Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXXI. Bölüm

Gizemli Yolculuk

Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXXI. Bölüm

Onlar hasretle birbirleriyle kucaklaşırken Sercan evin kapısını açarak dışarıya çıktı ve babasıyla dedesini kucaklaşırken gördü. Gördüğü bu manzara karşısında oldukça duygulanıp onları seyrederken, annesinin ‘Dedenin yaşlı haliyle dışarıda beklemesini gönlüm razı olmuyor. O yüzden git dedeni çağır içeriye gelsin.’ sözünü unutarak bir müddet onları seyretti. Daha sonra annesinin sözü aklına gelince onları içeriye çağırdı.

Huzur Mustafa, babasıyla hasret giderirken oğlunun seslenmesi üzerine babasını da alarak, arkadaşlarıyla beraber eve girdiler. Eve girip kapıyı kapattıkları sırada Hasan’ı her yerde karşısına çıkıp kovalayan karabulut yine ortaya çıkarak evin etrafında dolanıp, evi sarsmaya başladı.  Evin etrafında dolanan karabulut öyle hızlı dolanıyordu ki, evin içindekiler sanki deprem oluyormuş gibi sarsılıyor, evdeki dolaplar, yemek tabakları, her şey yere yıkılıyordu. Karabulut eve iyice yaklaşıp etrafında dolanırken, evin duvarları çatlamaya başladı. Tam, ev yıkılacak gibi olurken hafif bir rüzgâr çıktı ve evin etrafında koruma duvarına benzer bir durum oluştu. Koruma duvarını gören karabulut, eve yaklaşamayacağını anlayınca uzaklaşmak zorunda kaldı.

Hasan, karabulutun uzaklaşmasından sonra Huzur Mustafa’nın evinin, kendisi yüzünden harap olmasına üzülerek ona:

– Gördüğünüz o karabulut sürekli benim peşimde olduğu için, az kalsın sizin evinizi de yıkacaktı.  O yüzden, sizden nasıl özür dileyeceğimi bilemiyorum, deyip Huzur Mustafa’nın ellerini tutarak sözüne şöyle devam etti. “Benim yüzümden, eviniz yıkılmak üzere olduğundan dolayı elimden geldiği kadar, evinizi tamir etmek için size yardım edeceğim.”

Huzur Mustafa, Hasan’ın kendisinden özür dileyip evini tamir etmek için yardım edeceğine dair söz vermesi onu mutlu etmiş, sevindirmişti. Fakat, Hasan’ın evi tamir etmek için elinden gelen her şeyi yapmak istemesi boşunaydı. Çünkü ev zaten, karabulutun evi harap etmesinden önce de harap durumdaydı ve bu yüzden Huzur Mustafa, başka bir ev yaptırmış ve oranın boyasını yaptırıp kurumasını beklediklerinden taşınmamışlardı.

Huzur Mustafa,  başka bir eve taşınmak üzere olduklarını anlatmak için huzur verici bir tarzla gülümseyerek ona:

– Gördüğünüz bu ev zaten eski ve yıkılmak üzere olan bir evdi. O yüzden, bizde başka bir ev yapıp oraya taşımak üzereydik. İçini boyatıp kurumasını bekliyorduk. Tam taşınmak üzereydik ki, siz geldiniz ve araya başka meselelerde girdi. Bizde bunun üzerine yaptığımız o eve taşınmayı ertelemek zorunda kaldık. Onun için bizden özür dilemene hiç gerek yok, deyip Hasan’ı teselli etmeye çalıştı.

Huzur Mustafa, aralarında geçen bu konuşmadan birkaç gün sonra yaptırdığı yeni evine taşındı. Eski evleri, eşyalarını boşaltıp taşınmalarının ardından, birkaç dakika sonra büyük bir gürültüyle çöktü. Eski evlerinden ayrılmalarının hemen ardından çökmesini korku dolu gözlerle izleyen Huzur Mustafa, bir yandan evde olmadığına seviniyor bir yandan da bu eve yerleşmelerine sebep olan Salih Amca’nın hatıralarının yok olmasına üzülüyordu. Salih Amca, onun için neler yapmamıştı ki, önce ona sahip çıkmış ve kendi evinde kalmasına izin vermişti. Büyüyüp gençlik çağına gelince, hanımıyla evlenmesine sebep olmuş ve düğün hediyesi olarak bu evi kendisine vermişti. Mirasını bırakacağı birileri olmadığı için, öldüğü zaman vasiyetinde bütün mirasının kendisine kaldığını öğrenmişti. Salih Amca’nın yaptığı bunca iyilikten dolayı her zaman onu hayırla anmış ve hiçbir zaman unutmamıştı. İşte bunlardan dolayı evin yıkılmasına ve Salih Amca’yla geçirdiği onca yılların hatırasının yok olmasından dolayı üzülüyordu. Bunlar içerisinde tek tesellisi yıkılan evin altında kalmamalarıydı.

Horozun üzerinde çıkan, cevizin üzerinde meydana gelen tarladan topladıkları ekinler aradan bazı meseleler geçip unutulmaya yüz tutmuşken bir ara Sedat Bey’in aklına gelmiş ve onlara ne olduğunu bakmak aklına gelmişti. Aklına gelen bu düşünceden sonra kimseye bir şey demeden dışarıya çıkmış, ekin yığının toplandığı harmana gitmişti. Oraya gidip ekin yığınlarının neredeyse çürümek üzere olduğunu görünce geriye dönerek Huzur Mustafa’ya:

– Mustafa Bey, tarladan topladığımız ekinler neredeyse çürümek üzereler, demesi üzerine Huzur Mustafa’yı bir telaş kapladı. Topladıkları ekinlerden geriye kalanları kurtarabilmek için ailesini ve evinde kalan misafirleri de alarak harmana gittiler. Oraya varınca ekinlerin çürümeye başladığını görünce geriye dönüp ahıra gitti. Ahırda güçlenip kanatlanan öküzlerini çıkartarak harman yerine vardı.  Öküzlerinin arkasına büyük bir odun parçası bağlayarak oğlunu üzerine oturttu ve buğdayları başaklarından ayırabilmek için sürmeye başladılar.

Buğdayları başaklarından ayırma işlemi bitip, buğdayları samandan ayırmak için savurmaya başladıkları bir ara Huzur Mustafa, Sercan’a ‘bizim evde az bir işimiz var, biz gelene kadar sen buğdayları samandan ayırmaya devam et’ deyip arkadaşlarıyla beraber evine gitti. Evdeki işini bitirip geri dönünce, öküzlerle oğlunun harman yerinde olmadığını gördü. Onların yerinde olmadığını görmesi üzerine sinirlenerek babasına dönüp:

–  Yapılacak bir yığın iş var, Sercan ortada yok. İşi kendisi bırakıp gitse yine bir şey demem. Ama, o ne yapmış hem kendisi gitmiş hem de öküzleri götürmüş. Söyler misin, ben şimdi buna ne yapayım.

Adil Bey, oğlunun kızdığını görmesi üzerine:

–  Bak oğlum! Biliyorum, oldukça kızgınsın. Bir düşün, sen gidip torunuma bağırdın çağırdın, hatta kızgınlığını yenemeyip ona bir tokat attın ve bu şekilde oğlunun işine geri döneceğini zannettin. Ya attığın bu tokattan dolayı gururuna yediremeyip, kendine bir şey yapsa veyahut evi terk edip gitse, işte o zaman ne yaparsın.

Huzur Mustafa, babası konuşurken araya girmek istedi ama Adil Bey buna izin vermeyerek şöyle devam etti:

– Bak oğlum! Bu anlatacağım olay, konumuzla ilgisi olmayabilir ama anlatmak zorundayım. Ben yıllar evvel, kızgın bir anımda annenle kavga ettim ve o kızgınlıkla evi terk edip gittim. Gerçi hata bendeydi ama hatamı bir türlü kabullenemiyor, bir türlü gururuma yediremiyordum. Bendeki bu aşırı gurur geri dönmeme mani oldu ve bu üç dört sene sürdü. Sonradan pişman olup geri döndüm ama bu pişmanlığım fayda vermedi. Çünkü, geri döndüğümde annen evi terk etmişti. Annenin evi terk ettiğini görünce dünyam başıma yıkıldı sanki. Pişmanlığımı dile getirmek ve onu evine geri döndürmek için yıllarca aradım durdum. Fakat bir türlü onu bulmak mümkün olmadı. Onu bulamayacağımı anlayınca aramaktan vazgeçtim ve bir başkasıyla evlendim. Evlendiğim, o günden itibaren hiçbir zaman gün yüzü görmedim. Sonradan evlendiğim eşimin inatçılığı, geçimsizliği, tutumsuzluğu, başkasından gördüğü bir şeyi benimde almam için zorlaması canımdan bezdirdi. Bunlar yetmezmiş gibi ondan olan çocuklarımı bile bana karşı kışkırtıyordu. Bu kışkırtmalarının sonucunda evlatlarım bana eziyet eder hale geldiler. Sonradan evlendiğim hanım ölünce, evlatlarım beni istemediler ve evden kovdular. İşte o zaman anladım bir anlık kızgınlığın nelere mal olduğunu. Bu yüzden, sana tavsiyem, eşine ve evlatlarına hiçbir zaman bağırıp çağırmaman.

Huzur Mustafa, babasının tavsiyeleri üzerine sakinleşip, oğlunun evde olup olmadığını kontrol etmek için oraya doğru yöneldi. Eve varınca hanımına Sercan’ın evde olup olmadığını sordu. Hanımı:

–  Bey, Sercan bugün hiç eve gelmedi, dedikten sonra merak içerisinde ona şöyle sordu.

– Bey, Sercan’ı niçin bana soruyorsun ki, o sizin yanınızda değil miydi?

Huzur Mustafa, oğlunun evde olmadığını anlayınca, hanımına belli etmedi ama oğlunun nereye gittiğini merak edip ona bir şey demeden evden çıktı. Evden çıkıp, oğlunu aramak için ilk baktığı yer, gençlerin toplanıp beraber sohbet ettikleri yerdi. Fakat, umduğunu bulamadı. Çünkü, oğlu orada yoktu. Oğlunu orada göremeyince ‘belki öküzlere su içiremeye gitmiştir’, diyerek gölün oraya doğru gitti. Göle varınca, oğlunun orada da olmadığını gördü.

Huzur Mustafa, akşama kadar her tarafı aramasına rağmen bir türlü oğlunun nereye gittiğini bulamadı. Onu bulamayınca çıldıracak gibi oldu ve bütün köy halkına, oğlunun kaybolduğunu, onu bir türlü bulamadığını haber vererek, onu bulmaları için ricada bulundu. Bütün köyün halkı, bu haber üzerine Huzur Mustafa’ya karşı olan saygılarından dolayı bütün işlerini bırakarak, Sercan’ı aramak için dağ taş, ova, ormanlık alanlar dâhil her tarafı aradılar. Köyün bütün halkı onca çabalarına rağmen, onu bir türlü bulamıyor şaşırıp kalıyorlardı. Köyün halkı işlerini güçlerini bırakıp Sercan’ı aramaya durduklarından işler yarım kalmış, köyde her şey birbirine girmişti. Köylüler, Huzur Mustafa’yı sevmelerine rağmen işleri yarım kaldığı için, içlerinden bir kişiyi onun yanına göndererek:

– Beyim, sizin oğlunuzu aramaya durduğumuzdan, köyün bütün işleri yarım kaldı. Bu yüzden oğlunuzu aramayı bırakıp, yarım kalan işlerimize geri dönmek istiyoruz.

Huzur Mustafa, adamı dinleyip içi kan ağlayarak ona:

– Bizim yüzümüzden kimsenin işlerinin yarım kalmasını istemem. Onun için oğlumu aramayı bırakıp, yarım kalan işlerinize geri dönebilirsiniz.

Evlat acısı ne kadar zor bir şeymiş. Demek ki, insan başına gelmedikçe bir şeyin değerini anlayamıyor. Huzur Mustafa, oğlunun bulunamaması üzerine bunları düşünüyor, içten içe ağlıyordu. Oğlu kaybolduktan sonra oldukça dalgınlaşmış, işi gücü bırakmış tamamen bitkin bir duruma gelmişti. Evde hanımı, kendisinden daha beter hale gelmiş, ağlaması, sızlaması komşularını rahatsız eder hale gelmişti.  Evin halkından sadece Adil Bey metanetliydi ve hiçbir zaman umudunu kaybetmemişti. Sadece o, oğlunu ve gelinini sakinleştirebiliyor, onlara ümit veriyordu.

Huzur Mustafa, evladını kaybedip bütün işleri aksatmasından sonra, işlerin aksamaması için Sedat Bey ve Hasan, kendilerine kucak açan Huzur Mustafa’ya karşı, yaptığı iyiliğin karşılığın vermek için işleri devralmış ve yürütmeye başlamışlardı. Bu ikili, buğdayları samandan bir hafta içerisinde ayırarak, bir nebzede olsa gördükleri iyiliğe karşılık vermenin sevinciyle harmanda oturup, neşe içerisinde konuştular. Ardından Sercan’ın bulunması umuduyla ayağa kalkarak, işlerin tamamlandığını haber vermek için harman yerini terk ettiler.

Köyün halkı, Sercan’ı aramayı bırakıp işlerine dönmüşlerdi ama, akılları halen Sercan’daydı. Acaba hiçbir iz bırakmadan nereye gitmişti, gittiyse neden habersiz giderek ailesini üzgün bir şekilde bıraktı.  Bunları düşünerek bir yandan ona kızıyor, bir yandan da onun bulunmasını umuyorlardı. Bütün umutlarına rağmen Sercan bir türlü bulunamadı. Arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolup gitti. Köylüler, Sercan’ın bulunamaması üzerine, onun geri geleceğine dair hiç umutları yokken Huzur Mustafa, oğlunun bir gün geri döneceğine dair umudunu kaybetmemiş, hep içinde onu geri geleceğini ve boynuna sarılıp ‘Baba sizi çok özledim’ diyeceğini umuyor, sabahtan akşama kadar kapının önünde onun geri gelmesini bekliyordu. Evlat sevgisi, bütün benliğini o kadar fazla kaplamıştı ki, gözü ondan başkasını görmüyor sürekli onu sayıklıyordu. Adil Bey, bütün metanetini koruyarak oğluna nasihat veriyordu ama söylediği nasihatler adeta, Huzur Mustafa’nın bir kulağından giriyor bir kulağından çıkıyordu.  Hasan, ona baktıkça aklına ölen çocukları geliyor, Sercan bulunamadığı için o da kendi kendini yiyip bitiriyordu.

Aradan uzun bir zaman geçip kış yaklaşınca, topladıkları buğdayları öğütüp un yapma ihtiyacı duydular. Bu maksatla buğdayları ayrı ayrı çuvallara doldurarak değirmene doğru yola çıktılar. Buğdayları doldurdukları çuvalların hepsi aynı olmasına rağmen, sadece bir çuvalın ağırlığı oldukça fazlaydı. Öyle ki bu çuvalı üç dört kişi ancak yerinden kaldırabiliyordu. Zorla da olsa, ağır olan bu çuvalla beraber, diğer çuvalları değirmene getirmeyi başardılar.  Değirmene vardıkları zaman ilk önce hafif olan çuvalları değirmenciye vererek öğüttüler. Sıra ağır olan çuvalı alıp değirmenciye verince, değirmenci bu çuvalın ağırlığı karşısında şaşırarak onlara:

–  Yahu! Bu çuvalın içine ne koydunuz ki, bu kadar çok ağır, demekten kendini alamadı.

Değirmenci, söylediği sözden sonra daha önce yaşadığı tecrübelerden dolayı şüphelenerek ağır olan çuvalı öğütmek istemedi. Huzur Mustafa ve arkadaşları adeta yalvarırcasına konuşmalarından sonra merhamete gelerek onlardan çuvalı boş bir yere boşaltmalarını söyledi. Huzur Mustafa, değirmencinin çuvalı boş bir yere boşalt demesi üzerine, sevinç içerisinde ağır çuvalı arkadaşlarının yardımıyla kaldırarak, değirmencinin işaret ettiği yerde boşalttılar. Bütün çuval boşanınca, hepsinin birden ağzı açıkta kalıp korkarak geri çekildiler. Korkmalarına sebep olan, çuvalın içinde kocaman büyük bir yılan çıkmasıydı. Bu yılan o kadar büyüktü ki, ağzını açmasıyla bir insanı rahatlıkla yutabilirdi. Huzur Mustafa ve arkadaşları, yılana dikkatli bir şekilde bakınca bu yılanın, cevizin üstündeyken kendilerine saldıran yılan olduğunu görüp yürekleri bir kat daha fazla atmaya başladı. Huzur Mustafa, korku içerisinde yerinden bile kıpırdayamazken, değirmenci yılanı görünce hemen koşarak tüfeğini aldı, içine domuz mermisi yerleştirdikten sonra yılana iki  el ateş etti. Yılan, mermiyi yiyince, yerinde bir iki bu defa debelendikten sonra oracıkta can verdi.

Değirmenci, yılanı öldürmesine rağmen korkudan yanına yaklaşamıyor, öfke ve hiddetten yılanı değirmene getiren müşterilerine bağırıp çağırıyordu. Korkusu ve öfkesi geçince onlara:

–  Sizin çuvalınızın içinde bu yılanın ne işi var?

Huzur Mustafa, korkulu gözlerle yılanı izleyerek değirmenciye:

– Bu yılanı daha önce görmüştüm, diyerek horozun üstündeki ceviz ağacını ve onun üstünde oluşan tarlayı ve oradan olan her şeyi teker teker anlattı.

Değirmenci, Huzur Mustafa’nın anlattıklarını ağzı açık dinlemiş hayretler içerisinde kalmıştı. Onlar aralarında konuşurlarken Sedat Bey, yılandan gözünü hiç ayırmamış, korku içerisinde sürekli ona bakmıştı. Korkusu geçince değirmenciye dönerek:

–  Bunu, bir an evvel buradan çıkarmamız gerekiyor, dedikten sonra yılana yanaştı, önce onun ölüp ölmediğini kontrol etmek için, bir sopa yardımıyla ona dokundu. Dokundukları halde yılandan ses seda çıkmayınca onun öldüğünü anladı. Yılanın öldüğünü görünce derin bir ‘oh’ çekerek arkadaşlarına, korkulacak bir durum olmadığını işaret ederek gelmelerini söyledi. Arkadaşları ve değirmenci gelince, yılanı hep beraber yerinden kaldırarak dışarıya çıkardılar. Dışarıya çıkarınca, yılanın karnı şişkin olduğu gördüler.  Onun karnında ne olduğuna bakmak için karnını yardılar. Karnının içinde öküz büyüklüğünde buğday tanesi ve yılanın yumurtaları çıktı. Yılanın yumurtalarını bir kenara iterek bir bıçak yardımıyla buğday tanesini ortadan ikiye ayırdılar. Ayırdıkları buğdayın içinde herkesi şaşırtan ve Huzur Mustafa’yı sevince boğan bir sürprizle karşılaştılar. Bu sürpriz hiçbirinin aklına gelmeyen bir sürprizdi. Herkesi şaşkına çeviren sürpriz Sercan’dı ve buğdayın içinde mışıl mışıl uyuyordu. O huzur içerisinde uyurken, öküzler önlerindeki otları yiyor, bir güzel karınlarını doyuruyorlardı.

Huzur Mustafa, Sercan’ı görünce sevinçle öyle bir çığlık attı ki, o sıra uyumakta olan Sercan korku içerisinde uykusundan uyanarak, ani bir şekilde ayağa kalkmak zorunda kaldı ve onlara neler oluyor dercesine yüzlerine baktı. O şaşkınlık içerisinde babasına ve babasının arkadaşlarına bakarken Huzur Mustafa, ani bir refleksle Sercan’ın boynuna sarılarak ‘oğlum’ deyip ağlamaya başladı. Ağlaması geçince ona, heyecan içerisinde buğdayın içerisine nasıl girdiğini sordu. Sercan, babasına ilk önce sakinleşmesini sağladıktan sonra kendisine:

–  Bu buğdayın içine nasıl girdiğimi bilemiyorum. Fakat tek hatırladığım şey, öldürmüş olduğunuz bu yılanın üzerime doğru gelip bana saldırmasıydı. Ondan sonrasını pek hatırlamıyorum, dedi ve susarak düşünmeye başladı. Az sonra şimdi hatırladım, dedi ve şöyle devam etti.

– Bu yılan üzerime saldırdığı zaman, korkudan ne yapacağımı şaşırdım ve ellerim ayaklarım birbirlerine dolandı. Hayatımda, bu kadar büyük yılanla ilk kez karşılaştığım için, ona karşı nasıl hamle yapacağımı bilemiyordum. Yılan, bana iyice yaklaşıp kocaman ağzını açtığı zaman, dedeme benzer yaşlı bir adam karşıma çıktı ve yılanı kovdu. Yılan gidince, bana dönerek:

– Evladım, senin yaşlılara karşı olan merhametin, benim buraya gelmeme sebep oldu, dedi ve içine girdiğim bu buğdayı gösterdi. Daha sonra bana, yılanın tekrar geri gelme ihtimaline karşı bu buğdayın içine girmemi söyledi. Yaşlı adamın, sözünden sonra buğdayın içine nasıl gireceğimi düşünürken, buğday ikiye ayrıldı. Buğday tanesi ikiye ayrılınca ortasında güzel bir bahçe çıktı. Buğdayın ikiye ayrılıp, ortasında çıkan bahçe o kadar güzeldi ki, ona baktıkça içimi neşe kaplıyor, bir an evvel oraya varmak istiyordum. Bahçenin bu güzelliğine daha fazla dayanamayıp, öküzleri de alarak bahçeye girdim. Ben, bahçeye girdikten hemen sonra yaşlı adam da bahçeye girdi. Onun bahçeye girmesinden sonra buğday tanesi yavaş yavaş kapandı. Ondan sonra yaşlı adam bana:

–  Bu bahçeden hiçbir yere ayrılmayın. Zamanı gelince buğday tanesi açılacak ve buradan çıkacaksınız, dedi ve ortadan kayboldu. Buğdayın içindeki bahçeyi, bu bahçenin içerisine girmemizi hayretle düşünürken, o yaşlı adam tekrar ortaya çıkarak bu seferde bana ‘Gördüğünüz bu bahçeden başka bir yere ayrılmayın. Olur ki unutur bu bahçeden ayrılırsanız bir daha geri dönemezsiniz’, dedi ve tekrar ortadan kayboldu. Onun ortadan kaybolmasından sonra bahçenin içerisinde, fazla uzaklaşmadan gezindik durduk. Uykum geldiği zaman uyudum, acıktığım zaman bahçenin içerisindeki meyvelerden yedim ve neşe içerisinde buğday tanesinin açılmasını bekledim. Öküzler bile, bahçenin içerisindeki otlaklardan otlayarak neşeleniyor, sevindiklerini belli edercesine kafalarını sallayıp bağırıyorlardı.

Huzur Mustafa, oğlunu bulunca neşe içerisinde evine doğru koşarak oğlunu bulduğunu bütün ev halkına ve köylülere haber vererek, Sercan’ı nerede bulduğunu anlattı. Bu haber üzerine bütün köyün halkı, Sercan’ı karşılamak ve olanları bir de onun ağzından dinlemek için yollara düştüler. Köylüler yola çıktıkları sıra Sercan ve Huzur Mustafa’nın misafirleri, öğüttükleri buğdaylarla geliyor, neşe içerisinde söyleşip gülüşüyorlardı. Köylüler bunları karşılayınca hep bir ağızdan Sercan’a başından geçenleri anlatması için rica ettiler. Sercan bu rica üzerine başından geçenleri, bütün detaylarıyla birlikte anlattı.

Yazar: Murat CANPOLAT

Hikayenin I. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin II. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin III. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin V. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin X. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXI Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXIII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

 

 

Exit mobile version