kalmamı tekrardan rica etti. Ben de ona ‘tamam geleceğim’ dedim ve onu tam yolcu edecektim ki, fakir halkın kapımın önünde toplandığını öğrendim. Onları kapımın önünde neden toplandıklarını bilemediğimden, merak içerisinde dışarıya çıktım ve onların yapılan zulümlere artık daha fazla tahammül edemediklerinde dolayı, kasabayı terk edeceklerini öğrendim. Fakir halkın, burayı terk edeceğini öğrendikten sonra artık bu kasabada daha fazla kalamayacağımı anladım.

Hasan, Sedat Bey’in yola çıkacağını duyunca ona:

–  Mademki, yola çıkıyorsun. Öyleyse beraber gideriz.

Sedat Bey, Hasan’la konuştuktan sonra bütün hizmetçileri bir araya toplayarak onlara:

– Benim, sevgili hizmetçilerim. Sizi, ne kadar çok sevdiğimi ve değer verdiğimi biliyorsunuz. Buradaki fakir halkı da sevip gözettiğimi de biliyorsunuz, ama bu kasabada artık daha fazla kalamayacağımı anladım, dedikten sonra hepsiyle tek tek helalleştikten sonra onların her birinin geçimlerine yetecek kadar mal bıraktığını söyledi ve hepsiyle vedalaşarak, onların eşyalarını toplamalarında yardımcı oldu. Onlar eşyalarını toplayıp yola çıkmalarına da eşlik ettikten sonra evine geri döndü.

Eşinin hatıralarını toplayan Sedat Bey, saray hekimi Serhat Bey’i yanına çağırdı. Yapılan bu çağrı üzerine gelen Serhat Bey, kafasını yere eğerek ona ‘bir emriniz mi var?’ diye sordu. Sedat Bey, ona söyleyeceği sözün bir emir değil de bir rica olduğunu söyleyerek ona:

– Serhat Bey, size çok teşekkür ederim. Yıllarca bizim kahrımızı çektiniz. Sıkıntılarımızı giderdiniz, karım öldükten sonra düştüğüm o kötü ruhi haletten senin sayende kurtuldum. Sen olmasaydım şimdi, kim bilir ne haldeydim, dedi ve kafasını yere eğerek bir müddet düşündü. Sonra kafasını kaldırarak elini Serhat Bey’in omzuna atarak:

– Seninle beraberliğimizin uzun süre devam etmesini isterdim, ama artık ayrılık vakti geldi. Ben bu kasabadan artık ayrılıp oğlumun yaşadığı kasabaya gidiyorum ve artık orada yaşayacağım. Seni bu konuda serbest bırakıyorum, ister bizimle gelir orada yaşarsın veya başka bir yere gidip oraya yerleşirsin.

Serhat Bey, ağlamaklıydı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Uzun bir süre Sedat Bey’in yanında kalmış, onu bir arkadaş, bir can dostu olarak bilmişti. Şimdi ise, istemese bile ayrılık zamanı gelmiş çatmıştı. Bu yüzden de suskun, başı öne eğik ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. Gönlü bir taraftan gidip eğitimini tamamlamaktan yana, bir taraftan Sedat Bey’le gidip onunla ömür boyu beraber olmaktı. Kafası yere eğik bir halde, bir müddet düşündükten sonra kararını verdi. Verdiği bu kararla içi ferahlamış yüzü gülmüştü. Kararını açıklamak için kafasını kaldırarak Sedat Bey’e:

– Beyim, her ne kadar sizden ayrılmak istemesem de, şartlar beni sizden ayırmaya mecbur ediyor. Mademki sizde buradan ayrılıp gitmek istiyorsunuz, ben de müsaadenizle sizden ayrılıp yarıda kalan eğitimimi tamamlamak istiyorum. Belki, eğitimimi tamamladıktan sonra yanınıza dönme imkânı bulabilirim, dedi ve o da eşyalarını toplayarak yola çıktı.

Onunda ayrılmasından sonra koskoca malikânede ikisi tek başlarına kalmışlardı.  Artık kasabada yapacak bir şeyleri kalmadığı için onlarda kasabada daha fazla kalmak istemediler ve eşyalarını toplayıp onlarda kasabadan ayrıldılar. Onların ayrılmasından sonra, kasabanın ayak takımı sanki onların gitmesini bekliyormuşçasına malikâneye girip, malikânede ne var ne yok hepsini talan ettiler.

Onların malikâneyi talan etmesinin ertesi günü kasabaya doğru büyük bir hortum gelip o kenti alt üst etti. Hortumun geçmesinden sonra, şiddetli deprem meydana gelip taş üstünde taş bırakmadı. Ne ağaç kaldı, ne bir canlı. Her şey tamamen yok oldu gitti. Deprem bitip, her şeyin yok olmasından hemen sonra şiddetli bir dolu yağdı. Dolunun ardından büyük fırtına çıkıp, şimşekler çaktı. Yağmurun ardından seller oluşup kasabayı tamamen dümdüz hale getirdi.

Kasabada her şeyin yok olduğunu görmeden yollarına devam eden Hasan ve Sedat Bey, yolda giderken karabulut yine karşısına çıktı ve bu sefer daha hiddetli bir şekilde bağırarak ‘nereye kaçarsan kaç, eninde sonunda seni yakalayacağım’ diyor hızlı bir şekilde geliyordu. Sedat Bey, korku içerisinde karabuluta doğru bakarken Hasan, ona ‘korkma o benim peşimde’ dedi ve koşarak karabuluttan kurtulmaya çalıştı. Bu arada ondan kurtulmaya çalışırken arada bir arkaya bakarak kendine ‘nerede beni, bu karabuluttan kurtaran rüzgâr’ diye söylendi söylenmesine, ama beklediği rüzgâr bir türlü gelmez oldu. Kendisini kurtaran rüzgâr gelmeyince, karabuluta yakalanacağını zannederken, birden bile karabulut kendisini kovalamayı bırakıp çekip gitti.

Hasan, karabulutun çekip gittiğinin farkına varmadan öylece koşarken, iyice yorulduğunu ve koşamaz hale geldiğini hissetti ve koşmayı bırakarak:

– Tamam, artık gel beni yakala da ne yapacaksan yap, artık bıktım senin beni her yerde kovalamandan’ dedi ve arakası dönük bir şekilde beklemeye başladı.

Uzun bir müddet beklemesine rağmen karabulutun gelmediğini fark edince içten ferahladı, ama yinede geri dönmeye cesaret edemedi ve yine aynı sözleri tekrar etti. Aynı sözleri tekrar ettikten sonra karabulut gelmeyince, onun kendisini kovalamaktan vazgeçtiğine kanaat getirerek geri döndü. Geri dönüp baktığında kendisini her zaman karabuluttan kurtaran rüzgârın, karabulutu kovaladığını gördü. Karabulutun gittiğini gördükten sonra derin bir ‘oh!’ çekerek, Sedat Bey’i bulup yola onunla devam edebilmek için, onu arayıp durdu ve onu karabulutun arkasından gelip yakalamaya çalıştığı yerde oturmuş bekleşir bir halde buldu.

Yazar: Murat CANPOLAT

Hikayenin I. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin II. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin III. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin V. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin X. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXI Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXIII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

 

 

 

Exit mobile version