Okumadan Geçmeyin Güzel Bir Hikaye, “Renkler ve Cehaletler”
Uyanıklığı uykuya tercih eden gözlere her sabah ayrı bir tablo sunulur. Hareketli, rengârenk, an be an tazelenen bir tablodur bu. Gözler, önce aydınlığın karanlıktan çıkarılışına şahit olur. Nesneler hayâl meyâl belirir. Sonra ufuk kızarmaya başlar. Bulutların etekleri o kızıllıkla tutuşur. Ardından mavi ve sarı sökün eder. Ve diğer renkler, tonlar ve ara tonlar; turuncusu, pembesi, eflâtunu, moru, yeşili…
Her saniye, görünmez bir sanat eli ayrı bir renk armonisine sokar gökyüzünü. Her renk, her ton gündoğumu tablosuna kusursuzca vurulur. Kendisi görünmeyen, ama eserleri görünen bir Sanatkâr kırmızıyı ve diğer tüm renkleri nakşeder. Ve o Sanatkâr gündoğumunu tek renkle değil, sayısız renklerle bezer.
Güneş aynı Sanatkârın eliyle doğdurulur. Gülün, güvercinin, lâlenin, sümbülün renkleri o ışıkla yansıtılır gözümüze. Karanlıktan renkliliğe o ışıkla döneriz; biz ve etrafımızdaki varlıklar, gören gözlere o ışıkla görünürüz. Her biri ayrı bir duygumuzu okşayan renkler o ışıkla resmigeçit yapar gözümüzde ve oradan ruhumuzda.
Hepimiz severiz renkleri. Hangi insan sevmez ki? Ruh renkliliğe, renklerin uyum içinde resmedilişine tutkundur. Belki bazısını daha çok severiz, ama tek renk tatmin etmez bizi. Duygularımız tek renkli bir gündoğumuna razı olmaz. Tek renkli gündoğumu istemek, gündoğumu istememektir çünkü. Tek tek renkler, ancak tüm renkler varsa, vardır. Renkliliğin alternatifi siyah-beyaz da olamaz. Zira, beyaz tüm renklerin bileşimidir, dolayısıyla renkler yoksa beyaz da yoktur. Kısacası, renkliliğin karşısındaki şık, “siyah-beyaz” değil, sadece ve sadece “siyah” yâni karanlıktır.
Böyle olunca, diğer renkler pahasına tek rengi istemek körlüktür, cahilliktir. Cehaletin karanlığıyla uyuşmuş gözlerin yanaşabileceği bir tutumdur. Her rengin bütün diğer renklerle ilişkisini, onlarla bir bütün teşkil edişini ve bunun bir sanat teşkil edişini bilmemektir.
Bundan olsa gerek, şu âlem resminin en güzel şahidi ve en güzel nakşı olan Nebi (sav), “asabiyet” ile “cahiliyet”i her zaman birlikte zikretmiştir. Çünkü, “İlle de benimki ve bizimki; ne olursa olsun, haksız da olsa, yanlış da olsa benim ailem, benim kavmim, benim ülkem, benim düşüncelerim…” diyen bir kişi, kendisini görünürde tek bir unsura ama gerçekte cehaletin karanlığına mahkûm etmektedir.
Her ten rengi, her dil, her topluluk, her belde o Sanatkârın âyetleri olduğuna göre, bunlardan sadece birisini sahiplenip diğerlerine gözünü kapayıp düşman olmak, aslında O’na işaret eden yaratılış âyetlerine gözünü kapamak ve O’nu lâyıkıyla tanıyıp bilmemek demektir. Zaten asıl cehalet de bu değil mi?
Murat Çiftkaya