Bilim Kurgu HikayeleriDehşet ÖyküleriGenesisKıymetli Yazarlarımızdan SeçmelerKorku Hikayeleri

Bilim Kurgu Hikayeleri ve Genesis – Cehennem Kulesi (Üçüncü Bölüm)

Bilim Kurgu Hikayeleri

Bilim Kurgu Hikayeleri – Cehennem Kulesi (Üçüncü Bölüm)

Bu sarp yamaçlara inmeyi başardığımızda ilkeller çoktan dağılıp karanlığın içinde kaybolmuşlardı; ama yerde yatan, kolları ve bacakları kopmuş ya da karınları deşilerek iç organları sökülmüş cesetlere bakılacak olursa, giderken yanlarında açlıklarını yatıştıracak birtakım atıştırmalıklar götürmeyi de ihmal etmemişlerdi. Burada artık kurtarılacak kimse kalmamıştı, çünkü ilkellerin bıçak gibi keskin tırnakları ve koparıcı dişleri kusursuzca iş görmüştü.

“Yapacak bir şey yok,” dedi Şahset, “bunları defnetsek bile, ilkeller mezarları bulup açacaktır. Kaybedecek zamanımız yok. Elimizden geldiğince hızlı olup sandığı tepeye çıkarmalıyız.”

Tekrar yukarı çıktıktan sonra, yoldaki kayalardan, arabanın ilerlemesine engel teşkil edenleri kalas kaldıraçlarla yoldan çektik ve yokuşu tırmanmaya devam ettik.

Gün aydınlandığında yağmur tamamen durmuştu. Görünmeyen güneş, koyu renkli bulutların incelen kısımlarını gümüş gibi parlatıyor ve zaman zaman buraları göz alıcı ışınlarla ok ok deliyordu; ama tüm bunlara rağmen bulutlar içlerinde kötülükleri barındırmaya devam ediyordu. Şeytanlar, boyunlarından başlayıp yılansı kuyruklarına kadar devam eden kanatlarını yükselen hava akımlarının üstüne gererek, gökyüzünde daireler çiziyorlardı. Sarkık kocaman burunları havayı kokluyor, üçgen kulakları sessizliği dinliyor ve keskin bakışları, kulenin yükseldiği araziyi tarıyordu. Kayda değer bir şey fark ettiklerinde ise hedeflerinin üzerine dik olarak dalışa geçip, uzantılarıyla onu yakalayarak tekrar yükseliyorlardı. Jölemsi vücutlarının aksine, dişleri ve uzantılarının uç kısımlarını çevreleyen sıra sıra dikenler oldukça sert ve keskindi. Çirkin birer insanı andıran yüzleri de tıpkı vücutları gibi dalgalanıp şekil değiştiriyordu; ama bu yüzlerde insana özgü ifadelere rastlayabilmek mümkün değildi. Yok edici bir kötülüğün korkunç ve merhametsiz bakışlarını taşıyordu bu yüzler. İki şeytan havada daireler çizerek kulenin üstüne geldiklerinde, kule duvarlarını sarmış olan bitkilerin altına gizlenip beklemeye başladık. Yolculuğumuza verdiğimiz bu mecburi arayı, yorgun vücudumu dinlendirmek için bir fırsat olarak gördüm ve kalabalıktan biraz uzaklaştım. Atımın dizginini elime dolayıp, kara bir göletin yanındaki bir taşın üzerine oturdum ve sırtımı kulenin soğuk, nemli duvarına yasladım. Başımın üstündeki geniş yaprakların alt kısımlarını kaplamış olan hareketli dillerin uçlarındaki kancalı dikenler, tıpkı yanımdaki göletin yüzeyi gibi, uyum içinde hafifçe dalgalanıyordu ve bu iğrenç şeylerin hareketlerindeki süreklilik göz kapaklarımı külçe gibi ağırlaştırıyordu. Az ötemdeki arkadaşlarımın konuşmaları, atların kişnemeleri, hemen karşımda duran hayvan leşinin üzerinde uçuşan sinek bulutunun vızıltıları ve göletin çevresindeki görünmeyen kurbağaların ya da daha başka yaratıkların tuhaf sesleri bir süre sonra bana ninni gibi gelmeye başladı. En nihayetinde yorgun bedenim uykunun tatlı çağrılarına icabet edip teslim oldu. O şekilde ne kadar uyuduğum hakkında hiçbir fikrim yok, ama beni uykumdan uyandıran şey duyduğum bir kılıç sesi oldu ve hemen ardından yere düşen ağır bir şeyin çıkarmış olduğu kof bir ses duydum. Sol bacağımda bir uyuşukluk ve bedenimde anormal derecede bir bitkinlik hissediyordum. Gözlerimi açtığımda Erdinç’in, elinde kılıcıyla karşımda dikildiğini gördüm ve hemen sol yanımda, yerde kıpır kıpır oynayan kocaman bir cismi göz ucuyla fark ettim. Başımı çevirdiğimde bunun kirli sarı renkli, kaygan derili, yılanımsı bir yaratık olduğunu gördüm. Vücudunun her iki yanında da sıra sıra yedi adet göz vardı ve kılıçla koparılmış uzvunun acısıyla dev bir solucan gibi yerde kıvranıyordu, fakat bu kıvranışları fazla uzun sürmedi; çünkü az sonra Erdinç tekmesini onun üzerine salladığında, çırpındığı yerden fırlayıp kara göletin dibini boyladı.

“Aptal!” diye azarladı beni Erdinç, yüksek çıkarmamaya gayret ettiği, sert bir ses tonuyla, “Göletlere yaklaşmaman gerektiğini bilmiyor musun?”

Ben onun kızgın yüzüne boş boş bakarken, o ise kılıcının ucuyla sol bacağımı işaret etti ve “Şu haline bir bak!” dedi.

Bacağıma yapışmış olan o şeyi işte o zaman fark ettim. Bu şey Erdinç’in kılıcıyla kesip gölete tekmelediği yaratığın ağız kısmıydı ve Erdinç onu bacağımdan söküp aldığında gördüğüm şey, o güne kadar karşılaştığım en mide bulandırıcı şeydi; kocaman bir vantuzu andıran bu şey, ait olduğu bedenden koparılmış, yapış yapış bir ağızdı ve içi spiral şekilde sıra sıra dizilmiş küçük, sivri dişlerle doluydu. Bu iğrenç dişler, bacağıma bir daha bakıp, paçamdan aşağı süzülen kanı fark etmemi sağladı.
“Göletlerde yaşayan bu yaratıklar kan emicidir.” diye açıkladı Erdinç, elinde tuttuğu bu et parçasını havaya kaldırarak, “Senin gibi ahmak kurbanlarına sessizce yaklaşırlar ve ağızlarından salgıladıkları uyuşturucu madde sayesinde bu sivri dişlerin vücuduna girdiğini hissetmezsin bile. Bu şeyler öyle tehlikelidirler ki seni uyutup, son damlasına varana dek kanını içebilirler. Dua et ki…”

Erdinç bunları anlatırken vantuz ağzın aniden hareket ederek elinden kurtulup ileri sıçraması, sözlerini yarıda kesmesine neden oldu. Ağız şimdi yanımda, yerde, kendini toprağa vurarak hoplayıp zıplıyordu ve eğer yerimden kalkacak gücü kendimde bulabilseydim, ayaklarına yılan dolanmış şaşkın bir kedi gibi, ben de korkudan olduğum yerde hoplayıp zıplayacaktım. Ağzın, kendisini gölete atmasına birkaç sıçrama kalmıştı ki Erdinç öne doğru eğilip iki üç adım attıktan sonra kılıcını ağzın tam ortasına sapladı ve “Seni lanet olası inatçı pislik.” diyerek yaratığa söylendi.

Hareketleri artık iyice cansızlaşan yaratık görünüşe göre şimdi tamamen ölümün eşiğindeydi.

“Dikkatli olmalısın çömez!” dedi Erdinç, yaratıktan çektiği kılıcı toprağa silerken, “bu kulede her karış yerden kötülük fışkırır, adım attığın her yere dikkat etmelisin.”

Erdinç eğildiği yerden doğrulurken kılıcını kınına soktu ve başını kaldırdı. Sonra Şahset’in kendisine seslendiğini duyunca yüzünü sola, tepeden inip başının yan tarafına sarkmış olan bir yaprağa doğru döndü; ama yüzünü çevirir çevirmez, geniş yapraklı bitkinin alt kısmını kaplamış olan kımıl kımıl oynayan dilleri yüzünde buldu. Etle beslenmek için kıvranan bu diller Erdinç’in yüzünü hisseder hissetmez kısım kısım kasılarak harekete geçtiler ve uçlarındaki dikenleri birer ok gibi Erdinç’in yüzüne sapladılar. Yaprak yüzüne yapıştığında Erdinç önce acı acı inledi ve sonra da olduğu yerde kalakaldı. Vücudunu bir titreme nöbeti almıştı ve yaprağın yüzünü kapatmadığı tarafta bulunan tek gözü, yuvasından fırlayacak gibi açılmıştı. Onun acı feryadını duyanlar hemen yardıma koştular ve yüzündeki yaprağı sapından kılıçla kestikten sonra onu yere yatırıp, yaprağı yüzünden ayırmaya çalıştılar, ama yaprağın dillerindeki kancalı dikenler yakaladıkları şeyi bırakmama konusunda o kadar inatçıydı ki adamlar yaprağı telaşla söküp almayı başardıklarında, bir tarafının eti kemiğinden sıyrılarak sökülmüş bir insan yüzüyle karşı karşıya kaldılar.

Yazar – GENESİS

Hikayenin Bölümleri

Hikayenin 1. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 2. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 3. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 4. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 5. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 6. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

 

Genesis

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu