Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXXII. Bölüm

Gizemli Yolculuk

Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXXII. Bölüm

Köyde, Sercan’ın geri gelişi ile beraber bayram yerine dönerken, Sedat Bey endişeliydi. Arkadaşlarından hiçbiri onun endişeli olduğunun farkına varamamış, aralarında gülüşüyorlardı. Onun endişeli olduğunu ilk gören Huzur Mustafa oldu ve ona neden huzursuz olduğunu sordu. Huzur Mustafa’nın sorusu üzerine Sedat Bey:

– Mustafa Bey, bize karşı yapmış olduğunuz misafirperverliğe minnettarız. Fakat, artık gitmek zorundayız. Oğlum, ben geciktim diye bayağı meraklanmıştır şimdi.

Huzur Mustafa, Sedat Bey’in gitmek istediğini duyunca Hasan’a dönerek:

– İstersen buralarda kalabilirsin. Ama, yok illa ben gideceğim diyorsan. O zamanda seni buralarda tutamam.

Hasan, Huzur Mustafa’ya teşekkür ederek, ailesini bulmak için gideceğini söyleyince Huzur Mustafa, onca zamandır evinde misafir olan ve işlerinde yardım eden misafirlerini köyün dışına kadar takip ederek, orada onlarla vedalaştı. Vedalaşmanın ardından, Huzur Mustafa kendi köyüne gitti. Onun köyüne geri dönmesinden sonra Sedat Bey ve Hasan, Dr. Burak’ın çalıştığı hastaneye doğru yola çıktılar. On günlük seyahatin ardından Dr. Burak’ın çalıştığı hastaneye vararak bekleme odasına geçtiler.

Dr. Burak, babasının geldiğini, çalışma ofisinde duyunca hastane de muayene için sıra bekleyen hastalardan özür dileyerek babasını karşılamak için bekleme odasına geçti. Orada birbirleriyle hasret giderdikten sonra Dr. Burak Hasan’a dönerek şaka yollu:

–  Sizi, ilk gördüğüm zaman, çok kötü durumdaydınız. Ama bakıyorum, şimdi turp gibisiniz, deyince Hasan, gülerek ona sağlığıyla ilgilendiği için teşekkür etti.

Aralarında geçen ufak sohbetten sonra Dr. Burak, Hasan’a birkaç gün kendilerinde kalmalarını rica ederek, muayene olmak isteyen hastaların yanına döndü. Sedat Bey, oğlu yanından ayrılınca Hasan’ı alarak, oğlunun evine gittiler.

Oğlunun evinde, onları ilk karşılayan küçük torunu Pınar oldu. Dedesini görünce, boynuna öyle bir atladı ki, adamcağız neredeyse yere düşecekti. Gelini çıkıp çocuğu dedesinin boynuna asıldığını görünce:

–  Bırak kızım, dedenin boynunu. Hem, ben sana kaç sefer söyledim. Eve bir büyük geldiği zaman ona hoş geldin deyip, elinin öpülmesinin gerektiğini.

Çocuk, annesinin bu siteminden sonra, dedesinin boynundan inerek ona ‘hoş geldin dede’ dedi ve elini öptü.

Sedat Bey, geliniyle konuşurken o sırada kapı çalındı. Zilin çalındığı duyan gelini Bahar Hanım,  ‘bu saatte pek kimse kapımızı çalmaz, ama bu saatte gelse gelse Hande gelebilir’ diyerek gidip kapıyı açtı. Kapıyı çalan, tahmin ettiği gibi görümcesi Hande’ydi. Çocuk, halasını görünce, sevincinden annesinin az önceki sözünü unutarak koşup onun boynuna da sarıldı. Annesi, kızının sözünü tutmaması üzerine, eliyle kızdığını işaret ederek ona ‘az önce, ben sana ne söylemiştim’ diyerek sitem edince, çocuk dudak bükerek ağlamaklı bir şekilde koşarak içeriye gitti.

Bahar Hanım, misafirlerini içeri aldıktan sonra onlara bir şeyler ikram etmek istemiş, bu maksatla onları salona almıştı. Misafirlerine bir şeyler hazırlarken hem uzun zamandır göremediği kayınpederini hem de görümcesini görmenin sevinciyle ne yapacağını şaşırıyor, elleri ayakları dolanıyor bir türlü mutfaktan çıkamıyordu. Hande, Bahar Hanım’ın uzun süre mutfaktan çıkmaması üzerine mutfağa gidince onu ağlarken gördü. Bahar Hanım’ın bir damla bile olsa gözyaşı dökmesine dayanamayan Hande, ona niçin ağladığını sorunca Bahar Hanım:

–  Biliyorsun, ben aşırı heyecanlıyım. Kayınpederimi ve seni görünce sevincimden heyecanlandım ve her şeyi birbirine karıştırdım. Her şeyi birbirine karışınca da ne yapacağımı şaşırdım, kaldım.

Hande, matematik öğretmeni olmasına rağmen, insan psikolojisinden anlamanın verdiği tecrübeyle ona, sakin olmasını söyleyerek, misafirlere bir şeyler hazırlamasında ona yardımcı olduktan sonra Hande, Bahar Hanım’a mutfakta bir köşeye oturmasını söyleyerek:

– Bahar Abla, bilirsin seni canımdan çok severim. Senin bir tek gözyaşı dökmene dayanamam. Ne olur, artık bu kadar kendini sıkıntıya sokma. Bir iş yaparken, oldukça sakin olmaya çalış. Her şeyi oluruna bırak, bak o zaman göreceksin bu heyecanın nasıl geçecek.

Hande’nin kendisiyle ilgilenmesi, Bahar Hanım’ı oldukça mutlu etmiş, sevindirmişti. Bu mutluluk sonucunda gözü yaşlı bir halde Hande’nin boynuna sarılarak:

–  Beni, söylediğin sözlerle o kadar mutlu ediyorsun ki, der demez gözyaşlarını daha fazla tutamayıp ağlamaya başladı. Hande, Bahar Hanım’ın ağlaması üzerine sırtını sıvazlayarak yumuşak bir tonla:

–  Hadi artık ağlama. Bak içerdekiler bize bakıyor. Hadi sil gözyaşlarını da hazırladığın yiyecekleri içeriye götürelim.

Aralarında geçen bu tatlı konuşmanın ardından salona geçerek sohbete daldılar. Hasan, sohbet etmesine ediyordu ama sürekli kafası başka yerlere gidiyor, sürekli dalıyordu. Sedat Bey, Hasan’ın sık sık dalıp gitmesini fark edince, ona neden öyle davrandığını sordu. Hasan, Sedat Bey’in bu sorusu karşısında endişeli bir şekilde:

–  Ailemi çok özledim. Onlara bir an evvel ulaşmak, kucaklamak arzusundayım. Fakat, onlara nasıl ulaşacağımı bir türlü bilemiyorum. O yüzden de endişeliyim.

Akşama doğru Dr. Burak Hastaneden gelince, Hasan ona da endişesini söyleyerek ona:

– Artık, ben de aileme ulaşmak için yola çıkmak zorundayım, dedi ve onlarla vedalaşarak akşamüstü yola çıktı.

Dr. Burak’ın evinden ayrıldıktan sonra, şehirden ayrılırken bir ara sanki tokat yediğini hisseder gibi oldu. Kimden tokat yediğine bakmak için etrafına bakınca, etrafında kimsenin olmadığını gördü. Yolda giderken, başı dönmeye başlayıp gözleri karardı ve hiçbir şey göremez oldu. O sırada kulakları yine uğuldamaya başladı ve kulaklarına: ‘Tutun şu tavşanı artık, bizi oyalamasın.’ diye bir ses geldi. Kulaklarına gelen ses kesilince, gözlerine gelen kararmada geçti ve her tarafı görmeye başladı.  Gözleri görmeye başladığı zaman sağa sola bakındı ve kendisini yemyeşil ucu bucağı olmayan düz bir ovanın ortasında olduğunu fark etti.

Ucu bucağı olmayan ovanın ortasında kalan Hasan, gidecek hiçbir yol iz olmadığı için otları çiğneye çiğneye yoluna devam etti. Kat ettiği bu yolculuğun sonuna doğru kendisini neyin beklediğini bilemeden devam ediyor, kendi kendine türkü söylüyor, neşe içerisinde ilerliyordu.  Yolculuğunun ortasına doğru yorulduğunu hissetti ve yürüyemez hale geldi. Çok yorgun olduğu için yere oturarak dinlenmeye başladı. Yere oturup dinlemeye başladığı sıra, etraftan çıtırtılar geldiğini duydu. Ayağa kalkıp çıtırtıların nereden geldiğini görmek için etrafa baktığında, bir anda domuz sürüsüyle karşı karşıya kaldı. Domuz sürüsü, onu görünce homurtular çıkarmaya başlayıp, hızla üzerine gelmeye başladı. Bir anda domuz sürüsüyle karşı karşıya kalan Hasan, onların hızla kendisine doğru geldiğini görünce korku içerisinde koşmaya başladı. Domuzlar arkada kendisi önde takip sürerken, bir ara ayağı bir şeye takılıp yere düştü. Yere düşünce domuzlar onu göremediler. Göremeyince de etrafı koklayıp izini sürmeye başladılar. Onların kendisini koklayarak bulmaya çalıştıklarını korku dolu gözlerle izlerken elinin soğuk bir şeye dokunmasıyla beraber irkilerek ayağa kalkması bir oldu. Ayağa kalktığında domuzlar bunu görünce, tekrar kovalamaca başladı ve bu geceye kadar sürdü. Gece olunca takip etmeyi bırakan domuz sürüsü geldikleri yere geri döndüler.

Domuz sürüsü tehlikesini atlatan Hasan, sabaha kadar onları atlattığı yerde bekledi. Sabah olunca ayağı takılıp düştüğü yere geri döndü. Orada, neye takılıp düştüğünü görmek için yere eğildiğinde, onun etrafı çeşitli süslemelerle işlenmiş ayna olduğunu gördü. Aynanın güzelliğine kapılıp onu eline alarak, sağına soluna çevirmeye başladı. Aynayı sağına soluna çevirmeye başladığı sıra yer sarsıldı ve yer yarılarak bulunduğu yerden metrelerce aşağılara düşmeye başladı. Düştükçe, düşme hızı artıyor, gittikçe de hızlanıyordu.  Aşağılara düştükçe, sivri kayalar karşısına çıkıyor, onlara değdikçe her tarafını yara bere içerisinde bırakıyorlardı. Bir ara, öyle bir hale geldi ki, öleceğini zannetti. Bu düşünceler yetmezmiş gibi birde, karabulut ortaya çıkıp kendisine doğru yaklaştığını gördü.

Hasan, karabulutu görünce kendi kendine ‘artık ne olursa olsun, onunla hesaplaşacağım’ deyip ona doğru hızla yaklaşmaya başladı. Hızı yavaşlayıp, bir anda durunca karabulut iyice yaklaşıp ayaklarından tutup kendisine doğru çekmeye başladı. Tam o sıra, kendisini ondan her zaman kurtaran el ortaya çıktı. Arkasından tutarak hızla yukarılara doğru çıkarmaya başladı ve yer yarılıp içine düştüğü yere bıraktı. Yalnız bir farkla ki, düştüğü yer değişmiş ve her taraf dağlık, taşlık hale gelmiş ve her taraf mağaralarla dolmuştu.

Hasan, yaralı bir halde yatarken sağına soluna bakınca, mağaralardan birinin kendisine hiç de yabancı gelmediğini gördü. Bu mağara, Doğu Kapısından içeri girip kraterin içerisine düşmekten kurtulduğu mağaraydı. Bu mağaraya nasıl geri döndüğünü düşünürken başı dönmeye başlayıp kulakları uğuldamaya başladı. Bu uğultu sırasında kulaklarına ‘Nihayet yakaladık tavşanı, bu tavşan artık bir daha zorluk çıkaramaz’ diye bir ses geldi. Sesin kaybolmasının hemen peşine, kendisine yol gösteren tavşan ortaya çıktı. Tavşanın ortaya çıkmasına sevinen Hasan, sevinerek ona:

– Seni bir daha göremeyeceğimi zannediyordum, diyerek onu tekrar gördüğü için sevindiğini belirtti. Yaralı olduğunu umursamadan yerinden doğrulup, tavşana adeta yanına gelmesini işaret edercesine elini salladı. Tavşan yanına yaklaşınca eline alarak onu kucaklayıp sağa sola salladı. Onu sevip okşadıktan sonra yere bırakınca, tavşan yaralı olan ayaklarını yalayıp iyileştirdi. Ve kendisine sitem edercesine:

–  Sen, benim yaralanmama engel olamadın ama ben, buna rağmen senin her zaman imdadına yetiştim. Fakat, bundan sonra benden asla yardım bekleme’ dedi ve zıplaya zıplaya mağaranın içinde kayboldu.

Hasan, tavşanın sitem dolu sözlerini işitip, onun mağaranın içinde kaybolmasından sonra üzüntülü bir halde ayağa kalkarak mağaradan çıktı. Mağaranın ağzındaki kraterden yukarı doğru tırmanarak yanardağın zirvesine ulaştı. Oradan zorlu bir inişten sonra aşağıya inince bütün üzüntülerinin gittiğini, içine ailesini bulabileceğinin ümidinin doğduğunu hissetti. Bu ümitle yoluna devam ederken karşısına yemyeşil bir ova çıktı. Bu ovanın ortasında inişli çıkışlı bir yol vardı ve bu yoldan başka da bir yol görünmüyordu. Bütün aramalarına rağmen başka yol bulamayınca, mecburen o inişli çıkışlı yoldan devam etmek zorunda kaldı.  Gittiği bu inişli çıkışlı yol o kadar uzundu ki bir türlü bitmek bilmiyordu. Yolun bitmeyeceğini zannedip yorgunluktan durduğu bir anda kendisini ikaz eden beyaz kuş belirdi. Beyaz kuş önce kafasının üzerinde bir iki tur attıktan sonra gelip kafasının üzerine kondu. Başının üzerine konar konmaz dile gelerek:

–  Niçin, yerde oturmuş bekleşiyorsun. Kalk da yolunu bulmak için devam et. Bu yolun sonunda beyaz at seni bekliyor, dedi ve o arada kanatlarını açarak bir iki defa aşağı yukarı salladı. Uçmaya hazırlanıp gideceği sıra uçmaktan vaz geçti. Kafasından atlayarak yere kondu. Bir iki adım attıktan sonra Hasan’a bakıp:

– Sana, bu ikazım son ikazdır. Bundan sonra yolunu artık kendin bulmalısın, dedi ve uçarak kayboldu.

Hasan, karşılaştığı her hayvanın kendisisiyle vedalaşması üzerine yolun sonuna doğru geldiğini anlamış, ailesini bulma ümidi daha çok artmıştı. İçindeki bu ümitle ayağa kalkarak, bütün yorgunluğuna rağmen yoluna devam ederek beyaz atla karşılaştı. At, iyice yaklaşınca başından tutarak sevmeye başladı ve ona:

–  Sende mi, benimle vedalaşacaksın? Demesi üzerine at yine kanatlanarak dile geldi:

– Ey insanoğlu! Eğer yolunu bulmak istiyorsan üstüme bin, yelelerime sıkı tutun, gideceğin yere götüreyim. Yalnız dikkat et, üstümdeyken yelelerimi sakın bırakma. Zaten artık bıraksan bile bundan sonra işe yaramaz. Çünkü artık yolun sonuna geldik.

Hasan, yolun sonuna geldiğini attan da duyunca, artık iyice anladı yolun sonuna doğru geldiğini. Yolun sonuna geldiği için mutluydu ama yine de içinde ‘ya bu yolun sonunda ailemi bulamazsam, nereye gidebilirim’ diye bir şüphesi vardı. Bir taraftan şüphe, bir taraftan ümitle atın üzerine bindi. At, o anda sanki üzerine binildiğini anlamış gibi kanatlarını açarak havalandı ve uçmaya başladı. Güney, doğu ve batı tarafında olduğu gibi, atın üzerinde uçarken, onun üzerinden düşmemek için yelelerinden sıkı sıkı tutunmaya çalıştı. Atın yelelerinden sıkı bir şekilde tutunup beraber uçarlarken o sırada karabulut ortaya çıktı ve ‘yolun sonuna geldin, bu yolun sonunda kaçacak bir yer olmadığı için artık, bundan sonra elimdesin’ diyerek etraflarında dönüp onların uçmasına engel olmaya çalıştı. At rüzgâra karşı kendini korumaya çalışırken üzerindeki Hasan, atın yelelerini sıkı tutup ‘bu karabuluttan nedir çektiğim’ diye düşünürken, bir taraftan da karabulutun ne yapacağını anlamak için hareketlerini izliyordu. O, bu düşünceler içerisindeyken karabulut, batı kapısında meydana getirdiği rüzgâr gibi şiddetli bir rüzgâr meydana getirerek, onların uçmasına engel olmaya çalıştı. Her ikisi de kuvvetli esen rüzgâra karşı direnerek uçmalarına rağmen, bir müddet sonra kuvvetli rüzgâra karşı dayanamayıp o hızla aşağılara doğru düşmeye başladılar.

At, aşağılara doğru düşerken bir yandan dengesini düzeltmeye çalışıyor, bir yandan da Hasan’a: ‘dengemi sağlamaya çalışırken yelelerimi sıkı tut’ diyordu. Hasan, her ne kadar atın üzerinde dengesini korumaya çalışsa da, bir müddet sonra bunu başaramayıp atın üzerinden kayarak kuyruğuna kadar geldi ve orada sallanmaya başladı. Yavaş yavaş elleri kuyruğundan kayıyor, elleri kuyruğundan kaydıkça da, kalbi küt küt atıyordu. Tam atın kuyruğundan elleri kayıp boşluğa düşmek üzereyken, karabulut rüzgâr çıkarmayı bırakıp ortadan kayboldu. Onun neden ortadan kaybolduğunu anlamak için etrafına bakınırken, kendisini karabuluttan kurtaran el ortaya çıktı ve karabulutu kovalamaya başladı. Karabulutun kaybolmasını fırsat bilen at dengesini sağlar sağlamaz, kuyruğunu yukarı doğru kaldırarak Hasan’ı boşluğa düşmekten kurtardı. Dengesini sağlayan at, tek yol ayrımına kadar uçmaya devam ederek yavaşladı ve yere doğru süzüldü. Yere inince Hasan’a:

– Artık yolun sonundayız, bundan sonra gideceğin yolu sen seçmelisin. Bu izleyeceğin yol senin kurtuluşun olacak, dedi ve kanatlarını açıp uçacakken vazgeçerek sözünü şu şekilde tamamladı: ‘Artık uyanma vaktin geldi’ dedikten sonra uçarak gözden kayboldu.

Hasan, atın ayrılmasında sonra, bir taraftan onun en son söylediği sözü neden söylediğini düşünüyor bir taraftan da yapayalnız kaldığına üzülüyordu. Ne yapacağını nereye gideceğini bilemiyordu. Üstelik geldiği yollar kaybolmuş, yolculuğunun ilk başladığı yere, yani çöle gelmişti. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, ümidini kaybetmeyip çölün ortasında yürümeye devam etti. Yoruldu, düştü, yuvarlandı. Yine de ümidini, kaybetmeden yoluna devam etti.

Yazar: Murat CANPOLAT

Hikayenin I. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin II. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin III. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin V. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin X. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXI Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXIII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

 

Exit mobile version