Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXIX. Bölüm

Gizemli Yolculuk

Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXIX. Bölüm

Tarlaya çıkan Huzur Mustafa elindeki tırpanların birini Hasan’a, diğerini Sedat Bey’e verir. Kendisi de orağı alarak buğday tarlasının üzerinde uçmakta olan hayvanlara görünmeden dikkatli bir şekilde buğdayları biçmeye başlarlar. Öğlene kadar biçip mola vermek için bir yer aradıkları sıra, akıllarına tarlanın ortasındaki mağara gelir ve oraya giderler. Tam içeriye adım atıp girecekleri sıra, mağaranın içinde karşılarına, o sırada uyumakta olan büyük bir yılan çıkar. Yılanı görünce büyüklüğü karşısında korkarak geri adım ata ata mağaradan çıkmaya çalışırlar. Mağaradan çıkıp birkaç adım attıktan sonra yerde olan odun parçasını göremeden üstüne basarlar. Odun parçası o sırada çat diye ikiye ayrılarak ses çıkarır. Odun parçasının çıkardığı sesi duyan yılan gözlerini aralayarak Huzur Mustafa ve arkadaşlarını görür.. Onların buğdayları toplamaya geldiklerini sezinleyerek dilini dışarıya çıkartarak, sinirli bir şekilde tıslayarak üzerlerine doğru gitmeye başlar.

Huzur Mustafa ve arkadaşları, yılanın üzerlerine tıslayarak gelmesini gördükleri andan itibaren hep beraber koşup, ondan kurtulmanın çarelerini ararlar. Hep beraber yılandan kurtulmanın çarelerin ararlarken az ileride çalılık bir alan olduğunu gördüler. Yılandan kurtulabilmenin sevinciyle çalılığa girerek saklandılar.  Kendilerini takip eden yılan, onları bulamayınca gittiklerini zannedip tıslayarak geri döndü ve mağarasına girdi. Orada tekrardan uykuya daldı. Yılanın gitmesinden sonra çalılıktan çıkan Huzur Mustafa ve arkadaşları, tarlada çalışmanın ve yılandan kurtulmak için koşuşturmanın verdiği yorgunlukla çalılığın dibinde yatıp uyudular.

Uykuya dalan üç arkadaş kendilerinden geçip, derin bir uykuya daldıkları sırada çalılıkların arasından Hasan’a yol açan tavşan ortaya çıkarak orada yatmakta olan herkesin ellerini, ayaklarını yalamaya başladı. Tavşan ellerini, ayaklarını yalamayı bitirip zıplayarak oradan ayrılmaya başladığı zaman Huzur Mustafa uyandı ve tavşanı gördü. Tavşanı görünce onu avlamaya niyetlendi ve elindeki orağı alarak gizlice arkasından ona doğru yaklaştı. Huzur Mustafa’nın gizlice kalkıp tavşanın peşinden giderken Hasan uyandı ve onun ayağa kalkarak yürüdüğünü gördü ve ayağa kalkarak Huzur Mustafa’ya nereye gittiğini sordu. Huzur Mustafa, kendine yöneltilen bu sorudan sonra ilerideki tavşanı göstererek:

– Şu karşı tarafta gezmekte olan tavşanı avlamaya gidiyorum, deyince Hasan, Huzur Mustafa’nın gösterdiği tavşana baktı ve onun her zaman kendisine yol açan tavşan olduğunu görünce hızla yerinden kalkarak, onu öldürmemesi için Huzur Mustafa’nın kolundan tuttu. Tutmasına tuttu ama artık çok geçti. Çünkü Huzur Mustafa elindeki orağı fırlatmış, tavşanın sırtına saplanmıştı. Tavşan, sırtına saplanan ağrının verdiği can havliyle tarlanın bir o başından girdi bir bu başından çıktı. Bu arada koştukça da, orak buğday saplarının hepsini teker teker biçmeye başladı.  Öyle biçti ki tarlanın içinde hiçbir şey bırakmadı.

Tavşan, sırtına saplanan orağın verdiği ağırlık ve tarlanın hepsini biçmenin verdiği yorgunluktan dolayı Hasan’ın ayaklarının dibine kadar geldi. Ona doğru hüzünlü bir şekilde baktı ve ardından, kendinden geçerek olduğu yerde yığıldı kaldı. Onun yürek yakan bakmasına dayanamayan Hasan, onu eline alarak sırtına saplanan orağı çıkartarak yere attı. Onun nefes almadığını görünce öldüğünü zannederek gözlerinden iki damla yaş düşerek:

– Sen, ne kadar iyi kalpli bir tavşandın. Her nerede başım daraldıysa, sen ortaya çıktın ve bana yol gösterdin. Kapılara doğru gidip ayaklarımın yaralandığı zaman, yine sen karşıma çıktın ve ayaklarımı yalayarak iyileşmeme vesile oldun, der ve tavşanı göğsüne alarak ağlar, ağlar, ağlar…

Huzur Mustafa, Hasan’ın tavşana söylediği sözleri duyunca yaptığına pişman oldu ve bundan sonra bir daha ava çıkmayacağına dair kendi kendine söz verdi. Hasan’ın ağlamasına dayanamayan Huzur Mustafa, daha fazla dayamayarak kendisi de ağladı  ve usulca Hasan’ın omzuna dokunarak:

–  Ne olur, artık ağlamayı bırak. Ağlaman, beni de etkiledi ve ağlattın, dedi ve ondan özür dileyerek sözüne şöyle devam etti. Elindeki tavşanı bu kadar çok sevdiğini bilseydim, onu avlamaya niyetlenmez, orağı fırlatmazdım.

Huzur Mustafa’nın konuşmasından sonra ağlaması duran Hasan, göğsüne dayadığı tavşanı yere bıraktı. Elinden bıraktığı sıra tavşan nefes almaya başladı ve dile gelip Hasan’a dönerek:

–  Ben, sana ne yaptım ki bunu bana reva gördün. Sen bana bunu reva gördün ama, ben bütün zorlukları göğüsleyerek sana yolları açtım. Eğer istemiyorsan bir daha karşına çıkmam, gibi sitem dolu sözler söyledi ve geldiği gibi sekerek çalılıkların orada ortadan kayboldu. Hasan, tavşanın sitem dolu sözlerini dinleyip, onun ortadan kaybolmasını içi sızlayarak seyrettikten sonra kendi kendine şöyle söylendi ‘Umarım, seninle bir daha karşılaşırız.

Hasan ve Huzur Mustafa, tavşanın ortadan kaybolmasını yaşlı gözlerle seyrettikten sonra onun biçtiği buğdayları toplamaya başladılar. Hasan, buğdayları toplamaya başladığı bir ara yine başı döndüğünü hissetti ve kulakları uğuldadı. Uğultu arasında kulaklarına ‘tutun şu tavşanı elimizden kaçmasın’ diye bir ses duydu. Başı dönmesi geçip, hemen peşinden kulaklarının uğuldaması geçince, aynı sesi Huzur Mustafa’nın duyup duymadığını anlamak için ona doğru baktı. Baktığı halde ondan bir tepki gelmeyince kulaklarına gelen sesin, sadece kendisinin duyduğunu anlayarak kendi kendine ‘acaba kulaklarıma gelen bu sesler ne anlam içeriyor’ diyerek, işini yapmaya devam etti.

Sedat Bey, çalıkların orada yatıp yeni uyanmaya başladığından dolayı, Hasan, Huzur Mustafa ve tavşan arasında geçen meseleyi bilemeden onlara katılarak buğdayları toplamaya başladı. Onlara yardım etmesine yardım etti ama, onların buğdayları nasıl çabuk biçtiklerini anlayamadığı için, bu işin nasıl olduğunu onlara sordu. Huzur Mustafa, bu soru üzerine başlarından geçen hadiseyi anlatarak, yılan geri gelmeden bir an evvel buğdayları toplamak için hızlanmalarını rica ederek, ekini toplamaya devam etti.

Bir hafta süren ekin toplama işinin sonunda, ekinleri ağaçtan aşağıya nasıl indirebileceklerini aralarında tartışarak, ekinleri tarlaya girdikleri kapaktan aşağıya doğru atmaya karar verdiler. Yalnız, ekinleri kapaktan aşağıya atmaya atacaklardı ama bu işi nasıl yapacaklardı. Çünkü tarlanın girişindeki kapak, yığdıkları ekin yığının çok uzağındaydı. Buğday taneleri ve buğday sapları çok büyük olduğu için kucak kucak taşınması zor bir işti. Zaten bundan dolayı ekinleri toplamak bir hafta sürmüştü. Buğday toplamaya başladıkları o ilk gün kapağın oraya toplamayı akıl etmiş olsalardı, belki bu kadar zorlanmazlardı.

Huzur Mustafa ve arkadaşları, ekin yığının büyüklüğünü görüp birbirlerine ‘bunları tarlanın girişindeki kapağa nasıl taşıyacağız?’ deyip yere oturarak kara kara düşünmeye başladılar.  Akşama kadar düşünmelerine rağmen bir türlü çare bulamadılar ve çaresizlik yüzünden neredeyse topladıkları ekin yığınlarını tarladan aşağıya atmayı bırakıp evlerine geri gideceklerdi. Üstelik bu çaresizlik yetmezmiş gibi, mağaranın içindeki yılanın tıslayarak uyandığını gördüler. Yılan uyanır uyanmaz bunların peşlerine düştü ve kovalamaya başladı. Yılan arkada, onlar önde koşuştururlarken hafif bir rüzgâr çıktı ve Hasan’ı karabuluttan kurtaran el burada da ortay çıktı. Ortaya çıkar çıkmaz, yılana kuvvetlice vurmasıyla beraber, yılan o hızla havalara uçup kayboldu. Yılan tehlikesini ortadan kaldırdıktan sonra ekin yığının olduğu yere geldi ve ekin yığının hepsini eliyle tuttuğu gibi tarlanın girişinden aşağıya doğru attı. Ardından geri gelip, parmağıyla Hasan’a işaret ederek ‘Sana yaptığım bunca iyiliği sakın unutma!’ dedi ve geldiği gibi ortadan kayboldu. Huzur Mustafa, el ortadan kaybolduktan sonra Hasan’a dönerek, bu da neyin nesi der gibi hareketler yapınca Hasan, kendisini karabuluttan kurtaranın onun olduğunu söyledi.

Huzur Mustafa ve arkadaşları ekin yığınının taşınma işinin çözülmesine sevinerek tarlanın girişindeki kapağa yöneldiler. Oradan hepsi çıkınca sadece Huzur Mustafa, orada kaldı ve tarlanın girişindeki kapağı yavaşça kapatarak arkadaşlarına yetişmeye çalıştı. Arkadaşlarına yetişebilmek için hızla aşağıya doğru inerken birden bire, deprem olur gibi hafif bir sarsıntı oldu ve ceviz ağacındaki bütün cevizler yere dökülene kadar devam etti. Sarsıntı geçtikten sonra arkadaşlarına yetişip ceviz ağacından uzaklaşmaya başlamışlardı ki büyük bir gürültü koptu. Gürültünün nereden geldiğine bakmak için döndüklerinde ceviz ağacının üzerindeki tarlanın her bir parçasının, ceviz ağacından aşağıya doğru düştüğünü gördüler.

Tarlanın her bir parçası yere düşmeye başlaması onları çok korkutmuş, her birinin sağa sola kaçışmasına sebep olmuştu. Her biri bir kenara kaçtığından, havalara uçan yılanın toprak parçalarıyla beraber yere düşmesini görememişlerdi. Tarlanın parçalarının her bir parçası yere düşünce, tehlikenin kalktığını gören Huzur Mustafa ve arkadaşları, ceviz ağacının olduğu yere geldiler. Ceviz ağacı, onların yanına gelmesinden sonra küçülerek fidan haline geldi. Fidan haline gelen ceviz ağacı, toprağın derinliklerinde olan köklerini yavaş yavaş geri çekmeye başladı. Köklerini topraktan tamamen çekince, bu seferde kurumaya başlayarak toz haline geldi ve tamamen yok oldu. Onun yok olmasının ardından öldüğünü zannettikleri horoz tekrar cana gelerek ahırın etrafında koşturdu. Yorulunca koşmayı bırakarak sahibinin ayaklarına sürtünerek yere çömeldi. Yorgunluğu geçince ayağa kalkarak, cana geldiğine sevinmiş gibi uzun uzun öttü. Uzun uzun öttükten sonra küçülerek, normal horozlar gibi oluverdi. Normal horozlar gibi olunca, eski büyük haline gelebilmek maksadıyla hızla göle doğru koşmaya başladı.

Huzur Mustafa, horozun cana gelmesinin şaşkınlığını üzerine atamadan horozun küçülmesi, onu iyice şaşkına çevirdi. O anda, ne yapacağını bilemeden horozun arkasından bakakaldı. Onlar, horozun arkasından bakadururlarken horoz çoktan göle varmış ve su içerek büyümüştü. Horoz, göl suyunu içip büyümeye başlamışken o sırada şaşkın şaşkın horozun peşinden bakan üç arkadaşın içinden, ilk olarak Sedat Bey’in şaşkınlığı geçti ve diğerlerini de kollarından tutup sallayarak kendilerine gelmelerini sağladı. Daha sonra hep beraber horozu yakalayabilmek için gölün oraya doğru koştular. Gölün oraya vardıklarında horozun büyüdüğünü, kanatlarının kartal kanadı gibi, ayaklarının öküz ayağı gibi, gözlerinin timsah gözleri gibi olduğunu gördüler. Horoz, onların geldiğini görünce dile gelerek: ‘Size ihtiyacım kalmadı artık. Bundan sonra özgürce uçup dünyayı dolaşacağım’ der demez kanatlarını açarak uçmaya hazırlandı. Yeterince ısınınca, kanatlarını kapatıp Huzur Mustafa’ya dönerek:

– Beni eski sahibimden almadan evvel, eski sahibim beni her türlü horoz dövüşüne götürdü. O horoz dövüşlerinin çoğunu kaybederdim. Bu yüzden de sahibim bana çok eziyet eder, sürekli aşağılardı. Dilim olmadığı için bu durumu kimseye söyleyemez, hep içime atardım. En son götürdüğü horoz dövüşünde, karşımdaki rakibim beni tamamen kan çanağı içerisinde bıraktı. Gözlerim kararıp halsiz düşünce, üzerime gelip beni öldürmeye çalıştı. Tam o sırada benim sahibim ve onun sahibi araya girerek bizleri ayırdı. En son dövüşü kaybedince sahibim benden iş çıkmayacağını anlamış olmalı ki, beni sana sattı. İşte o günden sonra, bana hiç kimsenin yapmadığı iyiliği yaptın ve senin yanında rahat ettim. Gerçi senin yanındayken bile çok çalıştım, ama eski sahibimden gördüğüm eziyetleri görmedim, dedi ve özgür olmak ister gibi bir hareket yaparak şöyle devam etti. Bundan sonraki göreceğiniz işleri öküzlerle görürsünüz, dedikten sonra tekrar kanatlarını açıp uçmaya başladı ve tamamen gözden kayboldu.

Yazar: Murat CANPOLAT

Hikayenin I. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin II. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin III. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin V. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin X. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXI Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXIII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

 

 

Exit mobile version