Aşk Hikayesi “TREN SESLERİ”
Resmiye YILDIZ
“Tren sesleri kaçırmaz insanı
Bir çığlık getirir bunalan geceye
Nice tünele girer içimden korkunç”
Mustafa Miyasoğlu
Hayal Ekspresi
Tren durdu.
Hevi, ruhu yorgun, gözleri buğulu, kalbi tıpkı şapkasının fiyonkları gibi düğüm düğüm. “Ah Hevi!” dedi ve içine çektiği trenin siren seslerini derin bir nefesin ardından olduğu gibi bıraktı aynı derinliğinde griliğin.
Hevi, bir prenses. Kime ve neye göre? Hangi sarayın süsü, hangi tahtın varisi? Hikâyesi oldukça basit. Hayat ona küçük yaşta…
Gökyüzünün yer yüzüne yakın olduğu bir yerde, maviliğin henüz mavi, yeşilin biraz sarardığı bir eylül gecesinde, feryat figan. Cümbüş var o gece. Hevi bir peri masalının kanatsız meleği, bir tanrıçanın sonsuz güzelliği, ayın ortasındaki en parlak düş. Minicik ellerinin şeklini almış pırpır yüreği. Büyüdükçe hasta, yorgun, aşık ve gerçek dünyadan habersiz. Ah Hevi… Masallar gerçekleri yutar. Peki ya ayrı zaman insanlarının aynı hikâyelerde bir araya gelmesi?
Bir şehri sevmek mi zor, terk etmek mi? Ayrı şehirler ayrı hayatlar… Üstelik aynı hikâyeler içinde.
Tren son istasyonda durdu.
Yolcular birer ikişer indi ve hikâye başladı ya da bitti. Kişi, yer, olay, zaman, mekân beşlemesinden sıyrılıp gerçek bir hikâyenin içine zamansızlığı, kayıp kişiliğine sarmalayarak nerede olduğunu bilmediği bir yerde, sıradan bir günün uğruna ilerliyordu amaçsızca hikâyenin diğer kadını.
Mirabella, yalnız bir kadın. Kime ve neye göre? Hangi yokluğun içinde geçti çocukluğu? Hikâyesi oldukça basit. Hayat ona küçük yaşta…
Onun hikâyesinde gökyüzü griydi, denizler yoktu, sonuç ise hiç yoktu; giriş ve gelişme sadece. Sayfalar çevirdikçe değişmeyen bölümler silsilesi sunuyordu hayatını okuyanlara ki bir köşeye bırakılıyordu en nihayetinde ama başarısızlıkları ve düş kırıklıkları tıpkı Hevi gibi. Şehirler engel olmuştu hikâyesine Mirabella’nın, bir şehrin suçuydu sessizliği. Sessiz şehirler sevilmezdi, sevilenleri olmasa belki içinde. Kaderiydi işte bu şehrin de terk edilmek her seferinde.
O gün aynı adımlarla indiler trenden aynı mutsuzluk ve tedirginlikle. Peki nerede buluşacaktı bu iki kadının hayatı? Tabi ki garın çıkış kapısında. Birinin sağında, diğerinin solunda birer valiz, valizlerin ortasında iki kadın, iki kadının hemen arkasında çıkış yazısı. Bir yerin çıkışı başka bir yerin girişi niteliğinde adeta. Ama nereye? Soluna göz ucuyla bakan Hevi, şaşkın bir ifadeyle,
— Şşey, ben buradaa…
Tamamlayamadan… irkilerek sağına dönen Mirabella:
— Evet, ben de burda yabancı…
ve üç beş adımdan ötesi boş bir bank.
— Görünüşe göre, sen de bilmiyorsun yolunu.
— Yolumu bulmaya geldim, der Hevi’nin kurumuş dudukları.
O an Mirabella, Hevi’nin endişeyle kırışmış alın çizgilerine dalar ve;
— Anlatsam seninle aynı çıkar hikayem, sussam seninle aynı çaresizliğim, beklesem bilirim ki gelmez, gitsem yolumu bilmem. Ben Mirabella, ömrünü bırakıp giden sevgiliyi bulmaya adamış Mirabella.
Esaretten kurtulmak için onu bulmalıyım ve artık özgür kalmalıyım.
Hevi susar ve bakar Mirabella’nın çaresizliğine. Kendisi de esaretten kaçmıştı.
Mirabella anlatır sonra…
“O gün, uzunca yürümüştük, bekliyordum ağızından çıkacakları uzundur. Bu şehir onu boğuyordu ve sevgisini hapsediyordu. Ben ise severdim her yeri olsa yanımda. Tek bir sözü oldu ‘Kal Sağlıcakla.’
Susmuştum, yürüdüm ve kayboldu gölgesi. Ardımdan sadece birkaç kelime yığını daha işittim sonra: ‘Buraya bir daha gelmeyeceğim, ama beni bekle.’”
Gülümsedim içimden: ‘Beklerim.’
İşte bu kadardı aslında anlatacakları. Daha ne vardı ki sanki.
— Peki neden burdasın?
— Onu bulmak için.
— Peki ya bulamazsan?
— Bulacağımdan neredeyse eminim.
Hevi de görkemli hayatından kaçıyordu sevgisi uğruna. O da bulmaya gelmişti aradığını. Söz vermişti bu şehir kavuşturacaktı onları.
ve Hevi başladı anlatmaya.
“Üç yıl önce bugündü. Hastaydım, imkânlar bile imkansız iken bir adam çıktı karşıma, tesadüftü gelişi. Son çare ilaçlarımı kapıya getiren bir kalfa. Kapının açılmasıyla ışık çemberi sarmıştı etrafımı. Hevi hanımın ilaçları efendim diyordu sesi. Ama gözlerinde Hevi ben geldim iyileştirmeye seni. Dünyam öyle büyüdü ki korktum ölmekten. Yaşamak için bir adım atmak ölümden uzaklaşmak… Düzenli olarak eve getirilen ilaçlar günden güne beni iyileştirdi sandılar, oysa ilacım onun gözlerindeydi. Aylar geçti ve sesime ses oldu. Ellerimden tuttu ve ‘İyi olacaksın, benimle gel. Bu sahte saray içini kemiriyor, özgürlük seni iyi edecek.’ İçim öyle huzurla doldu ki kavuşacağımız günü bekleye bekleye işte bu üç senenin sonuna geldim ama o gelmedi. Her sene buraya dediği saatte geldim ama gelmedi.”
Mirabella kafasını yerden kaldırdı ve usulca Hevi’ye çevirdi.
— Burada seninle bekleyeceğim.
Hevi daha dakikalar önce tanıdığı birine bunları neden anlattı anlayamadan,
— Emin misin? Belki de hiç gelmeyecek olan trenlerin ardından…
İki kadın saatlerce sustu hiç konuşmadan.
— Artık gitmeliyim galiba, dedi Hevi.
Oturduğu yerden usulca kalktı ve elini uzattı.
— Bak bir sene daha bitirdim, kim bilir belki sen bulursun ve bitirirsin hikâyeni.
Mirabella, elini kaldırdı ve sıkıca sıktı seni tanımak güzeldi Hev…
Ve sustu her şey. Gözleri bir noktaya takılmış, hareket etmiyordu bedeni. Hevi döndü arkasına.
Ve sustu her şey. Gözleri bir noktaya takılmış, hareket etmiyordu bedeni.
İki kadın aynı hikayedeydi şimdi.
Beklenen adam orada, sadece bir adam, bir silüet, bir gölge, bir çaresizlik… Hevi koştu.
— Buradasın, evet biliyordum. Neden şimdi? Ama bir önemi yok. Buradasın. Buradasın değil mi? Konuş, ses ver, ses ver ki bileyim buradasın.
Gözler donuk, gözler Mirabella’nın seyrinde. “Bu mümkün olamaz.”
Hevi sevdiği adamın gözlerinin gittiği yeri takipte.
— Bu mümkün olamaz!
— Bu mümkün, dedi Mirabella.
Kalbi terk edilmişliğin kırgınlığında, ona dönmeye gelen sevgilinin şaşkınlığında.
Terk ettiği şehre geri dönüyordu genç adam, yaşadıkları ve yaşayamadıklarının terazisinde Hevi yerine Mirabella ağır basmıştı. Hevi yaşadığı, Mirabella ise yaşayamadığı. Hevi çaresizce kaçmakta şimdi.
İki kişi arkada, bir kişi önde.
— Dur lütfen, Hevi dur!
Kaçtı hızlı adımlarla ama nafile, kaçtığı sadece bir adım mesafe. Döndü gerisin geriye. “Neden?” dedi içinden. Zaten tek sormak istediği soru da buydu.
Hevi’nin hayatına mal olacak bir hamle, genç adamın sonsuz çaresizliğine dönüştü o gün. Ansızın bir gürültü ve ömür boyu yatmaya mahkum bir hayat.
Mirabella, Hevi ‘ye sarılmış ağlamakta.
Ne acıydı sevgilinin ölümünü seyretmek her gün iki kadın için. Bir yanda yatalak sevgili, bir yanda hastalığı tarafından yeniden ele geçirilen kader arkadaşı… Üç hayat bir evde.
O gün acının yüzü aşkta, aşkın yüzü gerçekte, gerçeğin yüzüyse Mirabella’nın gözlerindeydi. Hayalindeki kavuşma bir tren istasyonunda yitip gitmişti. Raylar üzerinde tonlarca ağırlığın altında sanki kalakalmıştı. Sevdiği adam şimdi ona muhtaçtı. Peki ya saatler öncesinde tanıdığı Hevi? Ona ne olacaktı? Neresindeydi bu aşkın. Belki de en acı tarafındaydı Hevi. Aldanmışlığın karanlığında mücadeledeydi, üstelik hasta bedeni bunu kaldıramayacak kadar da yorgundu. Evini terk etmişti üç sene önce onun için. Ardında bıraktığı ailesi belki de yoktu artık, dönemezdi. Bir tren garında bıraktığı umudu da kayıptı şimdi, bir araba freninin izinde yok olup gitmişti. Kendini ansızın attığı yolda ona belki de bir hayat borçlu olan sevdiği adam ödemişti kendi canı pahasına. Ölüm affettirirdi bazen hataları. Ama bedeli ölmekten beter edebiliyordu bir ahın sonu. Öyle de olmuştu. Genç adam Hevi’ yi durdurmak isterken bu sonu kendine yazmıştı fark etmeden. Bundan sonra hayat üç kişi için; hastaneler, yollar ve yıllardan ibaretti. Mirabella Hevi’yi bırakamazdı. İstasyonda şimdi üç kişilerdi, tekerlekli sandalye, Hevi ve Mirabella. Tren gara gelmişti. Buradan iki kişiyi yanına katıp dönmek aklının ucundan nasıl geçerdi ki? Kimse konuşmuyordu. Kompartımanın sesi üç farklı kalp atışının aritmik çınlamalarından ibaretti. Zihinlerde derin düşünceler, dudaklarda sus. Hayal ekspresinde üç yolcu. Üçünün de durağı aynı bu kez.
Tren durdu.
Birer, ikişer bindi herkes. Hayat rötarı artık sona ermişti son seferinde trenin.
Mirabella’nın önünde tekerlekli sandalye, yanında bavul, bavulun yanında Hevi, Hevi’nin yanında çaresizlik.
Apartmanın girişinde iki damla gözyaşı bırakırken genç adam, yaşattıklarını ve yaşatamadıklarını anımsadı bir an, kıymetini bilemediği geçmiş zaman, onu yeniden bulmuştu yıllar önce terk ettiği şehirde. Verdiği sözleri hiçe sayarken, yaşamak kolaydı. Peki ya şimdi? Böylesine bir buluşma kimin hakkıydı? Terk edilen Mirabella’nın mı? Kandırılan Hevi’nin mi? Yoksa bunlara neden kendinin mi? Yaşamıyordu. Keşke düşünme yetisini kaybetseydi, acısını dindirirdi belki o zaman ruhunun. Ama o konuşma ve yürüme yetisini kaybetmişti saniyeler içinde ölümle burun buruna.
Hevi’ nin kalbi ise bilmediği bir şehirde, bilmediği bir evde ve bilmediği bir duyguda her gün inceldiği yerlerinden kopuyordu. Aşkı bir bir dökülüyordu. Mirabella’nın bitmeyen gücüyle hayat buluyordu ama sonra, çünkü sevmek onun dilinden çok daha anlamlı oluyordu böylesine bir fedakarlıkta. Onlara can vermişti Mirabella hatta son nefesi olmuştu biraz daha yaşayabilmesi için. Hevi hayatının en acılı ve mutlu günlerini bu garip ilişki yumağının içinde düğüm düğüm geçiriyordu.
Gözleri huzurla buluşmaya hazır, son kez konuşmaktaydı;
— O gün, o garda, iyi ki gitmedin Mirabella. Sonsuz bir yalandan çıkardın beni.
Özgürlüğüme kavuşturdun. O kadar mutluyum ki. Ona iyi bak.
Mirabella ağlamakta.
Aradan geçen zaman bir mayıs akşamında durdu. Şimdi onun kulaklarında da Atilla İlhan’nın tarifindeki gibi; yoksul bir gramofon çalıyor üstelik aynı eski zamanlardan bir cuma… Bahar valsleriyle bezeli odanın her bir köşesi. Ne zaman dinlese kendini saraylarda dans eder gibi hissederdi ama gerçeği masada duran kâğıt ve tükenmekte olan kalemiyle fark ederdi. Gözleri yakını uzak kılıyordu artık. Buğulanmış sayfalar onun hikâyesini bitirmeye hiç yeltenmiyordu. Her seferinde kafasını koyacak bir kâğıt parçası bulurdu Mirabella. Her gün yeniden “Evet, bugün bitiyor.” derdi köşedeki boynu bükük lambasına. Bitmesi gereken hikâyesiydi ama bitmiyordu. Nefesi sanki sonsuz bir gökyüzü gibiydi. Evet, mayıs akşamıydı. Düşleri, gerçeğin içinde kayboluyordu. Gözünden akan yaşlar, sevgilinin çaresizliğiyle yaşamıştı yıllarca. Dans edecekti gençliği dirilip içinden, kalkabilseydi sevgilisi. Ama o sustukça Mirabella konuştu, yıllarca ona baktı ve hep dua etti beraber ölmeye. Hikâyesini tamamlamayı bekliyordu, beklemek onun hikâyesiydi. Terk eden sevgiliyi beklemek, iyileşmesini beklemek, ölümü beklemek… Şarkı sustu, Mirabella sevgilisine baktı, kâğıt bitti, kalem tükendi, lamba söndü… ve gün geldi, iki sevgili sonsuz gökyüzünün içinde son valslerinde buluştular. Artık bu hikâye giriş, gelişme ve sonuçtu.
Dünyanın tek gerçeği bekleyişlerden ibaret ve bitecek olan hikâyelerden. Beklersin ve sonra bir gün her şey biter. Yemek yersin biter, yollar gittikçe biter, şarjın biter, pilin biter, ümidin biter, sevgin biter, öfken biter, korkuların biter, yalnızlığın biter, sevdiğin film biter, ekmek biter, çay biter, benzin biter, okul biter, dert biter, aşk? Aşk hiç biter mi diye sormuş şair zaten hazırda. Bulabilmiş mi cevabını; defter arasında, ağaçlarda, yollarda, yıllarda, duvarlarda, şarkılarda… Aramış da aramış. Bakmadığı tek yer tam da göğsünün sol tarafındaymış. Zavallı Mirabella, zavallı Hevi! Onlar bulmuş da sanki ne olmuş. Bütün hikâyeler gerçektir, bütün hikâyeler bitmek üzere yazılır ve hepsi sıradandır. Sadece Mirabella ve Hevi’nin hikâyeleri farklıdır belki onlar bir gün yeniden uyanacaklar farklı bir hikâyenin sonunda.
Resmiye YILDIZ




