Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi Hayaletin Laneti 18. Bölüm

Tepedeki Kâbus

Korku Hikayesi Hayaletin Laneti 18. Bölüm “Tepedeki Kâbus”

Yaptığım işten dolayı çok kâbus görmüştüm ama bu, kesinlikle en kötü kâbuslardan biriydi. Kaybolmuştum ve evimin yolunu bulmaya çalışıyordum. Bunu kolaylıkla başarabilmeliydim, çünkü dolunay her şeyi aydınlatıyordu; ama ne zaman bir köşeyi dönüp tanıdık bir yere geldiğimi düşünsem, çok geçmeden yanıldığımı fark ediyordum. En sonunda Cellat Tepesi’ne varıp aşağıdaki çiftliğimizi gördüm.

Tepeden aşağı inerken kendimi çok huzursuz hissetmeye başladım. Gece olmasına rağmen her şey fazlasıyla durgun ve sessizdi, aşağıda hareket eden hiçbir şey yoktu. Çitler oldukça kötü durumdaydı ki babamla Jack, bu kadarına asla izin vermezdi. Ahırın kapısı da menteşelerinden çıkmıştı.

Ev terk edilmiş gibiydi: bazı pencereler kırıktı, çatıdan kiremitler uçmuştu. Arka kapıyı açmakta zorlandım ve her zamanki gibi aniden açıldığında sanki yıllardır kullanılmamış gibi görünen bir mutfakla karşılaştım. Her yer toz içindeydi, tavandan örümcek ağları sarkıyordu. Annemin sallanan sandalyesi odanın tam ortasındaydı ve üzerinde katlanmış bir kâğıt duruyordu. Kâğıdı alıp ay ışığında okuyabilmek için dışarı çıktım.

BABANIN, JACK’İN VE ELLIE’NİN MEZARLARI CELLAT TEPESİ’NDE… ANNENİ AHIRDA BULABİLİRSİN.

Kalbim patlayacakmış gibi çarparken bahçeye koştum. Ahırın hemen önünde durup dikkatlice dinledim. Her şey sessizdi. En ufak bir rüzgâr dahi esmiyordu. Endişeli bir şekilde karanlığa adım atarken beni neyin beklediğini kestiremiyordum. Orada bir mezar mı olacaktı? Annemin mezarı?

Tavanda bir delik vardı ve içeri sızan ay ışığında annemin başını görebiliyordum. Bana doğru bakıyordu. Vücudunun geri kalan kısmı karanlıktaydı, ama yüzünün duruşundan yere eğilmiş gibi görünüyordu.

Neden böyle bir şey yapmıştı ki? Ve neden bu kadar mutsuz görünüyordu? Beni gördüğüne sevinmemiş miydi?

Bir anda annem acı içinde bağırdı: “Bana bakma Tom! Bana bakma! Hemen arkanı dön!” Büyük bir eziyet çekiyor gibiydi.

Başımı çevirir çevirmez annem yerden kalktı ve göz ucuyla gördüklerim dizlerimin bağının çözülmesine yetti. Annemin boynundan aşağısı farklıydı. Uçarak ahırın çatısını delip çıkarken kanatlar, pullar ve ışıldayan keskin pençeler gördüm. Yere düşen tahta parçalarıyla kıymıklardan sakınarak yukarı bakınca dolunayın ışığında, ahırın yıkık çatısından uçarak uzaklaşan annemin siyah silüetini gördüm.

“Hayır! Hayır!” diye bağırdım. “Bu gerçek değil, bunlar gerçek olamaz!”

Haykırışlarıma zihnimin içindeki bir ses yanıt verdi. Bu, Zehir’in hırıltısıydı.

‘Ay her şeydeki gerçekliği gösterir evlat. Bunu sen de biliyorsun. Gördüklerin gerçek ya da gerçekleşecek olanlar. Gereken tek şey zaman.’

Birisi omzumu sarsmaya başladı ve buz gibi terlemiş vaziyette uyandım. Hayalet üzerime doğru eğilmişti.

“Uyan evlat! Uyan!” diye bağırıyordu. “Bu sadece bir kâbus. Zehir aklına girip bizi güçsüz düşürmeye çalışıyor.”

Başımı salladım, ama Hayalet’e rüyamda neler olduğunu anlatmadım. Hakkında konuşamayacağım kadar acı vericiydi. Gökyüzüne baktım. Hâlâ yağmur yağıyor olsa da bulutlar dağılmıştı ve birkaç yıldız görülebiliyordu. Henüz karanlıktı, ama şafak sökmesine az bir zaman kalmıştı.

“Bütün gece uyuduk mu?”

“Uyumuşuz,” diye yanıtladı Hayalet, “ama ben böyle planlamamıştım.” Sırtı tutulmuş olmalıydı; güçlükle ayağa kalktı. “Hâlâ devam edebiliyorken ilerlememiz lazım,” dedi endişeli bir şekilde. “Onları duymuyor musun?”

Dinledim ve en sonunda, rüzgârla yağmurun sesine rağmen uzaktan gelen köpek havlamalarını duyabildim.

“Evet, fazla uzakta değiller,” dedi Hayalet. “Tek ümidimiz izimizi kaybettirmek. Bunu yapabilmek için suya ihtiyacımız var, ama içinde yürüyebileceğimiz kadar sığ olmalı. Tabi er ya da geç yeniden kuru toprağa çıkmamız gerekecek. İzimizi yeniden bulabilmeleri için köpekleri kıyı boyunca aşağı yukarı dolaştırmaları gerekecek. Ve yakında bir başka dere varsa işimiz çok daha kolay olur.”

Bir başka duvarın üzerinden atlayıp dik bayırdan aşağı inmeye başladık. Kaygan otların üzerinde cesaret edebildiğimiz kadar hızlı ilerlemeye çabalıyorduk. Hemen aşağımızda, solgun bir silüeti andıran bir çoban kulübesi vardı. Kulübenin yanındaysa durmak bilmeyen rüzgârların kulübeye doğru eğdiği, çıplak dalları saçakları yakalamaya çalışan pençelere benzeyen yaşlı bir erik ağacı vardı. Bir süre daha kulübeye doğru yürümeye devam ettikten sonra aniden durduk.

Önümüzde, sol tarafta kalan ahşap bir ağıl vardı. Ve içinde, yirmi kadar koyundan oluşan ufak bir sürü olduğunu görmemize yetecek kadar ışık vardı. Ve hepsi de ölüydü.

“Bu hiç hoşuma gitmedi evlat.”

Gördüklerimden ben de hiç hoşlanmamıştım. Ama sonra Hayalet’in ölü koyunları kastetmediğini anladım. Ağılın arkasındaki kulübeye bakıyordu.

“Herhalde çok geç kaldık,” derken fısıldıyor gibiydi. “Ama yine de içeri girip bakmak görevimiz…”

Asasını sıkıca kavrayarak kulübeye doğru yürümeye başladı. Ağılın yanından geçerken en yakındaki ölü koyunlardan birine baktım. Beyaz yünden postu kan içinde kalmıştı. Eğer bu Zehir’in işiyse, oldukça iyi beslenmişti. Daha ne kadar güçlenmişti?

Ön kapı ardına kadar açıktı ve beklemeden içeri daldık. Hayalet öndeydi, kapıdan içeri bir adım atmıştı ki durup nefesini tuttu. Soluna bakıyordu. Odada bir mum yanıyordu ve mumun titrek ışığında, ilk bakışta çobanın gölgesi olduğunu sandığım bir gölge gördüm. Ama bir gölge için fazla katı görünüyordu. Sırtını duvara vermiş, asasının sapını tehditkâr bir şekilde başının üstüne kaldırmıştı. Neye baktığımı anlamam uzun bir zaman aldı, ama bir şey dizlerimi titretip yüreğimin ağzıma gelecek kadar şiddetli çarpmasına neden olmuştu.

Yüzünde hiddetle dehşet arası bir ifade vardı. Dişleri görünüyordu, bazıları kırılmıştı ve ağzı kanla kaplıydı. Dik duruyordu, fakat ayakta değildi. Preslenmişti. Arka duvara preslenmişti. Taşlara yapışmıştı.

Hayalet odanın içine doğru bir adım daha attı. Ve sonra bir adım daha attı. İçerideki dehşeti görene dek hemen arkasından ilerledim. Köşede bir bebek karyolası vardı ama o da duvarda parçalanmıştı. Parçaların arasında battaniyeler ve kanla kaplı ufak bir çarşaf vardı. Çocuktan hiç iz yoktu. Ustam çarşaflara yaklaşıp dikkatlice kaldırdı. Gördükleri onu çok rahatsız etmişti ve çarşafları bırakmadan önce bakmamam için bana eliyle işaret etti.

O esnada bebeğin annesini gördüm. Yerde bir kadın cesedi vardı, kısmen sallanan sandalyenin arkasında kalmıştı. İyi ki yüzünü göremiyordum. Sağ elinde bir dikiş iğnesi vardı ve şöminedeki korların yakınına yuvarlanmış bir top yün yavaşça grileşiyordu.

Mutfak kapısı açıktı ve bir an için büyük bir korku duydum. Orada bir şey olduğunu hissediyordum. Bu düşünce aklımdan geçer geçmez oda sıcaklığı düştü. Zehir hâlâ buradaydı. Bunu tüm vücudumla hissedebiliyordum. Dehşete kapılıp neredeyse kulübeden dışarı kaçacaktım, ama Hayalet olduğu yerde duruyordu ve o dururken ben nasıl kaçabilirdim ki?

Tam bu sırada mum aniden sönerek bizi karanlığa gömdü. Sanki görünmez parmaklarca söndürülmüştü. Mutfak kapısının eşiğindeki karanlığın içinde tok bir ses duyuldu. Havada yankılanıp döşemeleri titreten bir sesti bu, öyle ki ayaklarımda dahi hissedebiliyordum.

“Merhaba, Yaşlı Kemik. En sonunda yine karşılaştık. Seni arıyordum. Yakınlarda bir yerde olduğunu biliyordum.”

“Evet ve işte beni buldun,” dedi Hayalet, yorgun bir şekilde asasını döşemeye koyup üzerine dayanarak.

“Hep işlere burnunu sokan biriydin değil mi Yaşlı Kemik? Ama artık fazla ileri gittin. Önce gözünün önünde oğlanı öldüreceğim. Sonra sıra sana gelecek.”

Görünmez bir el beni kaldırıp duvara öyle hızlı fırlattı ki nefesim kesildi. Sonra baskıyı hissetmeye başladım, öyle kuvvetli bir baskıydı ki bu, göğüs kafesim parçalanacakmış gibi hissediyordum. En kötüsü de alnımdaki korkunç ağırlıktı ve çobanın dümdüz edilip duvara yapışan yüzünü anımsadım. Dehşete kapılmıştım, hareket edemiyor, hatta nefes dahi alamıyordum. Gözlerim karardı ve gördüğüm en son şey, Hayalet’in asasını kaldırıp mutfak kapısına doğru koşması oldu.

1 2Sonraki sayfa

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu