Güver(cin) Kılığında Dilovası Cinleri
Korku Hikayeleri; Göç almaya başlayan bölge, fabrikaların da çoğalmasıyla adından söz ettirir oldu. Kuzey bölgesinde kalan köyler yeni göçle birlikte dolmaya başladı. Merkeze doğru inildikçe sıklaşan ev ve binalar cinleri rahatsız ediyordu. Fabrika arazilerinin altında kalan evleri, onlara en büyük moral bozukluğunu yaşattı. Bir kısım cin ise güvercin kılığına girip apartmanların çatı katlarında ve merdiven boşluklarında vakit geçirir oldu.
Fabrikaların ıssız depoları da onlara ev sahipliği yapıyordu. Öyle ya, nasıl olur da bir anda terk edilirdi o bölge. Peki hiç intikam alınmayacak mıydı? Elbette sıra buna da gelecekti. Ailelerin en hassas noktalarından başlayacaklardı zarar vermeye.
Çeşitli psikolojik rahatsızlıkların başlamasına, takıntıların tekrarına, kavga ve huzursuzlukların çoğalmasına start vereceklerdi. Bu onların işiydi. Hele hele yerleşim yerlerinde birileri dolandı mı azgınlıkları tavan yapardı. İntikam böyle alınırdı işte. Doktor doktor gezip hastane hastane dolaşıp derdine derman bulamayanların bir kısmında baş roldeydiler.
Dilovası cinleri uçma ve süratte en yetenekli kabilelerdendi. Hayvanların leşlerine ayrı bir ilgi duyuyorlardı. Ölü kargaları alıp evlerine getiriyorlar, içlerinden birini seçerek karganın bedenine girmesini emrediyorlardı. Hayvan ölüleri tekrardan dirilip dolanıyordu.
Dilovası cinleri köylerini kuzeye kurmuşlardı. Yerleşim yeri olarak şehrin merkezi seçilmişti ancak göç ve sanayinin gelişmesi düzenlerini bozmuştu. Onlara dar bir alan kalmıştı ama gökyüzü de onlarındı. Binalarda insanların kullanamadığı ne kadar alan varsa hepsini sarmışlardı. Her biri insan korkutmak için gün kolluyordu. Defalarca ani ses ve kanat çırpma olayından dolayı birçok insanı bayıltmışlar, üzerlerinde kalıcı hasar yaratmışlardı. Ne hoca, ne muska hiçbir şey fayda etmiyordu bu korkuların bıraktığı izlerde.
Yorulmayı çok seven insanlar da onların en büyük hedefiydi. İki deniz arası mesafe onların sahasıydı. Bu alanda uçmayı çok seviyorlardı. Kuzeyden güneye fırtına gibi geçişleri meşhurdu. Onların getirdiği rüzgârın kokusu bile farklıydı. Bazı sokak köpekleri bu uçuşları izleyebiliyor, uçuşa tanık oldukları anlarda başlarını göğe kaldırarak hüzünlü gözlerle semaya bakıyorlardı. Rutubet gibi şeylerden pek hazzediyorlardı. Naftalin kokuları onları rahatsız ediyordu. Sarımsak kokularına hiç tahammülleri yoktu. Fabrikaların lojistik kısımlarında, vardiya sonrası saatlerde fabrikasyon ürünlerin kokularına nüfuz ediyorlardı.
Mahallelerde kurulan pazarlarda ikindi vakti ortaya çıkıyorlar, pazara gelen müşterileri evlerine kadar takip edip ıssız apartman boşluklarında ani ses ve kanat çırpmayla korkutuyorlardı.
Genç bir kız olan Betül akşamüzeri işten eve gelirken kaldıkları apartmanda aynı korkuya maruz kalarak ruh hastalığına yakalanmıştı. Gitmedikleri hastane, görmedikleri doktor, okunmadıkları hoca kalmadı. Betül iyileşemedi. Hayatı alt üst oldu. Donuk bakışları ona Dilovası cinlerinden kalmıştı. Konuşurken ağırlaşıyordu sesi ve konuşma temposu. Kaldıkları apartman on daireden oluşuyordu ancak giriş ve üst katlarda kimseler yaşamıyordu. Sorunluydu bu bina. Hem maddi hem manevi olarak sorunluydu. Betül’ün ailesi kızlarından daha da perişan olmuştu. Betül bir şekilde yaşamaya alışmıştı o haliyle. Beyaz renkten başka pantolon giyemiyor, karanlıkta apartman merdivenlerinden çıkamıyor, ağlamayla gelen krizlerine derman bulamıyordu. En çok üzüldüğü şey ise ses tonu ve bakışları olmuştu. Normal olmayan bakışlarına değişen sesi eşlik ediyor çevresindekileri de korkutuyordu.
Dilovası cinleri güvercin kılığında gezinirken bazı yaşlı hayvanların da canını alıyordu. Özellikle yaşlı kedi ve köpekleri acımasızca öldürüyorlardı. Havadan bıraktıkları ceviz büyüklüğündeki taşlar zavallı havyanların başına isabet ediyor oracıkta yığılıveriyorlardı. Kaç tane hocayı muska yazacaklar diye itip yere çarpmışlardı. Halbuki yazdıkları muska onlara gram tesir edemezdi ya. Bir teselli olur diye uğraşırken fena çarpılıyorlardı.
Dilovası cinleri hırsızlığa meyilli kabilelerdendi. Birçok insanın cüzdanını, altınını, telefonunu yok edip ortadan kaldırarak yeni tartışmalar başlatmışlardı. Madde manevi aleme geçebildiği için insanlar olayı sadece madde aleminde olup bitiyor olarak değerlendiriyordu. Bulunamayan cüzdanlar, kaybolan eşyalar, asık suratlar onların eseriydi. İnsanlar yiyip duruyorlardı kendilerini, sen aldın, o çaldı, bu aldı gibi sataşmalarla.
Başka bölgelerden gelen cinleri oraya yanaştırmıyorlardı. İnsanlar gelişen tuhaf olayları birbirlerine bağlıyorlar, bir türlü işin içinden çıkamıyorlardı. Bazı akıllılar önlem olsun diye etrafa tütsü, muska gibi maddeler bırakıyor ancak bu onları daha da delirtiyordu. Betül içinde durum aynıydı. Başka illerdeki hocalara götürülmüş daha da rahatsız edilmişti. Eski halinden gram eser kalmamıştı. Arkadaşları ondan korkar olmuştu. Ailesi zor günler geçiriyordu. Maddi manevi bir çok şeyi kaybetmişlerdi.
Dilovası cinlerinin diğer kurbanı ise Kaan’dı. Lise yıllarında ani öfke patlamalarıyla gelen değişimi onu önce okulundan etti. Daha sonra hastanelere düşerek hayatı alt üst oldu. İğneler, ilaçlar, serumlar, hacılar, hocalar, türbeler… Nafile… Kaan derinden almıştı yarayı. Bir cumartesi günü evlerinin merdiveninden inerken isabet almıştı onlardan. Güvercin kılığına giren bir Dilovası cini kanatlarıyla Kaan’ın başına vurarak onu korkutmuş, bayıltarak yere sermişti. Zavallı çocuk eskiye dönmek için ne uğraştı, ne uğraştı. Bir türlü olmadı. O heyecanlı Kaan artık saf Kaan oluverdi. Annesi perişan babası perişan. Kaan bitmişti artık. O da Betül gibi bir köşede ömrünü geçiriyordu. Kaybolup gitmişti ortamlardan. İnzivaya çekilmiş sanatçılar gibi ulaşılamıyorlardı.
Dilovası cinleri insanların sinir sistemini çökerten kanat vuruşlarıyla meşhurdu. O korku öyle bir yerleşiyordu ki insanın içine. Duyu organları pes diyordu. Kontrol edilemeyen alemin garip canlılarıydı cinler. Dilovasındakiler ise bazı ruhsal hastalıkların mimarıydı. Önlem alınamayan, çare bulunamayan hastalıklar onların eseriydi.
güver cin