Ağlatan Hikayeler: “Saliha`nın Gizli Dili”
Dört yaşında bir çocuk, bakıcılara, “beni sevin azıcık” diyorsa, “beni dövmeyin artık” demek istiyordur ve evsiz bir çocuk olmaktansa, yetiştirme yurdunda kaldığına şükrediyordur.
Beş yaşında bir çocuk, aşçıya, “karnım tok” diyorsa, “kereviz yemek istemiyorum” demek istiyordur ve düşlerinde, yetiştirme yurdunda değil de, Adile Naşit`in kucağında uyuyordur.
Altı yaşında bir çocuk, öğretmenine, “içimden çok güzel okuyorum” diyorsa, “annem babam olsa, okumayı daha çabuk sökerdim” demek istiyordur ve yurt çocuğu olduğu herkesçe biliniyordur.
Yedi yaşında bir çocuk, sınıf arkadaşlarına, “kahvaltıda simit yemiştim” diyorsa, “bana harçlık verilmediği için simit alamıyorum” demek istiyordur ve büyüdüğünde unlu mamuller dükkanı açmak istiyordur.
Sekiz yaşında bir çocuk, Allah`a, “güneşi yarattığın için sana minnettarım” diyorsa, “karanlıktan çok korkuyorum “ demek istiyordur ve geceleri değil, sabaha karşı uykuya dalıyordur.
Bunların hepsini ve daha nicesini söyledim biliyor musunuz? Ben Saliha, benim gizli bir dilim var. Gizli bir dilde konuşup, yalnızca yetiştirme yurtlarında kalan çocuklarca, kedilerce ve biriktirdiğim boyama kitaplarımdaki yavru fillerce anlaşılmamı niye yadırgıyorsunuz?
Şimdi yirmi dört yaşındayım. Bakışlarımın hep donuk olduğu söyleniyor; ama annelik yaptığım yurt çocukları, bunu hiçbir zaman kabul etmiyor!
İlk sevgilim, “nefret dolusun” dedikten sonra sordu, “sana yurtta kaldığın zamanlar kötü bir şey mi yaptılar?” “Keşke bütün tavukları, kuzuları ve danaları sahiplenebilsem; her biri ecelleriyle ölürdü” dedim. “Sen dengesizsin” deyip, beni o anda terk etti. Oysa, sirklerdeki hayvanları da bağrıma basmak istediğimi söyleyecektim ona.
Temizliğe gittiğim bir ev sahibesi, “ senin gibi bir kimsesiz bulsak da evlendirsek seni” dediğinde, “ya benim gönlüm Brad Pitt`teyse?” dedim gülümseyerek ve kaşlarını çatarak dedi ki, “sen nankörsün!”
Sekreterlik yaparken, patronum bir gün yanına çağırdı beni, “maaşına yapacağım zammı sen belirle; ama arada bir senden ne istiyorsam ona uy!” Basıp giderken ben, söylendi ardım sıra, “senin psikolojin bozuk zaten, geldiğin yer belli!”
Bir komşum kapımı çaldı bir gün, “börek yapmıştım geçende; biraz bayat ama yersen ye.” Ona, yeni pişirdiğim çorbayı tattırmak istediğimde, bunu reddedip, “senin gibiler iyilikten ne anlar, böreği köpeğe vereyim de o yesin!” dedi.
Konuşkan biriyim ben; kitaplarla konuşuyorum, Şirin Baba`nın peluşunu aldım, onunla konuşuyorum, -evet efendim, benim babam bir peluş!- ve çiçeklerle konuşuyorum.
Dost canlısıyım sonra; hamallarla selamlaşıyorum, çöpçülerle dertleşiyorum, baskül başında bekleyen, patik ören ve bazlama satan ninelerle hayaller kuruyorum.
Nice çocuğun annesiyim yetiştirme yurdunda; “sahiden annemiz olaydın keşke” diyor körpecikler, “sahiden annenizim” diyorum onlara. Bunların hiçbir önemi yok elbette sizin için; bakışlarım donuk, nefret doluyum, nankörüm, geldiğim yer belli ve kaba saba ikram edilen bayat börekleri yemeyen bir görgüsüzüm ayrıca!
Elimde bir fener, çocukluğuma doğru yola çıktım. Küçücük bir kız çocuğuna, -çocukluğumun Saliha`sına- vereceğim feneri. Sevinecek Saliha çocuk; karanlıktan korkmayacak artık ve gizli bir dilde masallar anlatacak bana içinde yavru fillerin olduğu. Bütün sirklerdeki bütün hayvanlarla tabiat ana`ya varacağız masalın sonunda ve hava hiç kararmayacak. En çok yavru filler sevecek beni, çocukları ve kedileri…
Bir yavru fil sesleniyor bana şimdi; ”ah” diyor, “insanlar” diyor, ”unuttular sevgileri…”
Ergür Altan