Macera Hikayeleri

Muhteşem Bir Hikaye; “KAR ÜSTÜNDE KAN DAMLASI”

KAR ÜSTÜNDE KAN DAMLASI

Yusuf;

– Baba, dedi, seninle birlikte bugün şehre ben de gelmek istiyorum.

– Niçin?

– Kendime tarak ve ayna alacaktım da!

Eyüp Dayı, “tarak ve ayna” sözlerine takıldı. Gönlünü, kırk yıl öncesine bıraktı. Gençliğini, ilk delikanlılığını yeniden yaşamaya başladı. Yer yer silik olan film şeridinde, Ayşe Ana’ya tuttuğu aynayı hatırladı. Hatırlamak ne kelime? Onu, yeni baştan gördü. Dalıp gidecekti ki, Yusuf’un sorusuyla uyandı.

– Baba, ne diyeceğini söylemedin ya?

– Madem gelmek istiyorsun, gel haydi!

Yusuf, yaşadığı duyguların heyecanından olacak, hemen dışarı fırladı. Gacır gucur merdiven basamaklarını aştı. Dam altına, çeyrek asırlık eşeğin yanına indi. Arkasından babası da geldi. Köpek havlamalarını, tavuk gıdaklamalarını, sarı öküzün böğürtüsünü geride bırakarak, çeyrek asırlık eşekle birlikte, baba oğul, yola çıktılar. Bütün gece, durmaksızın yağan kar, dal uçlarında ağırlaşmış, esinti aldıkça, “gürp!” diye yere dökülüyordu. Karşı yamaçlar, sağ sol, dört yan beyaza kesmiş, bütün tabiat tertemiz olmuştu. Yer yer karaağaç yeşili, beyaz örtüyü yırtıyor, donuk manzaraya renk katıyordu. Kasabadan şehre çıkan yol, döne döne yükseliyor, meşe, köknar ve ladin, gürgen ağaçlarının arasından, Karadeniz’e doğru uzanıyor, şehre varıyordu. Etinden ayrılmış balık kılçıklarını bilirsiniz. Ormanı dolduran binlerce ağaç, beyaz karla yüklenmiş olduklarından, kar tutmayan yüzleriyle, balık kılçıklarını andırıyor.

İlkin, yolculuk başlangıcında hemen hiç konuşmadılar. Eyüp Dayı ile Yusuf, baba oğul bu iki kişi, uzun zaman kendi gönüllerini dinlediler. Yusuf şehre varır varmaz, kendisine tarak ile ayna alacak, kasabaya dönüşlerinde akranlarına caka satacaktı. Onlardan fırsat buldukça da, bir bahçenin kuytu köşesindeki ağaçların altına çekilecek, uzun uzun saçlarını tarayacak, aynası ile kaşını, gözünü, yüzünü inceleyecekti.

Eyüp Dayı’nın içinde tarifsiz sıkıntılar. Yolculuk ilerledikçe de yüreğini dolduran sıkıntılar, peşini bırakmıyor. Körün Hanı’nı geçtiler. Kasabaları oldukça geride kalmıştı.

Eyüp Dayı:

– Bir terslik var, be Yusuf! dedi. Başka zaman, kar ne kadar yağarsa yağsın, bu yolun izi tükenmezdi. Karşılıklı inadı elden bırakmazdık. Şehre oluk oluk akardık. Bugün de ne-dense, bizden başka kimsecikler yok.

– Öyle baba. Her hâlde biz, yola erken çıkmış olmalıyız.

– Bu iyi, işte Yusuf!

– Neden baba?

– Neden olacak? Erken kalkan yol alır. Görüyorsun, biz de yolun çeyreğini aştık. Varsın yanımızda, yakınımızda kimse olmasın. Ne edelim?

– Yürüyelim.

– He, ya! Yürüyelim.

Çeyrek asırlık eşek, terden sırılsıklam olmuştu. Zaman geliyor çığırdan çıkıyor, karın altına kadar kara batıyor. Böyle durumlarda Yusuf, öne atılıyor, çeyrek asırlık eşeği, yeniden çığıra çekiyor, doğabilecek tatsız durumları önlemeye çalışıyordu. Onun, bu şekilde davranması da Eyüp Dayı’nın hoşuna gidiyordu.

O da:

– Höst! Dokunak! diyerek, oğluna arka çıkıyor.

Kar, bütün yolu yorgan gibi kaplamıştı. Hava ayaza geç çektiğinden henüz daha don tutmamıştı. Bu yüzden baba oğul, yürümekte küçük güçlüklerle karşılaşıyorlardı. Çığır bitince, yeni çığır açmak için, kâh Eyüp Dayı, kâh Yusuf ileri geçiyor, önde yürüyordu. Yusuf’un pabuçları, çorapları, pantolonu dizlerine kadar, kar suyu ile ıslanmıştı. Zaman zaman esen rüzgâr, ıslak yerlerine vurdukça, Yusuf’u da üşütüyordu. Yusuf, aklına geleni yapmak için geri kaldı. Soğuktan kalınlaşan parmaklarının yardımıyla, pabuçlarının bağını çözdü. Ayakkabılarını çekti, çıkardı. Islanan çoraplarını sıyırdı. Ayak parmaklarını ovuşturdu. Parmakları ısınır gibi oldu. Çoraplarını sıktı, ayağına giydi. Yürüdü.

Yol, sağından solundan, koca koca, iri gövdeli köknarlarla çevrilmişti. Onlara yaslanan, sanki onlarla birlikte göğe yükselmek isteyen böğürtlenler, yağan karın kapatmasıyla kaybolmuşlardı. Yalnız, yol boyunca uzayıp giden telefon di-rekleri, vefalı bir dost gibi baba oğulu takip ediyordu.

Yusuf, binlerce kılçığın doldurduğu Ahmet Sadi Yokuşu’nun arkasından, birdenbire yola inen, önüne çıkıveren köpeğe benzer hayvanları görünce, olduğu yerde çakılıp kaldı. Sayısız köpekler, sessizce yaklaştılar. Yusuf, yüreğinin atışlarının hızlandığını hissetti, korktu. Babasına seslenmeyi de, şerefine yediremedi. Kendi kendine söylendi:

– Bağırsam, babamı seslesem, korktuğumu anlayacak! İyisi, bir zaman dişimi sıkayım. Nasıl olsa, tehlikeyi babam da fark edecek.

Yanılmamıştı.

Eyüp Dayı, çeyrek asırlık eşeğinin kulaklarını dikmesinden, durumun hayra işaret olmadığını sezdi. Araştıran gözlerle, derhal sağına soluna baktı. Yerden, aniden mantar gibi bi-ten tehlikeyi, gördü. Eşeği önüne aldı. Onu, kurtlardan korumak ister gibiydi. Durmadı, oğluna seslendi:

– Yusuf’um, bir tanem! dedi. Sakın korkayım deme. Az sonra, çeker gider bu meretler. Yalnız ne olur, ne olmaz, kalınca bir odun al eline. Bakarsın, sana, bana, eşeğe saldırmak isterler. İşte o zaman, odunla varırız üstlerine. Haklarından gelemesek bile, korkuturuz.

Yusuf, denileni yapmak için, sağa sola baktı. Gözüne kestirdiği bir kızılağaç dalını kanırdı, kopardı, aldı. Adımlarını hızlandırdı, babasına yetişti. Koca adam, oğlunu, çeyrek asırlık eşeğinin önüne geçirdi. Eşek, oğluyla kendisinin arasında kaldı. Sonra Eyüp Dayı bakındı, gökyüzünde güneşi aradı. Onun kendisine destek olacağını umuyordu.

Güneş, tam tepelerindeydi. Isıtmayan, limon sarısı ışığıyla etrafı aydınlatmaya çalışıyordu. Hoş, aslında bu aydınlatma işini, yerde biriken, dal uçlarında çoğalan, dereleri dolduran kar, az da olsa yapıyordu. Güneşi, tam tepesinde gören Eyüp Dayı, az buçuk vakit hakkında bilgi edinebildi. Vakit, öğleye yaklaşmıştı. Limon sarısı güneş, uzayıp giden yol, boğazına kadar kara batmış imdat ister gibi duran telefon direkleri, gürgenler, kayınlar, kızılağaçlar, çeyrek asırlık eşeğe ve yanındakilere iştahla bakan sayısız, analı danalı, enikli kurtlar…

Önceki sayfa 1 2 3 4Sonraki sayfa

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Gerçekten okumaktan zevk aldığımı söylemek istedim. Adeta yaşadım. Yazarı canı gönülden tebrik ederim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu