Bilim Kurgu HikayeleriDehşet ÖyküleriGenesisKıymetli Yazarlarımızdan SeçmelerKorku Hikayeleri

Bilim Kurgu Hikayeleri – Cehennem Kulesi (Beşinci Bölüm)

Bilim Kurgu Hikayeleri

Bilim Kurgu Hikayeleri – Cehennem Kulesi (Beşinci Bölüm)

Çoğumuzun aksine başımın üstüne kaldırabilecek o bir iki saniyelik zamanı bulabildiğim kalkanım, isabet eden oklarla ısrarcı bir şekilde üstüme abanıyordu. Atım olanca gücüyle koşmak için şahlandığı sırada, bedenine saplanan zehirli oklara daha fazla karşı koyamadı ve olduğu yere yığıldı. Onunla birlikte yere düştüğümde sol bacağım can çekişen zavallı hayvanın gövdesinin altında kalmıştı. Kendimi çırpınan atın bedenine olabildiğince yaklaştırarak ve kalkanımı başımın üstünde tutmaya çalışarak kendimi bu vahşilerin ölümcül silahlarından sakınıyordum. Dalga dalga inen okların ıslıklarından oluşan uğultu, atların kişnemelerini, yaralıların çığlıklarını ve vahşilerin yukarılardan gelen boru seslerini boğuyordu. Bana daha önce başımdan geçen iki çarpışmada da eşlik etmiş olan kalkanım, kendisini delen bir okun mükemmel şekilde keskinleştirilmiş taş ucunu yanağıma iki parmak kala da olsa durdurabildiği ve sonrasında bacağımı atımın cansız bedeninin altından kurtarmayı başarabildiğim için şanslıydım. Bu amansız saldırı sırasında benden daha hızlı davranmış olan ve Şahset, Erdinç ve Güngör’ün de aralarında bulunduğu on on beş kişi kule duvarının altındaki bir oyuğa sinmiş çaresizce bekliyordu. Güngör hariç hepsi yaylarını atıma hazır etmişti ama yukarıdan yağan oklar, saldırıya karşılık verebilmeleri bir yana dursun, başlarını oyuktan çıkarmalarına bile müsaade etmiyordu. Karnıma doğru çekmiş olduğum dizlerimin üstünde doğruluktan sonra, kalkanımın altında, çömelerek oyuğa doğru yürümeye başladım. Bir ara tüm umutlarımı yitirmiş olsam da yine de atların ve yol arkadaşlarımın cansız bedenlerinin aralarından ağır ağır geçerek, yara almadan oyuğa ulaşmayı başarabildim. O an kendimi bir nebze de olsa güvende hissederek rahat bir nefes aldım ve dönüp arkama, insana sanki ölü bedenlerden oluşan bir denizin kıyısındaymış gibi hissettiren o dehşet verici manzaraya baktım. Koşulmuş atları cansız bir şekilde yolun ortasında sere serpe uzanan arabanın altında Turan yayını germiş, az sonra gelecek tehlikeyi göğüslemeyi bekliyordu. Elimle ona yanımıza gelmesi için işaret ettim ama o bunu başını iki yana sallayarak reddetti. Onun bu hali, aklından pek de zekice olmayan planlar geçiriyormuş gibi bir izlenim verdi bana.

Yukarıdan yağan oklar azaldığı bir an Erdinç birden oyuktan bir adım dışarı çıktı ve yayıyla yukarı doğru art arda iki ok gönderdikten sonra hızla tekrar oyuğun içine atladı ve birkaç saniye sonra yukarıdan iki vahşi peş peşe düşüp az ötemizde yere çakıldı. Sonra Erdinç yayını tekrar gerdiği esnada Güngör eliyle omzunu tutarak onu durdurdu ve yayını kendisine vermesini söyledi. Erdinç nedenini sormadan yayını Güngör’ün yaralı ellerine uzattı, çünkü hepimiz gibi o da büyücülere sonuna kadar güvenilmesi gerektiğini çok iyi bildirdi. Güngör elini cübbesinin cebine sokup parlak, kısa bir çubuk çıkardı ve onu bir parça iple sıkıca sararak bir okun ucuna sabitledi. Güngör de tıpkı daha önce Erdinç’in yaptığı gibi oyuktan dışarı çıkarak oku yamaçlara fırlattı ve sakin adımlarla tekrar oyuğa dönerken “Başlarınızı koruyun!” dedi.

Güngör’ün bizden neden böyle bir şey istediğini çok geçmeden anladık, çünkü sadece birkaç saniye sonra yukarıda kopan bir gümbürtüyle yer yerinden oynadı. İnsanın elini ayağını bağlayan bu sarsıntıyla yukarıdan kopan devasa kayalar önümüzdeki yolu döverken, bizler bu zor anları başlarımıza ve omuzlarımıza isabet eden, en büyüğü bir yumruk boyutunu aşmayan taşlarla atlattık. Bir toz bulutu ortalığı kapladı ve barakların pis cesetleri dolu taneleri gibi patır patır yere yağdı.

“Sandık…” diyerek telaşla dışarı atılacak oldu bir süre sonra Şahset.

“Endişelenme,” dedi Güngör onu kolundan tutup durdururken, “kutsal sandığın ilahi koruyucuları ona zarar gelmesine asla müsaade etmez.”

Gerçekten de etrafı sarmış olan toz bulutu az sonra dağıldığında araba ve üstündeki sandık sapasağlam bir şekilde ortaya çıkmıştı. Arabanın altında durmadan öksürerek ciğerlerine hücum etmiş olan tozu çıkarmaya çalışan Turan’a eliyle işaret edip onu olduğumuz yere çağırdı Şahset.
Turan ise bir süre etrafa şaşkın şaşkın baktıktan sonra yanımıza koştu ve “Atlar…” dedi, “Atların hepsi telef oldu. Şimdi sandığı zirveye nasıl çıkaracağız?”

“Bunları kafana takma kardeşim, sen buraya kadar görevini yerine getirdin.” dedi Güngör, insanın yüreğine huzur serpen bir sesle.

Az sonra yukarıdan barakların savaş boruları yankılandığında ruhum yeni bir dehşetin kıskacında kıvranmaya başladı.

Kalbimi saran endişe yüzüme yansımış olacak ki “Korkma çömez,” dedi Erdinç kılıcını çekerken bana doğru dönerek, “en kötü ihtimalle kadim atalarımıza kavuşuruz.”

Duyduğum bu sözlerin beni pek rahatlattığını söyleyemezdim, çünkü zihnim o an yamaçlardan aşağı inen binlerce vahşinin hayaliyle meşguldü. Tam karşımdan yüzüme doğru hızla gelen mızrağı geç fark etmiştim ama neyse ki Erdinç bu tehlikeyi kılıcıyla ikiye bölerek etkisiz hale getirdi ve sonra da bu mızrağın sahibi olan vahşinin başını gövdesinden ayırdı. Şahset yukarıdan önümüze düşmüş bir kayanın arkasından aniden fırlayan iki kişiyi tek bir kılıç darbesiyle yere serdi ve sonra elindeki kemik hançerle kayadan üstüne atlayan bir adamın göğsünü ikiye yardı. Çaprazımdan savrularak gelen bir kemik balta yüzüme rüzgarını hissettirerek döne döne önümden geçti ve sonra tıpkı bir haşere gibi yukarılardan bir yerlerden düşerek aniden karşımda biten bir adamın boğazına kılıcımın ucunu geçirdim. Kime ait olduğunu anlayamadığım bir parça sıcak kan yüzüme çarptı ve savrulan kemik bir topuz hemen yanımdaki adamın kafasını bir yumurta gibi parçaladı. Bir ara ıslık çalarak uçan bir mızrağın diğer yanımdaki başka birinin ağzından girip ensesinden çıktığını gördüm. Başımı hedef alan bir baltadan sakınmak için kendimi yere attığımda kılıcımla bir vahşinin bacaklarını doğramayı başardım ve daha yerden doğrulmaya fırsat bulamadan başka bir vahşinin üzerime indirdiği baltayı kılıcımla havada karşıladım. Vahşi tüm gücünü vererek baltasıyla kılıcıma abanırken kasıklarına bir tekme attım ve hemen ardından onu ayaklarımla az ilerideki sivri yapraklı bitkilerin içine fırlattım. Katil bitkiler kucaklarına düşen bu yemi iştahla kaptılar ve insan etine bıçak gibi saplanan yapraklar besinlerini vakit kaybetmeden sindirmeye başladılar. Barakların bizi iyice köşeye sıkıştırıp bize birer birer kayıplar verdirmeye başladığı esnada Güngör cübbesinin cebinden küçük bir top çıkarıp yerden düşmanların içine doğru yuvarladı ve az sonra karşımızda hızla büyüyen bir alev küresi vahşileri paramparça edip vücut parçalarını dört bir yana savurdu, fakat vahşiler açılan bu kanlı alanı doldurmakta gecikmedi.

Şimdi öncekinden çok daha öfkeli ve hırslı bir kalabalıkla daha şiddetli bir çarpışmaya girmiştik ki yarı saydam, dikenli dev bir uzantı bir anda yukarıdan inip önümüzdeki kalabalığı süpürdü. Yerde hızla sürünüp kıvrılan kollar, siyah karın henüz örtemediği toprağı ve kocaman taşları havalandırarak vahşileri yakalayıp böcek gibi eziyordu. Sağa sola kaçışan her kalabalık grup çok geçmeden bir başka kol tarafından kıskıvrak yakalanıp kendi kendini sıvazlayıp düğüm düğüm olan dikenli uzantıların arasında parçalanıp saniyeler sonra bir sakatat yığınına dönüşüyordu. Çığlıkları bastıran bir kükreme sesi duyulduktan sonra bir şeytanın ağzının, bu cesetleri yolun zeminiyle birlikte sıyırıp yuttuğunu gördüm. Şeytanın çırpınan dev kanatları önümüzden ağır ağır geçip giderken bir uzantı tozu toprağı birbirine katarak yerde sürüne sürüne bize yaklaştı ve içinde bulunduğumuz oyuğun önünü detaylı bir şekilde inceledikten sonra çekilip görüş açımızdan kayboldu. Belli ki atmosfer katmanlarında dolanıp duran bir şeytan, Güngör’ün kullandığı büyüyü görüp aşağıya inmişti ve doğasına uygun katliamı gerçekleştirdikten sonra bulutların arasına geri dönmüştü. O oyukta kılımızı kıpırdatmadan beklediğimiz süre bana asırlar gibi geldi ve sonra vahşilerin boru sesleri tekrar duyulunca “Gelin, dışarı çıkıyoruz.” dedi Güngör, cübbesinin cebinden çıkardığı büyü toplarını elinde tutarak.

Bunu duyunca Erdinç ve Şahset bir süre birbirlerine baktılar ve sonra da önden ilerleyen Güngör’ü takip ettiler. Bu sırada sağdan soldan çıkıp toplanan önümüzdeki kalabalığın ortasında bir koridor açılarak, bize doğru yaklaşmakta olan bir adama yol veriyordu. Bıçın kürklerinden yapılmış yarım daire şeklindeki başlığı, teni türlü türlü işlemelerle oyulmuş esmer yüzü ve her iki yana doğru delinmiş olan burnuna geçirilmiş kemiğiyle bize yaklaşmakta olan bu adamın kabilenin şefi olduğuna hiç şüphe yoktu. Baygın gözleri, yamulmuş korkunç gülümsemeleri ve çarpık mimikleri üstünde barındıran dikili parçalarından dolayı daha ilk bakışta insan derisinden imal edilmiş olduğu anlaşılan bir pelerin vardı üzerinde. Çevresindeki kalabalık mızraklarını bize doğrultmuş vaziyette, gelecek emri bekliyordu.

Güngör, içimizde barak dilini konuşabilen tek kişi olan Şahset’i yanına çekerek “Onlara teslim olacağımızı söyle.” dedi.

Şahset gerçekleşebilecek senaryoları kafasında ölçüp biçiyormuş gibi gözlerini kısıp düşünmeye başladı, fakat Erdinç duruma müdahale etmekte gecikmedi ve Güngör’ün idam edilerek cezalandırılması gereken bir hain olduğunu haykırdı. Erdinç’in bu şekilde bağırıp çağırması barakların mızraklarının birçoğunun tehditkar bir şekilde onun gırtlağına dayanmasına neden oldu, fakat Erdinç mızraklardan boynunu hareket ettiremeyecek duruma geldiğinde bile bağırarak Güngör’e lanetler yağdırmaya devam etti. Şahset isteksiz görünüyor olsa da barakların iğrenç dilinde bir şeyler söyledi ve bu sözler barakların şefinin pis yüzünde şeytani bir sırıtışın belirmesine neden oldu. Şeflerinden aldıkları bir emirle vahşiler etrafımızdaki çemberi daraltıp bize yaklaşırken “Kadim atalarımıza ihanet ediyorsun Şahset, ruhun diğer tarafta sonsuza kadar ızdırap çekecek.” dedi Erdinç ve sonra da boğazına dayanmış olan mızrak uçlarının tenini yırtıp kanatmasına neden olsa da Güngör’e doğru dönerek “Seni aşağılık ucube, bulduğum ilk fırsatta seni kendi ellerimle parçalayıp kokuşmuş etlerini bıçınlara yedireceğim!” diye bağırdı.

“Endişelenme kardeşim, ilahi güçler bizimle birlikte.” diye ona karşılık verdi Güngör, baraklar boyunlarımıza kuru kafalardan yapılmış kolyeler geçirirken.

Yazar – GENESİS

Hikayenin Bölümleri

Hikayenin 1. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 2. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 3. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 4. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 5. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 6. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

 

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

6 Yorum

  1. Selam.Ben Gül Turkmenistanliyim hikayelerinizi cok severek okuyorum korku hikayelerinize bayilyorum yasim 16 ama 18 uzeriyi okuyorum hayal gucunuz cok guzel.Başarilar dilerim cok iyi bir yazarsiniz.Bu hikayede basarili olmuş elinize kaleminize saglik.

    1. Yazmak için gerekli kısıtlı zamanımı telif hakkı ihlalleriyle uğraşmakla harcadım ne yazık ki. Ben bu hikayeleri yazarken konularının özgün olmalarına büyük özen gösterirken, kendilerine yazar diyen birçok kişinin bu hikayeleri olduğu gibi kopyalayıp farklı sitelerde, hikayelerin kendilerine ait olduğunu iddia ederek yayımlamaları bence ülkemizdeki yazarlığın gelişimi açısından trajik bir durum.
      Yeni bölümü yarına hazır ederim muhtemelen. Keşke daha fazla zamanım olsaydı da aklımdakilerin hepsini kağıtlara dökebilseydim. Görüşmek üzere, kendine iyi bak.

  2. Bu hikayeyi ve önceki okuduğum hikayelerini neden bu kadar sevdiğimi düşündüm ve bunun için bir çok sebep olduğunu anladım ama bunlardan en önemlisi her hikayenin çok iyi kurgulanmış ve yeterli sayıda başarılı ana karakterlerinin olması ki zaten bu karakterlerin güçlü bi kalemin elinden çıkmış olduğu zihnimizde bıraktığı tabiri caizse “damak tadından” anlaşılıyor. Bu hikayeyle fantastik dünyayı sevmeyenlerin bile tutkunu olabileceği çok keyifli bi hikaye ile okuyucuların önüne çıkmışsın hikayenin  bu yönüyle de ayrıca  seni tebrik ederim .  İnsan okurken bu dünyaya girmiş , bu dünyada yaşamış gibi hissediyor gerçekten muhteşem bir duygu . Hayal gücüne hayranım . Kalemine , yüreğine sağlık , başarılar dilerim .

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu