Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXX. Bölüm

Gizemli Yolculuk

Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXX. Bölüm

Huzur Mustafa, horozun uçup gitmesi üzerine endişeye kapıldı. Ne yapacağını bilemedi, şimdi bütün işlerini öküzlerle nasıl görecekti. Gerçi öküzlerle de iş yapıyordu, ama öküzlerin güç yetiremediği işleri hep horozla görmüştü. Onun için horozun gitmesi karşısında endişelenmiş, ne yapacağını bilememişti. Ne yazık ki artık yapacak bir şey yoktu. Artık bundan sonra işlerini öküzlerle görmesi gerekiyordu ve öyle yapmak için köyüne geri döndü.

Sercan, babası ve onun arkadaşları horozun peşinden koşup gittikten sonra, onları merak içerisinde evlerinin eşiğinin üzerinde beklerken, uzaklardan yaşlı pirifâni bir ihtiyarın geldiğini gördü. Onu görünce ayağa kalkarak ihtiyarın geldiği yöne doğru yöneldi. Çocukluğundan beri yaşlıları sevip onlara hürmet etmesinin verdiği alışkanlıktan olacak ki, o yaşlı ihtiyarın yanına varınca selam vererek, saygıyla nereden gelip nereye gittiğin sordu. İhtiyar adam, uzaklardan geldiğini aç ve susuz olduğunu söyleyince Sercan, yaşlı adama:

– Benimle gel amca, bizim evin oraya gidelim. Orada hem dinlenmiş olursun hem de sana yiyecek bir şeyler veririm.

Yaşlı adam, çocuğun hürmeti karşısında oldukça duygulandı. Gözlerinden yaş gelerek eliyle Sercan’ın kafasını okşadı. Sercan, yaşlı adamın ağladığını görünce cebindeki mendili çıkartarak onun gözlerini sildi. Yaşlı adam bunun üzerine:

–  Sen, ne iyi kalpli bir çocuksun. Kendi evlatlarım bana bakmayıp, beni evden kovarlarken, sen hiç tanımadığın halde beni evine davet ediyorsun, dedikten sonra Sercan’a teşekkür ederek ona ‘Seni yetiştiren baba, ne iyi bir babaymış’ dedi ve günlerdir bir şey yemediğinden dolayı Sercan’ın davetine icabet ederek onun evine doğru gitti.

Sercan, evine varınca annesine misafirinin olduğunu söyleyip ondan yemek yapmasını rica ederek yaşlı adamı evine aldı. Yaşlı adam, evden içeriye adımını atar atmaz, içini bir hoşnutluk kapladı. Sanki yıllardır arzuladığı muradına kavuşacak gibi hissetti. Evin kokusunu içine çekerek, yıllar evvel terk edip gittiği ailesinin kokusunu hisseder gibi oldu. O bu düşünceler içerisindeyken, Sercan gelip yemeğin hazır olduğunu haber vermesi üzerine kendini toparladı ve Sercan’ın peşine gitti. Birlikte yemek yerlerken bir ara yaşlı adam elindeki kaşığı yere düşürdü. Onu almak isterken oturduğu sandalye devrilerek yere düşmesine sebep oldu. Sandalye eğilirken, düşmemek için sofradan tutunca, sofra da onunla beraber yere saçıldı. Sercan, olan biteni izlerken içinden gülmek gelmesine rağmen, kendini tutarak gülmesini engelledi. Yaşlı adamı yerde kıvranırken görünce de ona acıyarak koşup yerden kaldırdı ve ona ‘bir yerin acıdı mı amca?’ diye sordu. Yaşlı adam, yaptığından utanarak özür diledi. Üstünü silkeleyip üzerine dökülmüş yemekleri temizlerken, duvarda asılı olan fotoğrafı görerek adeta yerine çakılmış gibi kaldı. Çünkü duvardaki fotoğraf yıllar evvel terk edip gitmiş olduğu hanımıydı.

Sercan, yaşlı adamın duvardaki babaannesinin resmine bakıp donup kalması karşısında, neden öyle baktığını anlamadığı için yaşlı adamın hali tuhafına gitti. Yaşlı adam, resme bakarak Sercan’a duvardaki resmin kime ait olduğunu sordu. Sercan, babaannesinin resmini neden sorduğunu merak ederek:

– O duvardaki resim, benim babaannem. Ama onu neden soruyorsunuz ki?

Yaşlı adam, yıllardır aradığı ailesini bulmanın sevinciyle ne diyeceğini unuttu. Her ağzını açışta dilini yutmuş gibi oluyor ve bir şey diyemiyordu. Sercan, ikinci sefer babaannesinin resmini neden sorduğunu sorunca, ona dönüp boynuna sarılarak ‘Torunum’ dedi ve sevincinden ağlamaya başladı. Sercan, yaşlı adamın kendisine sarılarak ‘torunum’ diyerek ağlaması üzerine, pek bir şey anlamasa da, onun torunum demesi hoşuna gitmişti.

Yaşlı adam, Sercan’ın boynuna sarılmayı bırakarak, başından geçen bütün hadiseyi anlatarak, bütün seneler boyu bu tabloyu arzuladığını, eğer babası da kendisini kabul ederse, dünyanın en bahtiyar insanı olacağını söyleyip tekrar Sercan’ın boynuna sarılıp ‘torunum’ dedi ve tekrar ağlamaya başladı.  Sercan, evine aldığı yaşlı adamın, babasının her zaman bahsettiği dedesinin o olduğunu öğrenince, önce sevinerek dedesinin boynuna sarıldı. Daha sonra sertçe dedesinin boynundan geri çekilerek, babasına yıllardır o sıkıntıyı neden çektirdiğini sordu.

Yaşlı adam, torununun sorusu üzerine suçlu olanın kendisi olduğunu söyleyerek üzgün olduğunu, eğer kabul ederlerse hatasını telafi edebilmek için her şeyini yapacağını söyledi ve oğlunun gelmesini bekledi. Onun gelmesini beklerken de sabırsızlıkla sağa sola gidip geliyor, iki de bir dönüp Sercan’a, babasının ne zaman geleceğini soruyordu. Ve nihayet beklediği kişi biraz sonra kapının önünde görünecek, yıllarca hasretini çektiği an gelecekti.

Huzur Mustafa, horozun değişip uçup gitmesinden sonra geri dönüp ahıra geldi. Orada öküzlerini çıkardıktan sonra, Sedat Bey’e dönerek:

– Güçlü, kuvvetli olduğu için, şimdiye kadar bütün işlerimi horozla gördüm. Ama, şimdi o gitti ve ne yapacağımı şaşırdım. Öküzler onun kadar kuvvetli değiller ki, bütün işlerimi onunla göreyim.

Sedat Bey, Huzur Mustafa’nın umutsuzca serzenişi karşısında sustu, sustu… Belli ki bu susuşu bir şeyi düşündüğünün belirtisiydi. Bir zaman daha böyle düşündükten sonra  daha fazla dayanamayarak Huzur Mustafa’nın kolundan tutarak:

– Mustafa Bey, horozlarınızın değişmesine sebep olan göldeki su dururken bu kadar neye dert yanıyorsunuz, anlamıyorum.

Huzur Mustafa, Sedat Bey’in ikazını anlamasa bile, onun o sözü ağrına gitti. Bundan dolayı morali bozuldu, suratı asıldı. Onun suratının asıldığını gören Sedat Bey, yanlış anlaşıldığını fark ederek Huzur Mustafa’ya:

– Mustafa Bey, beni yanlış anladınız galiba, dedikten sonra şöyle devam etti. Horozlarınızın değişmesine sebep olan göldeki su, belki de öküzlerinizin de değişmesine sebep olur, demesi üzerine Huzur Mustafa’nın yüzü güldü ve belki bunlarda da işe yarar diyerek öküzleri göle götürdü. Öküzler, ahırda çok susadığı için, göldeki suyu görünce koşarak kana kana içtiler. Gölün suyunu içince daha çok güçlendiklerini hissetiler ve yerinde duramaz hale gelip, sahiplerine güçlendiklerini gösterir gibi yerde tepindiler. Onlar yerde tepinmeye devam ederlerken, öküzlerin birden bire ayakları, boynu, kuyruğu ve vücudu daha da irileşti. Ardından sırtında kartal kanadına benzer iki kanat belirdi. Öküzler, kanatları çıkınca her iki kanatlarını da açarak dile geldiler ve Huzur Mustafa ve arkadaşlarına:

–  Sırtımıza binin sizi istediğiniz yere götürelim, dediler.

Hasan, öküzleri izlerken yine kulakları uğuldamaya başladı. Uğultu sırasında derinlerden ‘Seni uyandırmak için artık takatim kalmadı. Onun için ne olur artık uyan.’ diye ses işitti. Kulaklarına gelen bu son sesten sonra kendi kendine ‘Ne oluyor bana, kulaklarıma gelen bu sesler de neyin nesi. Yoksa deliriyor muyum?’ diye söylenerek kulaklarını kaşımaya çalıştı. Sedat Bey’in, kendisine ‘kulaklarını öyle kaşıma, eğer öyle kaşırsan zarar verirsin’ demesine kadar öylece kaşıdı.

Huzur Mustafa ve arkadaşları, öküzlerin tamamen değişip kanatlanmasını şaşkınlıkla izlerken, onların dile gelip üzerimize binin demeleri üzerine korkarak geri çekildiler. Öküzlerin tekrar dile gelip ‘korkmayın bizden’ demeleri üzerine bindiler. Öküzler, sahiplerinin üzerlerine binmelerinden sonra kanatlarını açarak köye doğru yöneldiler. Huzur Mustafa, öküzlerin üzerindeyken korkulacak bir durum olmadığını anlayınca derin bir nefes aldı ve arkadaşlarına şöyle dedi:

– Öküzlerin, büyüyüp kanatlanması ne güzel oldu değil mi? Artık bundan sonra bütün işlerimi bunlarla göreceğim ve göldeki suyun öküzlerin üzerinde de işe yarıyor, diye bütün köye duyuracağım, diyerek sevincini belirtti ve arkadaşlarıyla beraber köyüne geri döndü. Orada kendisini bekleyen bir sürpriz vardı. Karşılaşacağı bu sürprizden derinden etkileneceğini ne kendisi ne de arkadaşları bilebiliyordu. Köyüne doğru giderken, evinde bir şeylerin olacağını seziyor. Fakat bunun ne olacağını bir türlü kestiremiyordu. Öküzleri ahıra getirip zorla da olsa, onları yerlerine yerleştirdikten hemen sonra evine doğru adım atmaya devam ederken Huzur Mustafa’nın babası Adil Bey, oğlunun eve gelmesini daha fazla bekleyemeyip kapıya çıkınca, kapının önünde onunla karşılaştı. Adil Bey, oğlunu görür görmez tanıyarak sevinç içerisinde ona doğru baktı. Huzur Mustafa, karşısındaki yaşlı adamın kim olduğunu çıkartamamış ama kanı ısınmıştı. Ona doğru bakınca, onun alnındaki benden tanıyarak içtenlikle olmasa bile ‘baba’ dedi ve boynuna sarıldı. Adil Bey, yılların hasretini giderircesine oğlunun boynuna sarılıyor ve bir türlü bırakmak istemiyordu. Huzur Mustafa, babasının boynunu bırakmaması üzerine, kendini geri çekerek babasına sitem edercesine:

–  Neden bizi terk edip gittin baba. Sen gidince annem hayatın tüm yüklerini üzerine almak zorunda kaldı. Giymedi giydirdi, hem ev işlerini yaptı hem de çalışıp bana baktı. Beni, başkasının elinde büyütmemek için gelen bütün evlilik tekliflerini reddetti. Hayatın tüm zorluklarını üzerine aldığından dolayı gencecik yaşında beli iki büklüm oldu. Çektiği sıkıntılara daha fazla tahammül edemeden bu dünyadan ayrıldı. Annem öldükten sonra, bakan kimsem olmadığı için ortalıklarda süründüm. Beni, zor durumlarda kalmaktan kurtaran Salih Amca olmasaydı, belki de daha kötü durumlarda olabilirdim. O, beni zor durumlardan kurtarırken sen nerelerdeydin baba. Eğer annemin öğütleri olmasaydı, senin yüzüne bile bakmazdım. Bir evlat, ne olursa olsun yaşlandıkları zaman, anne ve babasına ‘öf’ bile dememeli onlara merhametli olmalı. Bir insan, bebeklik zamanında anne ve babası çocuğuna nasıl şefkat ve merhametle davranıyorsa, o çocuk büyüdüğü zaman, anne ve babasına ihtiyarlık zamanında öyle davranmalı. İşte ben, annemden bunları öğrendim dedi ve babasının boynuna sarılarak yılların getirdiği hasretle ağladı.

Yazar: Murat CANPOLAT

Hikayenin I. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin II. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin III. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin V. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin X. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXI Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXIII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

 

Exit mobile version