Bilim Kurgu Hikayeleri – Cehennem Kulesi (Dördüncü Bölüm)
Her kuytusunda başka başka kötülüklerin tetikte beklediği bu kulede yükseldikçe, detayları iç içe geçen aşağıdaki manzaranın donuk güzelliği daha da artıyordu; rengi maviye çalan bir pusa karışmış yeryüzü durgun bir denizi, bulutların arasından sızan akşamüstü ışığıyla zirveleri parlayan dağ sıraları ıslak kayaları, etobur ormanların koyu yeşilliği yosun kaplı kıyıları ve altımızda sürüklenen küçük beyaz bulut kümeleri, köpüren dalgaları andırıyordu. Bu yüksekliklere uyum sağlamış olan ve şimdi kule duvarları ile yol kenarlarında tek tük görülmeye başlayan sivri yapraklı bitkilerin esnek dalları yola doğru art arda atılarak, çıkardığımız seslere tepki veriyordu. Şahset kendine doğru hızla uzanan bu dallardan birini, tam zamanında savurduğu kılıcıyla biçtikten sonra Erdinç’e döndü ve “Dikkat et de yüzünün diğer yarısını da bu şeylere kaptırma.” dedi.
“Yüzümün geri kalanını herhangi bir şeye kaptırmaya hiç niyetim yok.” diye karşılık verdi Erdinç ve sonra da “Şükürler olsun ki yarım da olsa, hala güzel kadınların kalbini çalabileceğim bir yüze sahibim.” diye ekledi. Sonra da yaptığı bu espriye yakışır iğrençlikte bir kahkaha patlattı. Birer ikişer başkalarına da yayılan kahkahalar kesildikten sonra bile Erdinç hala gülüyor gibiydi, çünkü o an atımın yürüdüğü yerden bakınca yüzünün yaralı kısmı görünüyordu ve küçük pembe bir delik halini almış olan kulağına varana kadar devam eden dudaksız ağzı, sıra sıra dişleri ve açıkta parlayan elmacık kemiği yüzüne bu kalıcı neşeli ifadeyi yerleştirmişti.
“Suratındaki bandajları sökme konusunda neden bu kadar aceleci davrandığını anlamıyorum.” dedi Şahset.
“Eh!” diye bıkkınlıkla karşılık verdi Erdinç, bir elinin tersiyle havayı iterek, “O uyuşturucu merhemlere ve bunaltıcı bandajlara ihtiyacım yok.”
Larvalarını bırakmak için uygun bir yer bakınan iri bir sinek, içi boş göz çukurunun önünde gezinirken Erdinç onu tek eliyle havada yakalayıp avucunun içinde ufaladı ve “Bir gözümü kaybetmiş olsam da sezgilerim ve reflekslerim hala çelik gibi sağlam.” dedi.
“Umarım öyledir.” diye karşılık verdi Şahset, sonra da “Yaylarınızı hazır edin! Barakların topraklarına giriyoruz.” diye bağırdı ve onun bu yüksek sesli komutu etrafımızdaki sivri yapraklı bitkilerin çıldırmışçasına titreşmelerine neden oldu. Kötü niyetli ellerin uzun parmakları gibi aşağı sarkan, sivri uçlu keskin kenarlı yaprakların bu hareketlerinden doğan hışırtılar kulakları sağır edici bir uğultuya dönüştü.
Az sonra yol kenarlarında, uçlarına kurukafalar geçirilmiş dikili sırıkları görmeye başladığımızda barakların bölgesine girdiğimizi anladık. Zehirli okları ve sapkın inançlarıyla tanınan bu kabile zaman zaman kulenin alt kısımlarına inerek ilkelleri avlardı ve onların derilerinden diktikleri kıyafetler giyerdi. Kemik çakılarla yüzlerine birtakım desenler ve işlemeler oyarlardı. Erkekleri ne kadar iğrenç görünümlüyse kadınları da bir o kadar güzeldi. Kutsal sandığı kulenin tepesine ulaştırmaya çalışan bizden öncekilerin başına defalarca bela olmuşlardı. Ele geçirdikleri kişileri köylerine götürüp bir mağaraya yerleştirirlerdi ve bu misafirlerinin boyunlarına kafataslarından yapılmış bir kolye geçirirlerdi. Kolyeler altı adet kafatasından oluşurdu ve her gün kolyeden bir kafatası eksiltilirdi. Esirlere en taze etler yedirilir ve en nadide içkiler içirilirdi. Ayrıca bu mahkumların mağaraları, köyün en güzel kadınlarına ziyaret ettirilirdi. Esirler kendilerine tanınan süre boyunca, iki vahşinin nezaretinde köyde istediği gibi dolaşırdı. Kolyedeki son kafatasının da çıkarılacağı gün gelip çattığında esirler büyük bir ateşin yandığı ve tüm kabilenin toplandığı köy meydanına getirilirdi. Yanan ateşin alevleri azaldıktan sonra, esir bir sırığa sıkıca bağlanıp, közün üzerinde çevrilirdi. Ölüm uzun ve acı verici bir şekilde gerçekleşirdi. İyice kızardığına kanaat getirilen et küçük parçalara kesilerek, ateşin etrafında toplanmış olan tüm kabile üyelerine eşit miktarda paylaştırılırdı. Buradaki amaç besin ihtiyacını gidermekten ziyade batıl bir inanışın gereğini yerine getirmekti. Mideye indirilmemiş bir düşman cesedi, intikam ateşiyle yanıp tutuşan inatçı bir ruh demekti. Kabile düşman etini paylaşarak, elde ettikleri başarının onurunu da paylaşmış olurdu. Ayrıca yiyen kişinin, yenilenin sahip olduğu güçlere sahip olacağına da inanılırdı. Ceset tamamıyla tüketildiği için intikamcı ruh da yok olup giderdi.
Baraklar şeytanları kendilerine ilah edinmişlerdi. Kulenin tepesindeki anaforun içinden görünen öte dünyada altı gün gece, altı gün gündüz yaşanırdı ve baraklar diğer dünyanın kızıl ikiz güneşle aydınlandığı ilk gün kulenin zirvesine çıkarak, içlerinden birini şeytanlara kurban olarak sunarlardı. Şimdi ise öteki dünyanın gökyüzü koyu lacivert bir renkteydi.
Hava iyiden iyiye soğumuştu ve artan rüzgar siyah renkli karları serpiştirmeye başlamıştı. Kuleye tırmandıkça yoğunlaşan şeytani güçlerin etkileri artık açıkça hissedilebiliyordu. Kulaklarımızın tıkanması ve burunlarımızın kanaması bizim için en açık tehditti, ama dahası da vardı: Nefes almakta güçlük çekmeye başlamıştık. Mide bulantısı ve baş ağrısı da bu şeytani güçlerin diğer etkileriydi.
“Öte dünyanın sakinleri güçlerimizi emiyor!” diye Şahset’e seslendi büyücümüz Güngör.
“Evet, bunu açıkça hissediyorum.” diye karşılık verdi Şahset.
Güngör “Sandığı kontrol etmeliyim.” diyerek arabacı Turan’ın yanından kalkıp arabanın kasasına atladı ve ilahiler okuyarak kutsal sandığın altın kapaklarını açtı. Büyücülerimizin binlerce yıldır yaptığı gibi, sandığın içindeki hidrojen bombasını kontrol etti. Güngör yedi yaşından beri bombanın bakımına hizmet ediyordu. Daha kıdemli büyücülerimiz bu görev için onu uygun görmüşlerdi, çünkü kendileri böyle zorlu bir yolculuğu tamamlayamayacak kadar hastaydı. Büyücülükle uğraşmanın böyle olumsuz etkileri vardı. Başta uranyum ve trityum olmak üzere bazı büyü malzemeleri radyoaktivite denilen tehlikeli ruhları içlerinde barındırırdı ve bu ruhlar etkileşime girdikleri kişileri zamanla hasta ederdi. Bu yüzden hiçbir büyücü uzun yıllar yaşayamazdı. Radyoaktif ruhlar diğer büyücüler gibi, Güngör’ün üzerinde de etkilerini açıkça göstermeye başlamışlardı: Dişleri ve tırnakları döküleli çok olmuştu, incelip kızarmış derisi sık sık çatlayıp kanıyordu, öksürürken ağzından kan geliyordu ve tüm büyücüler gibi Güngör de dökülmüş saçlarını gizlemek için cübbesinin kapüşonunu olmayan kaşlarına kadar indirirdi.
Sertçe dizgini çekilen bir atın kişnemesi ve yeri döven nallarının sesleri hepimizin dikkatini bir yöne çekti: Atını durdurmuş olan Erdinç, kulenin üstümüzde yükselen yamaçlarını görebilmek için yüzünün sağlam tarafını o yöne doğru dönmüştü.
“Ne oldu?” diye sordu Şahset.
“Baraklar!” diye cevap verdi Erdinç, eliyle yamaçları işaret ederek “Oradalar, bizi izliyorlar.”
Yukarıdaki kayalıkların ve bitkilerin arasındaki kıpırtıları fark ettiğimizde artık çok geçti.
“Kalkanlar!” diye bağırdı Şahset, çünkü yamaçlardan atılan binlerce ok, tıpkı kara bir bulut gibi, hızla üzerimize iniyordu.
Yazar – GENESİS
Hikayenin Bölümleri
Hikayenin 1. Bölümü İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin 2. Bölümü İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin 3. Bölümü İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin 4. Bölümü İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin 5. Bölümü İçin TIKLAYINIZ
Hikayenin 6. Bölümü İçin TIKLAYINIZ
Muhteşem bi hikaye
Sevgili Genesiz…kizil ölüm cicegi…vampirin mezari okadar harika bir kurgu ki hayranlikla okudum bitirdim…ve sizin isminizi ve hikayelerinizi daha henis kitlelerin duymasi icin elimden gelen herseyi yapiyorum….ve yapıcam…diger hikayeleriniz…hepsi birbirinden muhtesem…lakin bu iki hikayenize bir baska hayranim….bu tarz hikayelerinizin devaminin gelmesini merakla bekliyorum…..lutfen yazma sevkinizi kaybetmeyin…..kaleminiz cok kıymetli
Devami nezamn gelir sevgili Genesiz
Bir süredir yazmak içimden gelmiyor her nedense ama madem sordun, yeni bölümü yarına hazır ederim muhtemelen
Sevgili genesiz sizn hikayelerinizin en buyuk hayraniyim….muhtesem bir hayel gucune sahipsiniz….olay orgunuz hikayeyi anlatma sekliniz …giris gelisme sonuc bolumleriniz ve betimlemeleriniz gercekten bir harika….bence sizin isminiz ve hikayeleriniz genis kitlelerce duyulmali….lutfen guzel hikayelerinizden bizleri mahrum etmeyiniz..
Sevgilerimle….
Teşekkür ederim Hatice, yorumun beni çok mutlu etti ve sayede yazma hevesine tekrar kavuştuğumu hissettim, eksik olma
başarılar yine iyi bir calisma