Gerçekten Ağlatan Bir Hikaye
Yaşlı Bir Kadının Ölen Eşine Yazmış Olduğu Mektup;
Son günlerde; bir surat bir surat ki gelinde, çayımı bile yarım dolduruyor Bey. Allah’tan kulaklarım ağır işitiyor da, duymuyorum ne söylediğini…! Ama yinede hissediyorum..! Beni, bu evde galiba istemiyor artık.
Hey gidi günler heeey…! oğlunu bilirsin, vur kafasına al lokmayı. İki ara bir derede ne yapsın…? Ana bu, atsa atılmaz; satsa satılmaz. Bana artık gizli gizli sarılıyor bey…! Dün akşam, uyurken öptü beni biliyor musun? Nasıl ağırıma gitti nasıl…! Artık akide şekeri de getirmiyor. Hani dişlerim yok ya, güya yerken garip sesler çıkarıyormuşum da; çocuklar iğreniyormuş benden. Yok; vallahi yalan bey, hiç yapar mıyım ben öyle şey..? Gelin çocuklara masal anlatmamı da yasakladı. Üstelik seninle konuşuyormuşum diye, duvardaki resmini bir yere sakladı. Olsun, koynumdaki resminden haberi bile yok..! Yine de beddua edemem bey, oğlumun karısı; torunlarımın anası o…!
Geçenlerde üst komşular geldi. Ne konuştuklarını duymayayım diye, kapıyı üstüme kilitledi. Duymadım, duyamadım; lakin hissettim. Düşkünler evine yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni. Ne yalan söyleyeyim epey ağırıma gitti, epey…! Ha, sen ne diyorsun bey..? Hani bir görünsen oğluna…! Ne de olsa babasısın, seni dinler. Bu odada oturur, vallahi hiç dışarı çıkmam. Akide şekeri de istemem. Masal da anlatmam artık çocuklara. Ne olur, ayırmasınlar beni bu evden. Yaşayamam, nefes bile alamam. Sana ait anılardan uzak ne yaparım ben, ne yaparım..? Şu camın pervazında hayalin durur, çekmecelerde el izin. Bastonun hala duvarda asılı.
İstemiyorlar beni artık, istemiyorlar hasılı…! HEY GİDİ GÜNLER HEY..! Hani diyorum, bir çağırsan..! Yoksa, yoksa sen de mi UNUTTUN beni bey…?