Burhan Perkgöz

Burhan Perkgöz’den Başarılı Bir Hikaye Daha “FİYASKO YILLARIM” 

Burhan Perkgöz’den Başarılı Bir Hikaye Daha “FİYASKO YILLARIM”

80 li yıllarda Askerlerle ilgili bir tek kelime bile yazmak mümkün değildi. Bu derece kapalı, milletini küçük gören dönemin ordusunun kurtuluş savaşını nasıl verdiğini o yaşlarda anlamakta hep güçlük çekmişimdir. Askerlerin halktan kopuk yaşamları; onların devleti yönetme girişimlerini (Mustafa Kemal’i hariç tutarsak) tam bir fiyasko ile sonuçlandırmıştır. En azından Türkiye için realite budur. İşte böyle bir zamanda ihtilalin yeni yapıldığı 1981 yılının sonbaharında ortaokula başladım. Bu yılların hafızamdan silinmiş olduğunu düşünürken biraz zorlayınca, yazsam sayfalar dolusu belki de sıkıcı bir romana dönüşeceğinin farkındayım.

Siyasi çalkantıların böldüğü ve acılar yaşattığı bir dönemin askerin yönetime el koyması ile sonlandırılmasının üzerinden bir yıl geçmişti. Duyulduğu zaman birçok kişinin boğazının düğümlenmesine neden olan 12 Eylül 1980 Askeri ihtilali. Kimilerine göre bir taraftan dönemin gençliğini alıp götüren, bir taraftan da düşünemeyen bir toplumun yaratılmasına neden olan bir ‘postallı’ müdahalesiydi. Kimilerine göre ise mermi kovanları içinde misket oynayan çocukların kurtuluşuydu. 12 Eylül öncesini, o dönemin 8-10 yaşlarındaki çocuklarından dinlediğimiz zaman, belki durumu çok daha iyi anlayabiliriz. Yaşadıkları korkunun zamanla kaybolup, okul bahçesinde ağabeylerin-ablaların birbirlerine silah çekişini ve vurulma görüntülerini normal karşılamaya başladıkları bir dönemdi. Her ne kadar bulunduğum ortamda çok cılız hadiseler olsa da olup bitenleri televizyonlardan izleyebiliyordum. İzlerken; “büyüdüğümüzde biz de onlar gibi ölecek veya öldüreceğiz!” gibi düşündüğüm zamanlar bile olmuştu.

Bu çalkantılı yıllarda yaşadığımız Keban’daki site, oldukça sakin bir yerdi. Benim şahit olduğum sadece bir tek olay vardı. Şu an adını hatırlayamadığım, sitede oturan, Alevi ve muhtemelen solcu bir genç, sağcı gençlerin şiddetine acımasızca uğramış, bıçaklar çekilmiş ve o genç kanlar içinde gözümün önünde yerlere yığılmıştı. Hayatımda ilk defa böyle bir şiddete şahit olmuş ve korkmuş bir şekilde eve kaçıp gizlendim. O gence akabinde ne olduğunu bilmiyorum ama saldırganların olaydan sonra ellerini kollarını sallaya sallaya gezdiklerine dair şahitlik edebilirim. Kim bilebilir belki de onlardan bazıları bu satırları okuyorda olabilirler. Alevilik Türkiye’nin birçok bölgesine yayılmış, ancak yoğunluklu nüfus; Sivas, Tunceli, Erzincan, Elazığ ve Malatya bölgesinde Kürt, Türk ve Zaza olarak, güneyde Hatay, Mersin arasında ise ağrılıkla Arap’lardan müteşekkildir. Öğretilerini Peygamberin soyundan gelen 6. İmam Cafer-i Sadığın buyruklarına dayandıran Aleviler katıksız bir Hz. Ali ve Ehlibeyt sevgisi ve dolaysıyla Peygamber sevgisine sahiptir. İslam dininin temelini oluşturan Peygamberlik ve İlah inancının Aleviler ile Sünnilerde temelde aynı olduğunu anlamam biraz zaman almış olsa da diğer farklılıkların Ortodoks, Katolik ya da Protestanların arasındaki anlayış farkından daha az olması beni oldukça şaşırmıştı. Kendilerini siyasi anlamda solda ifade ediyor olmalarını tutucu bir ailenin ferdi olarak o yaşlarda bir türlü anlayamıyordum. Sonradan öğrendiklerim eğer beni yanıltmıyorsa, Osmanlı’da dahil olmak üzere Cumhuriyet Türkiye’sinde çektikleri acıların dinci-mezhepçi siyasetten kaynaklandığını düşünmüş ve laikliği temel ilke edinen sol akımların koruması altına girmeyi tercih etmişlerdi. Bu nedenle çatışmalar sağ ve sol arasında gerçekleşirken tehlikeli bir şekilde mezhep çatışmalarına doğru evirilmiş ve bu ülke insanlarının asla hak etmediği acı hatıralar yaşanmıştı. İki toplum arasında öylesine anlamsız bir ayrışma yaşanıyordu ki gayet insani ve ulvi sayılan aşk; Alevi ile Sünni bir genç arasında yaşanıyor ise asla evliliğe dönüşemeyecek, tehlikeli, belkide yaşamlarına mal olabilecek bir maceradan öteye geçemezdi. Belki de hayatının ilk aşkını bu sebeple yüreğine gömüp nice acılar yaşamış insanların hikayelerini Leyla ile Mecnun, Aslı ile Kerem formatında olmasa bile etkileyici bir tarzda dinleyebilirdiniz. Aslında Anadolu topraklarında bu kadar tutucu bir ayrışma tarih boyunca Hristiyanlarla Müslümanlar arasında bile yaşanmamıştı.

Komşuları sadece ben ve benim yaşıma yakın kızlardan oluşan bir mahalle delikanlısı olmak bir çok erkek açısından şans gibi görülebilir. Erkek ve kız ilişkileri çocukta olsa bizim zamanımızda ve Keban gibi küçük bir ilçede kurt ile kuzu ilişkisi kadar tehlikeli kabul edilirdi. Dedikodusu bile ergen veya yetişkin gençleri intihara sürükleyecek bir mahalle baskısı oluşturabilir, hayatı zehir edebilirdi. Ancak bu yönden komşularımızın medeni ve olgun tutumları beni oldukça şanslı kılıyordu. Çevremde durum biraz ortalamanın üzerinde olmasına rağmen yinede mesafeyi korumak önemli kabul edilirdi. Bu kadar kız çocuğunun içinde büyüyor olmanın benim açımdan belki de tek kazancı küçük yaşlardan itibaren küfürlü bir dil kullanmamak olabilir, zira kızlar erkek çocukları gibi küfürlü konuşmazlar. Yinede mahalde erkek çocukların olmaması belki beni kısmen yalnızlaştırmış olsa da antisosyal bir fert olmama asla sebep olmamıştı.

Dünyadaki kavganın asıl sebebi bölüşümdeki adaletsizliktir. Eğer eşit bölüşümün üzerine birde sınıfsal anlamda bir eşitlik de varsa insanoğlu altın bir çağ yaşayabilir. Yaşadığım site biraz bu tanıma özenircesine bugün bile birlikte yaşamanın kodlarının çözümlenmesi açısından bence sosyologlara önemli veriler sunabilir. Site, ülkenin her tarafından gelmiş yüzlerce aile ve bu ailelerin çocuklarının uyum içinde yaşadığı, ufak tefek sürtüşmelerin dışında kavgaların olmadığı, siyasi çeşitliliğe rağmen çatışmaların yaşanmadığı bir yer olması açısından tam bir fenomendi. Sanki sosyal sınıfların çekişmelerinden ari ve proleter yönetimin hakim olduğu bir ortamın, komünal toplumu doğrularcasına test edildiği bir film seti gibiydi. Hatta aynı tip evlerde oturan, aynı marketten ve fırından alışveriş yapan, aynı parklarda piknik yapan, aynı araçlarla seyahat eden, çocukları aynı okullara giden, aynı camide aynı saflarda aynı günlerde namaz kılan beyaz ve mavi yakalı emekçilerin oturduğu bu site; muhtemelen Marx, Engels ve hatta Politzer için teorilerini ispatlayan sosyal bir laboratuvar olarak bile kabul edilebilirdi. Bundan ikibin yıl önce benzeri bir pratik Hz. İsa’nın da içlerinde büyüdüğü Yahudilerin üç büyük mezhebinden biri olan Essenilerin sosyal yaşamının şekillendirdiği Celile’nin (Galile) kurak çöllerinde de hayat bulmuştu. Kölelik ve cariyeliğin kabul edilmediği, özel mülkiyetin olmadığı, hep beraber ve aynı ortamda günde üç defa ibadetin yapıldığı, beraber ekilip diklen topraklar ile kusursuz bir kooperatifçiliğin tesis edildiği o tarihlerde; köktenci Ferisilerin estirdiği terör ve anarşiden ya da Saddukiler’in burjuva ve aristokratik din yorumlarıya köle oldukları Romanın; aşağılayıcı siyasal zorbalıklarından uzak, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürüyorlardı. Esseniler daha sonra Lut gölü ruloları denilen parşömenlerin yazarları olarak zaman içinde Hristiyanlaşarak tarih sahnesinden sessiz sedasız silindiler.

Oturduğumuz evler genellikle müstakil tek katlı prefabrik evlerden oluşuyorken, bazı evler iki katlı ve dubleks tipteydi. İyi kötü herkesin kapısının önünde kiminin meyve, kiminin sebze, kiminin de gül ve çiçeklerden oluşan; ekip diktiği bir bahçesi vardı. Fransızlar ve Almanlar tarafından her ne kadar aceleye yapılmış prefabrik evlerden oluşsada ortalamanın üzerinde bir kaliteye sahipti. Evlerin Isıtma sistemleri mazotla çalışan kaloriferin ısıttığı sıcak hava üflemeli bir sistemdi. Bu nedenle evlere ısınmak için ücretsiz mazot dağıtılırdı. Şimdi olsa herhalde dağıtılan mazotu millet stoklayıp sonra ya araçlarında kullanır ya da pompa istasyonlarına satardı. O yıllarda yakıt sıkıntısı baş gösterince daha doğrusu petrol fiyatlarındaki ciddi artıştan dolayı evler sobalı evlere dönüştürüldü. İşte tam da bu zamanlardan itibaren 6 yıl boyunca muzdarip olduğum eklem romatizmasına yakalandım. Daha sonra mucizevi bir şeklide lisenin son sınıfındayken arıların sokmasıyla bu beladan kurtulabildim. Bunun eğlenceli hikayesini daha sonra çok etraflı bir şekilde anlatacağım.

1980 de Türkiye’de asker yönetime el koymuş, İran’da da İslam inkılabı olmuştu. İslamcılık o günlerde hızlı bir sıçrama yapmış heryerde Milet’in, Atina’nın Sofistleri gibi İslam şeriatına dair vaazlar veren onlarca genel ve lokal hoca çıkıvermişti. Siyasal İslam düşüncesi bu yıllarda belki de Komünizm tehlikesine karşı bilinçli olarak toplum içinde aleni bir şekilde tartışılmaya başlandı ve hatta bu yıllarda muhtemelen temelleri atıldı. Sıkı bir rahmetli Erbakan fanatiği olan Rahmetli Benzinci Hocanın dar ve kimi zaman sigara dumanı tüten minik dergahı da bu tarz tartışmaların odağındaydı. Hatta bu dergahtan ben de dahil birçok siteden birçok kişi geçmiştir. Sürekli müdavimi olan abim ve abimin sonradan Halk müziği sanatçısı olan arkadaşı Mehmet İslamcı düşüncelerden çok etkilenmiş olmalılar ki Afganistan’da ‘’kafir komünistlerle’’-ki aslında birçoğu Özbek, Kırgız, Azeri, Tatar veya Kazak gibi Müslüman halklardan olup zorla savaştırılan askerle savaşmak için tamda Aziz Nesinlik bir hikaye kıvamında 15 yaşlarında evden kaçtılar. Geri dönmeye döndüler ama hikayenin bundan sonrası bu ikili için oldukça trajikomik ve bu sayfalara sığmayacak kadar uzun.

Babam bu yaşananların etkisiyle Keban ortamının okumaya elverişli olmadığını düşünmüş olmalı ki beni Keban yerine Elazığ’da Mezre Orta okuluna yazdırdı. Babam ilkokulu dışarıdan bitirmiş ve okuyan kişilere karşı Olimpialıların Promateus’a duydukları saygı gibi bir saygı duyardı. Gücün bilgiden geldiğine inanan namuslu ve şerefli biriydi. Çok sert bir mizaca sahip olması hayatta bazı konularda ona yanlış yaptırsa da, onüç yaşından beri çok zor şartlarda çalışarak ekmeğini kazanmış biri için durumunu anlaşılabilir kılıyordu. İşte bu mizacın benim üzerimdeki yaptırımıyla itiraz etmeden bu okula gitmeyi istemeyerek de olsa kabullenmek zorunda kaldım.
Devam edecek…

Burhan Perkgöz  (Fiyasko Yıllarım (küçük bir kesit))

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu