Hikaye Oku: “Cüneyt”
Sabah kalktım elimi yüzümü yıkadım. Canım kahvaltı yapmak istemiyordu. Kedimi ormanın içine attım. Yalnız kalmak, kafamı dinlemek, Mehmet’i unutmak istiyordum. Bunun için psikoloğa giderken arabama binmemiş, orman yolunu seçmiştim. Biraz yürüyüp kafamı dağıtmak istiyordum. Bir saatten fazla yürümüş, yorulmuştum, bir ağacın gölgesine oturdum.
Midemde şimşekler çakıyor, düşünce trenlerim bir yerlerde sabotaja uğruyor. Beynimin karlı dağlarında bir kar topu hızla çığ olarak ilerliyor.. Tansiyonum yükseliyordu. Birileri gelse ölesiye dövse beni, hafızamı yitirsem ve geçmişimi merak etmeden yaşayıp gitsem diye düşünüyordum.
Kalktım biraz daha yürüdüm, ileride bir kır kahvesi vardı. Kahvaltı yapmamıştım, bir şeyler atıştırırım diye düşünüyordum. Bir çay içtim. Bir şeyler yemem gerekiyordu, açtım. Ama ne mümkün boğazımdan birşey geçmiyordu. Bambaşka biri olmuş çıkmıştım. Uyku uyuyamıyor, yemek yiyemiyor, nefes aldırmayan bir illette tutulmuştum. Ne gülüşüm eski gülüş, ne bakışım eski bakıştı. Durup dururken kaburgalarım ağrıyor, diyaframım daralıyor, nefes almakta zorlanıyordum; rezalet bir olaydı mide spazmı, baş ağrısı, diş ağrısı, regl ağrısı falan gibi resmen hissedilen bir “sancı” olmasına rağmen, ne saçmadır ki hiçbir ağrı kesici, etki etmiyordu.
Hiç bir şey düşünmek istemiyordum, ama ne mümkün. Mehmet aklıma geliyor, gözlerimin dolması bir yana, birde bakıyorum hüngür hüngür ağlamaktayım.. Yaşadığım güzel günleri düşünüyor, aptalca gülümsüyor, sonra bana yaptıklarını hatırlıyordum.. Artık yaşamamız mümkün olmayan tüm güzel şeyleri, tekrar tekrar hatırlıyor, içim burkuluyor ve yine ağlamaya başlıyordum.
Yaşadığım acıları kimse bilmiyor, hislerimi içime bastırıyor, sesim duyulmasın diye yorganı yüzüme çekiyor, gizli gizli odamda ağlıyordum. Ah nefessiz kalıpta ölsem keşke şu an, dediğim anlar oluyordu. Mehmet’in yokluğuna değil, oynanıp hiçe sayılan gururuma üzülüyordum. Tarifi mümkün olamayan acılar çekiyordum. Çektiğim acıları kelimelerle anlatmak nerdeyse imkansızdı, ama gerçekti, vardı yani. Canım sahiden feci acıyor, içim ciddi ciddi yanıyordu. Sanki fiziksel bir acı gibiydi önceleri. İştahsızlık yapıyordu genelde. Yemek, içmek, gezmek, tozmak hiçbir şey gelmiyordu içimden. Mecburen yapıyordum her şeyi, mecburen yaşıyordum. Boğazımda koca bir düğüm… sonra… yavaş yavaş… alışıyor bünye. Ama o kalpteki sızının geçmesi çok zaman alıyordu. Bir şarkıyla, bir renkle, bir kokuyla, mevsimin değişmesiyle, minik bir yavru kediyle, herhangi bir kelimenin değişik bir tonlamasıyla yeniden yeniden sızlıyor… Sızlıyor… Sonunda mecburen geçiyordu. Ama çoğunlukla delip de geçiyordu.
Çok geçmeden kendimi psikoloğun ofisinde buldum. Terapiye gelenler içinde adının sonradan Cüneyt olduğunu öğrendiğim, benim gibi kalbi yaralı olduğu her halinden belli olan bir arkadaş da vardı. Şaşırmıştım. Halbuki benim seansım başlamak üzereydi. Bu burada iki saat bekleyecek miydi? “Nasılsın? Erken gelmişsin?” dedim. “Unuttun mu? Bugün grup terapisi var” dedi. Sonra diğer tanıdık yüzler de gelmeye başlamıştı.
Yuvarlar düzende oturuyor, sırası gelen kendi hikayesini, çektiği acıları anlatıyor. Sonunda çekilen acıların nedeni, bu acıları hafifletebilecek çözüm önerilerini araştırıyorduk. İyi de geliyordu. Kimselere anlatamadığımız, en derinde sakladığımız hikayelerimizi anlattıkça biraz da olsa rahatlıyorduk.
O gün sıra Nimet’teydi. Nimet hikayesini anlatırken fark ettim. Cüneyt tam da karşıma düşmüştü. Yine pencereden dışarıya bakmaya başlamış, sonra da dalıp gitmişti. Bir süre kendine gelememişti. Bir değil iki değil hemen hemen hep böyleydi. Esprili, düşünceli, genç bir delikanlıydı. Birkaç oturumdan beri toplu terapilere o da katılıyordu. Hoş sohbet biriydi. Kimseyi kırmayan kibar bir insandı, ama ilginç bir huyu vardı. Sohbet esnasında dalıp gidiyordu. Kalbinin sıkıştığını hissediyordum, biraz sendeliyor, sonra “kusura bakmayın lütfen” diyerek kaçar gibi toplantıyı terkedip gidiyordu. Merak etmeye başlamıştım, “acaba bir hastalığı mı vardı?”
Bir kaç hafta sonra sıra Cüneyt’e gelmişti. Nereden başlayacağını bilemiyor gibi bir hali vardı ya da anlatmak istiyordu da sözcükler boğazına takılıyor çıkmıyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuş, eli ayağı titriyordu, belli ki huzursuzdu:
“Bir şerit var kafamda, bazen o şeridi geçecek gibi oluyorum. Aramalıyım, görmeliyim, bişey yapmalıyım diye düşünüyor; koş bişey yap diyorum kendime, o sıra beynimdeki hücreler kızarıyor sanırım. Yanma hissediyorum kafamda. Ara diyenlerle, gerizekalı otur oturduğun yerde diyenler başlıyor çatışmaya, işte o zaman kendimden geçiyor, ne yaptığımı bilemiyorum.
Gerçekten çok büyük acılar içinde bunalıyorum. Göğsümde müthiş bir baskı var, sanki nefes almada güçlük çekiyorum. Gidiyorum, yatıyorum uyuyorum, banyoya giriyorum, dişlerimi fırçalıyorum ama lanet olası şey kendini her yerde her ortamda defalarca kez hatırlatıyor.
Zamanında birbirimizi çok sevmiştik, hayatımın merkezine onu koymuştum, tüm tercihlerimi, geleceğe dair neredeyse tüm planlarımı ona göre yapmıştım. Şimdi o yok, her yerde onu arıyor, çok acı çekiyorum. Her şey onu hatırlatıyor. Onu her hatırladığımda, vücudumdaki bütün organlarım birden acıyor.
Onun eksikliğini her zaman hissediyor, etrafımdaki çiftlere bakınca, salak olduklarını bir gün onların da ayrılacaklarını düşünüyor, hayat benim için çekilmez olmaya başlıyor. Çektiğim acıları kelimelerle ifade etmeye imkan yok, derler ya çeken bilir hakikaten de öyle. Sebebsiz yere terk edilişim aklıma geliyor, o koyuyor bana. Lanetler olsun diyorum. Bir daha asla kimseyi sevmeyeceğim, eğer yanılır şaşırır seversem, asla bu kadar bağlanmayacağım, bunu iyi biliyorum.
O kadar çok sevmiştim ki onu; bir gülüşü, bir bakışı ile mutlu oluyor, öyle mutlu oluyordum ki onun verdiği mutluluğu hiç bir şeyde bulamaz olmuştum. Şimdi o yok. Onun gülüşünü, onun bakışını arıyorum, bulamadığım zaman eski resimlerine bakmaya çalışıyorum, lanet olsun hepsini silmişim, kendime kızıyorum. Onun eksikliğini hep iliklerimde hissediyor, çok acı çekiyor, bu acıların hiç geçmeyeceğini düşünüyor, çok bilinmezli bir denklem gibi sanki, ne yapacağımı bilemiyorum.
Hayattan soğudum, arkadaşlarla kağıt oynamaya gidiyorum, birden mutlu iken mutsuz oluyorum, kimseyle muhabbet edemiyor, canım sıkılıyor, yemek yerken bile tadım kaçıyor. Bir arkadaşım bana (kendisi psikolog) sende psikoz belirtileri var demişti. Sonradan bende farkettim, öyle ki muhabbetin en koyu en güzel yerinde birden suskunlaşıyor, daralıyorum sanki suratım asılıyor; konuştuğum kişilerin benden nefret ettiğini, beni sevmediklerini, bana katlanmak zorunda kaldıklarını hissediyor. O an orayı terketmesem öleceğimi sanıyorum.
Aşk acısı kendini hep hatırlatıyor bazen kağıt oynarken, bazen muhabbetin en koyu yerinde, bazen yüzmeye giderken, bazen ekmek alırken. İşte böyle bir çıkmaz içindeyim.
Cüneyt sözlerini bitirdiğinde hepimizin gözleri dolmuştu. İnanın o zaman, inşallah Allah kimseye böyle bir aşk acısı çektirmez dedim. Cüneyt’i kendinden çok sevdiği kadın onu sebepsizce terk etmişti. (aslında mesele bu kadar basit değil ama nasıl anlatacağımı da bilmiyorum, anlatılmaz da zaten)
Cüneyt işte o günden sonra bu hale gelmiş. Başkasını hayatına sokamamış, dalıp dalıp uzaklara gitmeyi, daha çok düşünüp kederlenmeyi tercih etmiş. Bu onun elinde değildi belki ama o insan böyle bir muameleyi hak etmemişti. Biz bunu Cüneyt’e belli etmemek için ağzımızı sıkı tutuyorduk. Arada “Cüneyt çok üzüldük” gibi laflar etmeye çalışanları da hemen susturduk.
Bir akşam yine yalnızdım, evden çıkıp şehir merkezinde bir tur atarsam biraz açılırım diye düşünmüştüm. Baktım cebimde para yok. Bir bankamatiğe uğrarım diye düşündüm. Yolda Cüneyt’i gördüm. O da benim yolumun üstünde idi, ulan dedim adamı takip etmiş gibi oldu rezil olduk, adımız abazaya çıkacak… Derken gittiğim bankamatik bozuktu. Yakındaki diğer otomatiğe gideyim dedim ki Cüneyt yine yolumun üzerindeydi, ulan dedim böyle de kör tesadüf olmaz bu adam mı beni izliyor ben mi onu izliyorum derken bir an gözden kayboldu, geçti gitti. Ben de bankamatikten paramı çektim, oradan ayrıldım.
Bir kaç hafta sonra yine toplu seans vardı, psikoloğa gittiğimde Cüneyt bekleme salonundaydı. Gittim yanına oturdum; kendisinden bir kaç hafta önce rastlaşmamızın tamamen tesadüf olduğunu art niyet taşımadığımı söyleyip özür dileyecektim ki kendisi sözümü kesip, “ben de o gün bankamatikten(Konyaaltı) para çekmek istemiştim, ilk gittiğim bankamatik bozuktu, sonra benim para çektiğim bankamatikten(Uncalı) senin de para çektiğini görmüştüm” dedi. Gülüştük.
“Yeni bir tesadüfe ne dersin” dedim. “Benim evde, ben de yalnızım. Biraz kırmızı şarap içer kafayı dağıtırız.” “Vallahi çok güzel olur, şaraplar benden. Geçenlerde annemi ziyarete gittiğimde, Pamukkale’den almıştım” dedi. Hafta sonunda geldi. Soslu bir makarna yaptım, şarapları açtık. O gün hiç dertlerimizden bahsetmemiştik. Cüneyt oldukça neşeli biriymiş. Sabaha kadar kikirdeşdik, seviştik. Sanki belleklerimiz silinmiş, fabrika ayarlarımıza geri dönmüştük. Artık iş çıkışları ya o bana geliyor, ya ben ona gidiyordum. Birbirimize gayet iyi gelmiştik. Her buluşmamızda biraz daha rahatlıyor, yenileniyorduk. Artık terapiye de gitmemize gerek kalmamıştı. Birbirimize ilaç gibi gelmiştik. İkimizinde yaraları kabuk bağlamış, artık içimiz kan ağlamıyordu.
Her şey gayet güzel giderken bir ara ilişkimiz gerginleşmişti, durumu kurtarmak için bana bir demet çiçek almış gelmişti. Birlikte yemek yapmış yemiştik. İkimizde yorgunduk, “yatalım artık” dedim. “Kalmayacağım gitmeliyim” dedi. Kalktı ceketini giymeye başladı, onu yolcu edip yatmıştım. Çok geçmeden telefonum çaldı, ağlamaklı bir ses tonuyla, “yüzüne söylemedim, bir müddet görüşmeyelim” dedi. Onu görmüş, çok perişan vaziyetteymiş, çok da pişman olmuşmuş, falan filan…
Sabah kalktım, ağzımın içi zehir gibiydi, canım hiç bir şey istemiyordu. Gideyim bari bir yerde bir kahve içeyim diyerek evden çıktım. Bir kafeede bir fincan çay içtim 15-20 dakikada sonra çıktım, derken 5-10 dakika yürüdüm demeye kalmadı karşımda yine onu gördüm, beni görünce yine onu takip ettim zannedip çılgına dönmüştü, “bırak peşimi” diye bağırıyordu. Deliye dönmüştü. Kaldırımda ayaküstü biraz konuştuk; daha doğrusu ben konuşmaya çalışıyordum, o ise deli danalar gibi bağırıyordu.. İlk karşılaştığımız, ilk yollarımızın kesişme noktasındaydık. Bankamatiğe giderken tesadüfen dikkatini çektiğim genç delikanlıyı, yine o bankamatiğin önünde kaybetmiştim.
Yani neticede şu an yaklaşık 6 yıllık eski sevgiliyiz. Keşke şu an evliyiz yazabilseydim ama ben bıraktım o işleri artık.