Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXVII. Bölüm

Gizemli Yolculuk

Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXVII. Bölüm

Sedat Bey, Hasan’ı karabulut kovalayıp ondan ayrıldıktan sonra, ona ne olduğunu, nereye gittiğini merak içerisinde oturmuş beklerken Hasan, aniden karşısına çıktı ve soluk soluğa:

–  Seni beklettiğim için üzgünüm ama o karabuluttan kurtulmam gerekiyordu, demesi üzerine Sedat Bey, merak içerisinde o karabulutun neyin nesi olduğunu sordu. Hasan, Sedat Bey’in sorusunu cevaplamak için başından geçen bütün olayları anlatarak:

– Sedat Bey, ailemi o kadar çok özledim ki, o özlemin nasıl bir duygu olduğunu ancak yaşayan bilir, dedikten sonra ondan evine gidebilecek bir yol bilip bilmediğini sordu. Sedat Bey, Hasan’ın başından geçen bütün olayları dinledi ve ona:

– Doğrusu, hayret verici bir yolculuğunuz olmuş, dedi ve ona evine gidecek yolu bilmediğini, buna rağmen isterse evine gidecek yolu beraber arayabileceğini söyledi.

İkisi aralarında sohbet edip giderlerken yorulmuş ve susamışlardı. Yorgunluk ve susuzluk had safhaya ulaşınca konuşmayı bırakmış, birbirlerine ‘Susuzluk ve yorgunluk içerisinde, daha ne kadar devam edebiliriz’ der gibi birbirleri bakınıp, sordukları soruya cevap bulmaya çalışırken önlerinden hızla büyükçe bir horozun geçtiğini gördüler. Ona hayret içerisinde bakarken arkalarından bir adamın geldiğini ve bağırarak ‘beni memnun ettin gülüm’ dediğini duydular.

Horoz ve onun kovalayan adamın yanlarından gelip geçmesini hayretle izlediler ve o adamın söylediği sözden dolayı gülerek yollarına devam ettiler. O şekilde aç ve susuz olarak akşama kadar yürüyüp durdular. Akşam olunca susuzluktan gözleri karardı ve hiçbir şeye göremez hale geldiler.

Aç ve susuzluktan gözleri hiçbir şey görmeyen iki arkadaş geceyi geçirip, gözlerinin sabaha açılması umuduyla oldukları yerde yatıp uyudular. Sabah olunca gözleri aralanıp etrafı görmeye başlayınca, akşam olup sabahladıkları yerin etrafı çeşit çeşit ağaçlarla dolu, ortasında çeşmenin şırıl şırıl aktığı, yüksekçe bir dağın eteğinde kurulmuş bir bahçe olduğunu gördüler. Ayrıca bu bahçenin ortasında rengi maviye çalan bir göl bulunmakta ve bu gölün etrafında horozlar dolaşıp su içmekteydiler. Bu suyu içen horozlar birden bire değişip büyümekte ve sahiplerinin etrafında kanat çırpıp dönüp durmaktaydılar. Horozların büyüdüğünü ve etraflarında dönüp durduklarını gören sahipleri onları tutup sakinleştirmekte, sakinleşen horozların üzerine de at ve eşeklerin üzerine vurulan eğerleri üzerlerine vurmakta ve onlara binip geri dönmekteydiler.

Hayretler içerisinde olan biteni izleyen iki arkadaş onların ayrılıp gitmesinden sonra, uykunun verdiği mahmurluğu üzerlerinden atarak bahçenin içerisinde bulunan çeşmeye doğru koşup kana kana su içtiler. Susuzluklarını giderdikten sonra ağaçların altına oturup, sırtlarında bulunan yiyecekleri çıkartıp çeşmenin kenarında oturup karınlarını doyurdular.  Açlık ve susuzluğu giderdikten sonra ayağa kalkıp gitmek isterken, fazla yemenin etkisiyle uykularını geldiğini hissederek yere oturup dinlenmeye başladılar ve oturdukları yerde uykuya daldılar.

İki arkadaş ağaçların altında uyurlarken tarlasından dönüp, bahçeye uğrayan bir adam ağaçlık alanın oraya geldi ve o da çeşmeden su içti. Tam oradan ayrılıp gidecekken, ağaçların altında yatanları gördü ve uyandırmadan yanlarına yaklaştı. Onların elbiselerinden yabancı olduklarını anlayıp, onlar uyanana kadar, başlarına bir zarar gelmemesi için oturup bekledi. İki arkadaş öğlene doğru uyanınca, tepelerinde bekleyen bir adamı gördüler ve kendilerine zarar verecek zannıyla korkup yerlerinden sıçrayarak ayağa kalktılar. O adamdan korkup, yerlerinden öyle hızla fırlamışlardı ki ne yapacaklarını bilememiş bir iki adım gittikten sonra yere düşmüşlerdi. O haldeyken bile, yine düştükleri yerden kalkmaya çalışmış ve yine bir iki adım gittikten sonra bir ağacın dibinde düşüp kalmışlardı. Onların düşe kalka kendisinden kaçmaya çalıştıklarını gören adam, gülmemek için kendini zor tutmuş ve onların ağacın dibine düşüp kaldığını görünce hallerine acımıştı. Onları o şekilde gördükten sonra hem onların kim olduğunu öğrenmek hem de onları rahatlatmak için yanlarına vardı.

İki arkadaş, o adamdan öyle korkmuşlardı ki, adamın yanlarına gelip tebessüm etmesi bile onların korkusunu gidermeye yetmemişti.

Tepelerinde bekleyen adam, onlara karşı güler yüz göstermesine rağmen, onların halen daha korku içerisinde olduklarını görünce, güler yüzle onlara kendisinden korkmamaları gerektiğini söyleyerek:

– Siz yabancısınız galiba, buranın insanlarına hiç benzemiyorsunuz?

Hasan ve Sedat Bey, adamın sevecen tarzı karşısında korkuları geçince adama yolcu olduklarını, nereden geldiklerini ve nereye doğru gittiklerini söylediler. Adam onları dinleyince:

– Gideceğiniz yer buraya hayli uzakta. Böyle yürüyerek gitmeniz imkânsız. Eğer, burada bizimle kalıp beklerseniz bir hafta sonra işlerimi bitirir, beraber yola çıkarız, dedikten sonra biraz bekledi ve aklına bir şey gelmiş gibi ‘tamam, şimdi hatırladım’ diyerek onlara:

– Her halde sizin haberiniz yok. Sizin geldiğiniz o kasaba tamamen yerle bir oldu.

İki arkadaş, adamın verdiği haberden sonra birbirlerine baktıktan sonra dönüp adama:

– Nasıl yani, kasaba tamamen mi yok oldu? Diye sordular.

Adam, evet dedikten sonra sözüne şöyle devam etti:

– Ben, o kasabadan geçip köyüme gelmek isterken, uzaklardan bir hortumun geldiğini gördüm. Hortum gelip o kentte taş üstüne taş bırakmadı. Ardından yer şiddetli sarsıldı. O sarsıntıda ne yapacağımı bilemeden bekleşirken, kasabada yaşayan halkın çığlıklar içerisinde bağrıştıklarını ve sağa sola kaçıştıklarını gördüm. Gördüğüm o manzara karşısında, adeta donup kalmıştım ki. Dolunun ardından büyük fırtına çıktığını görünce orada daha fazla beklemeden yolumu değiştirerek başka bir yoldan köyüme geldim.

İki arkadaş olanları duyunca, içlerinden yaşça daha büyük olan bu olanları beklermiş gibi bir tavırla:

– Doğrusu onların başına gelenlere pek üzülmedim ama yine de onlarda birer can taşıyorlar, dedi ve onlara çok nasihat ettiğini, fakat nasihatlerinin hiçbirinin tesir etmediğini ve yine eski hallerine devam ettiklerini söyledi.

İki arkadaş, adamla konuştuktan sonra gidecekleri yerin çok uzak olduğunu duyunca adamın teklifini kabul ederler. Adam, teklifinin kabul edilmesi üzerine iki yolcuyu alarak köyüne doğru gider. Gittikleri bu köy o kadar güzeldir ki, ağaçlık alanları, havuzları, çeşmeleri… İnsanları neşeli, birbirlerine karşı saygılı, küçüğün büyüğü saydığı, büyüğün küçüğü sevdiği bir yerdi. Büyükten küçüğe herkes işbirliği içerisindeydi, bir kimsenin altından kalkamayacağı ağır bir işi oldu mu, köyün diğer halkı toplanır, o kişinin işlerini halleder sonra kendi kalan işlerini görürlerdi. Aralarında, hiç tartışma, kavga gürültü olmaz, olsa bile büyükler toplanır aralarını düzeltirlerdi. Hiç kimse birinin malında gözü olmaz, haset etmez, birbirlerinin arkasından konuşmazdı. Herkes birbirlerine iyi niyet beslerdi. Dışarıdan gelen misafire son derece imtina gösterir, ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışırlardı. Kardeşler arasında bile ikilik olmaz, birbirlerine karşı küsmezlerdi. Kısacası tam yaşanacak bir köy yeriydi.

İki arkadaş köyün güzelliklerine seyre dalmışken, kendisine misafir olarak gittikleri adam:

–  Benim adım Mustafa, bu köyde herkes bana Huzur Mustafa diye hitap eder. Bu köyün herkesin iyi kalpli, sevecen, birbirlerine karşı saygılı, yardımsever olmalarına sebep olan ben olduğum için, herkes bana bu şekilde hitap eder, der ve sustuktan sonra şöyle devam eder. Şimdi bana soracaksınız, az önce söylediklerimin ne manaya geldiğini, onu da söyleyeyim. Eskiden bu köy tamamen birbirlerine kavgalıydı, herkes birbirlerinin kuyusunu kazmaya çalışırdı. Büyük küçüğe şefkatli davranmaz, küçük büyüğü saymazdı. Anlaşılacağı gibi, tam bir yaşanılmaz bir hayat vardı. Ben bunları gördükçe üzülür, bütün bu sorunları nasıl düzeltebilirim diye hesap ederdim. Herkesin düzelmesi için, yıllarca uğraştım durdum. Sonunda, şu birkaç yıldır buna muvaffak oldum ve köyüme huzur geldi. O yüzden köyde herkes beni bu isimle anarlar, dedi ve kolunu Sedat Bey’in omzuna atarak şöyle devam etti:

–  Umarım, bu birlik beraberlik hep böyle gider ve hiç bozulmaz.

Huzur Mustafa ve iki arkadaş, konuşa konuşa giderlerken, Huzur Mustafa kendi evlerine geldiklerini söyleyerek içeriye davet etti. İçeriye girdikleri zaman, hemen eşine mükemmel bir sofra kurmasını rica ederek, misafirlerini salona aldı. Huzur Mustafa’nın evi tam bir köy evini andırıyordu. Koltukları, minderleri, misafir odası…

Huzur Mustafa’nın hanımı, sofrayı hazırlayıp, sofranın hazır olduğunu söyleyene kadar evin güzelliklerine bakıp durdular. Evin hanımı, yemeğin hazır olduğunu söyleyince solondan, yemek için mutfağa geçtiler.  Mutfakta yer sofrası serilmişti ve tam bir mükellef sofra gibiydi.  Yemekler bitip istirahata çekilecekleri sıra Huzur Mustafa, ‘Size bir şey göstereceğim’ diyerek misafirleriyle beraber evden çıkarak ahıra doğru yöneldiler. Ahırda yapılmış bir bölmeyi göstererek, oraya doğru yöneldi. Oraya varınca kapıyı dikkatli bir şekilde açarak, misafirlerinin yanına gelmesini işaret etti. Hasan ve Sedat Bey, Huzur Mustafa’nın yanına vardıkları zaman, göstermek istediği şeyin neredeyse bir insan büyüklüğünde olan horoz olduğunu görünce şaşırıp kaldılar. Hasan, bu horozu daha önceden gördüğü için pek şaşırmamasına rağmen, Sedat Bey ilk kez gördüğü için bayağı şaşırıp kalmıştı.

Hasan, horozun nasıl bu kadar büyüdüğü sormak için Huzur Mustafa’ya yönelerek:

–   Mustafa Bey, benim bildiğim horozlar oldukça küçük olurlar. Söyler misin, bu horoz nasıl bu kadar büyüyebildi?

Huzur Mustafa, bu soruyu soracaklarını tahmin ettiğinden olacak ki, hafifçe güldü ve ‘benimle gelin’ dedikten sonra ahırdan dışarıya çıkarak köyün içlerine doğru yöneldi. Orada küçük bir gölün olduğu yeri göstererek:

–  Şu, suyunu yeşilimsi olduğu gölü görüyorsunuz değil mi?

İkisi de birlikte ‘evet’ deyince Huzur Mustafa:

– Gördüğünüz bu gölün suyu horozlarımızın büyümesine sebep oluyor. Ahırda gördüğünüz bu horoz, sadece bende değil bütün köyün halkında bulunmakta, dedi ve şöyle devam etti. Bütün köyün halkı horozlarını bu sudan içirir, böylece onlar büyüdükten sonra hemen hemen bütün işimizi onlar sayesinde görürüz.

Hasan, Huzur Mustafa’yla gölün kenarında sohbet ederken hırıltılı bir şekilde bir şeyin kendisine doğru yaklaştığını hissedir gibi oldu. Bu hisle acaba onlarda hissetti mi diye bakınca Huzur Mustafa’yla Sedat Bey’e baktı. Onların dehşet içerisinde kaldıklarını görünce dönüp arkasına doğru baktı. Arkasına döner dönmez, kaçması da bir oldu. Çünkü, kendisini her zaman kovalayan karabulut bu köyde de kendisini bulmuş, hırıltılı bir şekilde geliyordu.

Karabulut, iyice yaklaşıp kendisini yakalamak üzereyken başı dönmeye başlayıp kulakları uğuldadı. Kulaklarına o sırada ‘Ne olur artık uyan, uyanmazsan işten kovulacaksın’ diye ses geldiğini hissetti. Başı dönmeye başladığı için durmak zorunda kalan Hasan, kendisini kovalayan karabulut tarafından yakalandı.  Kara buluta yakalanınca da, karabulut bunu tutup kemiklerini birbirine geçirdi. Kemikleri birbirine geçerken öleceğini zanneden Hasan, o sırada geçmişindeki o güzel günler aklına geldi. Ne güzeldi o günler. Çocuklarıyla oyun oynuyor, onlara hikayeler anlatıyor, onları en güzel bir şekilde geleceğe hazırlıyordu. Güzel günleri düşünürken, birden bire içini kötü duygular kapladı ve çocuklarının elem verici bir kaza sonucu kaybettiği aklına geldi. O kazadan sonra mutlulukları elem verici bir duruma dönmüş, elem verici durumu unutabilmek için kendini uykuya vermişti.

Kemikleri birbirine geçip geçmişi düşünmeye başladığı sıra, yine kulaklarına sesler gelmeye başladı ve bu seferki seslerde şöyle diyordu: ‘Oh! İyi oldu, ben sana kaç sefer söyledim o kadar uyuma diye, ama beni dinleyen kim’ gibi serzenişten sonra yine bir ses daha duydu ve bu seferki ses şöyle diyordu: ‘Neyse, yine acıdım sana. –dur, yeter artık daha fazla sıkma, öldüreceksin adamı- ne olur artık sıkma o kadar’ diye ses duyduktan sonra hafif bir rüzgâr çıktı ve kendisini kurtaran el, karabuluta öyle hiddetli bir şekilde vurdu ki, karabulut elindeki avını bırakıp çekilmek zorunda kaldı.  Karabulutun çekilmesinden sonra mecalsiz bir şekilde yere düşen Hasan, kemikleri birbirine geçtiği için hiçbir yere kımıldamadan öylece beklemek zorunda kaldı.

Sedat Bey ve Huzur Mustafa, Hasan ortadan kaybolduktan sonra ona ne olduğunu merak ediyorlar, kapısına gelip fikir danışana, onu görüp görmediklerini soruyorlardı.  Akşama doğru bir adamın gelip, sordukları kişinin horozların büyümesine sebep olan gölün orada yaralı halde yerde uzandığını haber verene kadar soruşturdular. Haberciden, onun yaralı bir halde olduğunu duyunca her ikisi de Huzur Mustafa’nın evinden telaşlı bir şekilde ayrılarak, Hasan’ın yaralı olarak yattığı gölün oraya vardılar. Oraya vardıklarında Hasan’ın durumu çok kötüydü ve ağrılarından dolayı sürekli inliyordu.

Sedat Bey, Hasan’ın durumunun ağır olduğunu görünce Huzur Mustafa’ya:

– Mustafa Bey, sizinle ilk karşılaştığımız zaman gideceğimiz yer söylemiş, sizde buraya çok uzak olduğunu söylemiştiniz. Benim oğlum, orada ünlü bir doktor, eğer onu buraya bir an evvel getirebilirsek arkadaşımı iyileştirebilir.

Huzur Mustafa, Sedat Bey’in oğlunun doktor olduğunu duyunca, biraz düşündü ve aklına hızlı koşan horozu  geldi. Onu kullanabileceğini düşünerek Sedat Bey’e ‘gel benimle’ dedi ve doğruca horozun bulunduğu ahıra giderek, onu oradan çıkarıp üzerine eğeri yerleştirdi ve Sedat Bey’e şöyle dedi:

–  Sedat Bey, benim bu horozum oldukça hızlı koşar ve durmak bilmez. Onunla oğlunun olduğu şehre gider, onu oradan alır gelirsiniz. Yalnız, üzerindeyken ona sıkı tutunun sizi düşürmesin, dedi ve sustu. Sanki bir şeyler unutmuş gibiydi. Kafasını kaşıdı, gözlerini yumdu ve unuttuğu şeyi aklına getirmeye çalıştı. Unuttuğu, horozu koşturmak ve yavaşlatmak için söylediği sözdü ama bir türlü aklına gelmiyordu. Birden bağırarak ‘buldum’ demesi üzerine Sedat Bey, onun bağırması karşısında korkmuş ve kalbi küt küt atar olmuştu. Az sonra korkusu ve heyecanı geçince merak içerisinde:

–  Neyi buldunuz? Diye sordu.

Huzur Mustafa, bu soru üzerine gülerek ona:

–  Horozu koşturmak ve yavaşlatmak için gerekli olan sözü unutmuştum, şimdi aklıma geldi’ dedi ve şöyle ilave etti. Horozu koşturmak için ‘hadi gülüm koş’ diyeceksin. Onu yavaşlatmak ve durdurmak için de ‘beni mesut ettin gülüm’ diyeceksin.

Aralarında konuşurlarken Hasan yine inlemeye başladı ve ‘Oğullarım, sizi çok özledim. Artık sizin yanınıza gelmek istiyorum’ diyor, bu sözü sürekli tekrarlıyordu. Hasan, Sedat Bey’e başından geçenleri anlattığı için Sedat Bey ‘Eyvah! Durumu gittikçe ağırlaşıyor, bir an evvel bir şeyler yapmazsak her an ölebilir’ der demez, hemen horozun üstüne atladı. Horozun üstüne bindiği an Huzur Mustafa ona:

–  Horozun büyümesine sebep olan, gölün suyundan mutlaka almalı ve yolda horoza içirmelisin. Şayet horoza sudan içermeyi unutursan, horoz küçülür ve yolda kalırsın. Bu dediklerimi sakın unutma dedi ve Sedat Bey’i yolcu etti. Sedat Bey, Huzur Mustafa’nın tembihinden sonra, horoza ‘hadi gülüm koş’ dedi ve gölün oraya gelince ‘beni memnun ettim gülüm’ deyince durdu ve gölde bir miktar su aldı ve horoza tekrar ‘hadi gülüm koş’ dedi. Horoz bu sözü duyunca tekrar hızlanarak Sedat Bey’in oğlunun yaşadığı şehre doğru yol aldı. Bu arada horoz çok hızlı yol aldığı için, onun üzerinden düşmemek amacıyla onun boynuna sarılıyor, bir an evvel oğlunun yanına gitmek istiyordu. Yolda bir ara horoz yavaşlayınca onun su içme vaktinin geldiğini anladı ve horozu durdurarak gölün suyundan içirdi. Horoz suyu içince canlanarak tekrar hızla koşmaya başladı.

Yazar: Murat CANPOLAT

Hikayenin I. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin II. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin III. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin V. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin X. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXI Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXIII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

 

 

Exit mobile version