Fantastik HikayelerMurat Canpolat

Gizemli Yolculuk Hikayesi -Anahtar- 12. Bölüm

Gizemli Yolculuk Hikayesi

Gizemli Yolculuk Hikayesi -Anahtar- 12. Bölüm

En son buldukları evden de çıkmak zorunda kalan Hayrettin ve Zehra tekrar hem mektupta bahsedilen evi bulmak hem de kalacak bir yer bulmak için tekrar yollara düştüler. Onlar ev ararken çocuklar ordan oraya gitmekten yılmış, usanmışlardı.

Zehra’nın büyük oğlu Mehmet sıkıldığını anlatmak için mızıldıyor, ayaklarını yerde sürütüyordu. Kendisini anlamadıklarını anlayınca sonunda dayanamayıp annesine:

– Anne, Oradan oraya dolanmaktan artık yoruldum. O yüzden ne olur artık bir yer bulup kalalım.

Zehra, oğlunun sıkıldığını anlamıştı anlamasına, ama elinden de bir şey gelmiyordu. O yüzden oğullarına ‘az biraz daha sabırlı olun’ dedikten sonra geçmişi aklına geldi ve gözlerinden iki damla yaş geldi. Geçmişinde annesi babası hayattayken güzel geçirmiş onlar elim bir trafik kazasında ölmesinden sonra akrabalarının yanında kalmak zorunda kalmıştı. Akrabaları ona hizmetçi gibi bakmış, zulmetmişlerdi. O da daha fazla dayanamayıp kaçmıştı. Bu kaçışın sonunda kendini kadın sığınma evinde bulmuştu. Kadın sığınma evindeki yetkililer ona bir fabrikada iş bulmuş orada çalışmaya başlamıştı. Orada biriyle tanışmış evlenmişti. Ondan iki tane çocukları olmuş mutlu günler geçirmişti. Evlendiği kişinin iftiraya uğrayıp hapse düşmesinden sonra zor günler geçirmeye başlamıştı. En son kendisine gelen mektuptan sonra hayatı bambaşka bir hal almıştı. İşte bunları düşünüyor, gözlerinden yaş geliyordu.

Zehra’nın ağladığını fark eden Hayrettin, çocukların yanına gelerek onların karşısına geçti. Yere eğilip onların anlayacağı dilde konuşarak teselli etti. Daha sonra ayağa kalkarak güler yüzle Zehra’nın omzuna dokundu. Bu dokunmayla onun kendisine gelmesini sağladı.

Hayrettin, Zehra ve çocuklarını teselli ettikten sonra tekrar ev aramaya başladılar. O gün akşama kadar ev arayışına devam ettiler. Akşam olmasına rağmen kalacakları ev bulamayınca Zehra gördüğü rüyayı aktardı.

Zehra, gördüğü rüyayı aktarınca Hayrettin, ‘Gördüğün bu rüya gerçek gibi görünüyor’ dedikten sonra kasabanın dışında ev aramaya başladılar. Mektupta tarif edilen eve benzer bir ev bulduktan sonra hemen yerleşip işe koyuldular.

Zehra ve Hayrettin, buldukları evi alt üst etmelerine rağmen bir türlü aradıklarını bulamıyor, telaşlanıyorlardı. Telaşlanmalarının sebebi ise kasaba halkının toplanmaya başlaması ve onları kasabadan kovmak istemeleriydi. Onların başında da Hayrettin’in oğlu Hayri vardı.

Hayri, babasını kuyuya attıktan sonra ona karşı öfkesi daha çok artmış, evdeki babasına ait olan ne varsa yok etmişti. Bunu yanında gelini de boş durmamış kayınpederinin kendisine kötülük ettiğine dair iftiralarda bulunmuştu. Babasının kasabaya geri döndüğünü ve bir evde kaldığını duyunca o evi satın almış, babasını o evden kovmuştu. Bunlar yetmezmiş gibi şimdi de babasını kasabadan kovdurmak için kasaba halkını kışkırtmış ve onların başına geçmişti.

Hayri’nin kışkırtmasıyla toplanan halk Zehra ve Hayrettin’in kaldığı evin etrafını sardılar. Halk, Hayri’nin kışkırtmasıyla o kadar galeyana gelmiştiler ki bir taraftan bağırıyor bir taraftan evi taşlıyorlardı. Onlar evi taşlarken Hayrettin, Zehra ve çocuklarına zarar gelmemesi için bir taraftan halkı yatıştırmaya çalışıyor bir taraftan da gözüyle oğlunu arıyordu.

Zehra, taşkın halkın kendilerini taşlamasına daha fazla tahammül edemeyip çocuklarını alarak kuytu bir yere sığındı. Orda halkın gitmesi için ellerini açıp dua etmeye başladı.

Hayrettin, evi taşlayan halkı durdurduktan sonra oğlunun karşına geçti. Ona kuvvetli bir tokat attıktan sonra:

– Ben sana ne yaptım da bana bu sıkıntıları çektiriyorsun. Bu yaptıklarınla benim kalbimi kırdığının farkında mısın? Benim kalbimi kırdıktan sonra onu tamir etmeye çalışsan neye yarar. Bir gün bu yaptıklarına pişman olursun, ama o zaman da beni bulamazsın, dedikten sonra eliyle işaret ederek. Hadi git bir daha seni gözüm görmesin.

Babasının sözlerinden sonra süklüm püklüm olan Hayri boynu bükük bir şekilde oradan ayrıldı. Onun ayrılmasından sonra halkın içinden biri çıkarak Hayrettin’e:

– İçimizde yabancı birini istemediğimizi sende biliyorsun biz de biliyoruz. Yabancılara karşı tutumumuzu bildiğin halde yanında yabancı barındırıyorsun. Kasabamızda barınmak istiyorsan yanındaki yabancıyı mutlaka kovmalısın. Eyer kovmak istemiyorsan sen bilirsin, deyip tehditkâr vari bir şekilde elini sallayarak geri döndü ve arkasında bekleyen halka bir şeyler söyledi. Ardından hep beraber ayrılıp gittiler.

Kasaba halkı geri döndükten sonra Hayrettin, kırılan eşyalardan kalanı toplamak için içeri girdiği anda birden kalbini tutmaya başladı. ‘Nefes alamıyorum’ diyerek yere yığıldı. Onun yere düşmesinden sonra Zehra telaşla ‘baba’ dedi ve yanına koştu. Onu kucağına alıp telaş içinde ne yapacağını düşünürken Hayrettin kendine geldi.
Hayrettin, kendine gelip Zehra’nın ağladığını görünce:

– Ne oldu kızım. Niçin ağlıyorsun. Hem senin kucağında ne arıyorum, diyerek şaşkınlığını bildirdi.

Zehra, Hayrettin’in kendine geldiğini görünce şükrederek:

– Baba, içeri girdiğinde ‘kalbim’ diyerek yere yığıldın. Seni o şekilde görünce, bir şeyler oldu zannettim. O yüzden ağlıyorum.

– Korkma kızım. Yaşadığım sürece yanındayım ve kasabanın kötülüklerine karşı seni koruyacağım.

Hayrettin, Zehra ile konuştuktan sonra kalan eşyaları beraber toplayıp evden çıktılar. Evden çıkıp birkaç adım atmışlardı ki Hayrettin ‘kalbim’ diyerek tekrar yere yığıldı.

Hayrettin, kendinden geçince Zehra elinde olan eşyayı fırlatıp yanına koştu. Yerde yatan Hayrettin’i tekrar kucağına alarak ağlamaklı bir ifadeyle:

– Baba, böyle olmaz, hadi kalk hastaneye gidelim.

– Tamam, kızım.

Hayrettin, Zehra’nın sözü üzerine kendine gelip ayağa kalktı. Doğruca kasabanın hastanesine doğru yola çıktı. Oraya gelince aniden duraksadı. Onu duraksaması üzerine Zehra, kalbine bir şey oldu korkusuyla yüzüne baktı.
Zehra, Hayrettin’in yüzüne korku dolu gözlerle bakınca:

– Korkma kalbime bir şey olmadı, dedikten sonra sözüne şöyle devam etti. Yıllar önce bu hastanenin içinde acı bir hadise yaşadım. O aklıma geldiğinden dolayı duraksadım.

– Neydi o yaşadığın olay?

– İlk Çocuğum ateşli bir hastalığa yakalanmış, cayır cayır yanıyordu. Hastalığı iyice artınca onu kucağıma alıp hastaneye getirdim. Hastanede çocuk doktoru olmadığı için bakamayacaklarını söyleyip geri çevirdiler. Onların geri çevirmeleri üzerine şok geçirdim. O şokla bir hasta çocuğuma bakıyor, bir de doktorlara bakıyordum. Çocuk o gün ağlaya ağlaya kucağımda öldü. O acıyla doktorlarla kavga ettim.

– Eee, sonra ne oldu?

– Doktorlarla kavga edince benden şikâyetçi oldular. Bu şikâyet üzerine karakola gidip ifade verdim. Benim ifademden sonra soruşturma açıldı. Hem onlar hem ben ceza aldık. Onlar ancak ceza aldıktan sonra hastaneye çocuk doktoru getirebildiler. Hastanenin önünde yaşadığım olay aklıma gelince o günleri tekrar yaşamış gibi oldum. İşte o yüzden duraksadım.

– İçeride tanıdığın bir doktor var mı ona gidelim.

– Evet, var, dedikten sonra. Hatırlarsan eğer bir köye uğramış, o köyün dertlerini dinlemiş çare aramıştık.

– Ha, evet hatırlıyorum. O zaman sen gidip Dr. Salih Bey’i getirmiştin.

– İşte o doktor bu hastanede çalışmakta.

– Hadi, ona gidelim o zaman.

Onlar aralarında konuşup hastanenin içine girerken o sırada Hayri eline geçen mektubu okuyor ‘Ah anne ah! Bunu bana nasıl yaptın! Bunca zaman senin yüzünden babama eziyet ettim’ diyor renkten renge giriyordu.

Hayrettin ve Zehra hastaneye girdikten sonra doğruca Dr. Salih Bey’in odasına gittiler. Dr. Salih Bey onları karşısında görünce:

– Ooo kimleri görüyorum, dedikten sonra hasretle birbirlerine sarıldılar. Birbirleriyle hasret giderdikten sonra Dr. Salih Bey:

– Sevgili arkadaşım. Seni hangi rüzgâr attı buraya.

– Kardeşim, kasabaya geri döndükten sonra kalbim ağırmaya başladı. Bu ağrılar artınca daha fazla dayanamadım. Bundan dolayı geldim.

– Bu hastalık da olmasa, hiç geleceğin yok, deyip serzenişte bulununca Hayrettin, Dr. Salih Bey’den özür dileyerek:

– Haklısın kardeşim daha önce gelmeliydim, ama biliyorsun durumları.

– Evet, biliyorum. Oğlun halen daha mı seni babası olarak görmüyor.

– Evet.

Zehra, araya girerek Hayrettin’e:

– Baba, işin aslını anlatır mısın? Nedir bu baba meselesi. Oğlun o zaman neden ‘sen benim babam değilsin’ dedi?

– Kızım, hani sana anlatmıştım ya oğluma DNA testi yaptırmıştım.

-Evet, anlatmıştın.

– DNa testini yaptırdıktan sonra eşim bana ‘DNA testi yaptırman akrabalarımın arasında bir takım dedikodulara yola açtı. O yüzden kimseyle görüşmüyorum’, deyip yakama yapıştı ve bana ‘Senden öyle bir intikam alacağım ki bunu ömrün boyunca çekeceksin’ dedi.

– Bu nasıl kadın böyle baba hem suçlu hem güçlü, dedikten sonra. Eee, peki intikamı neydi.

– Benden oğlumu uzaklaştırmak.

– Nasıl yani. Bir insan bunu nasıl yapabilir.

– İnsan insanlıktan çıkarsa ondan her şey beklenir, dedikten sonra sözüne şöyle devam etti. Bu tehdidinden sonra oğluma asıl babasının kasabamıza gelen o çocuk doktoru olduğunu, benim yüzümden ayrılmak zorunda kaldıklarını söylemiş ve bu yalanını yıllarca sürdürmüş. Böyle bir yalan attığını benden yıllarca gizlemiş. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra intikamını böylece aldığını söyledi. Eşimin ağzından bunu duyunca oğluma gerçeği anlatmaya çalıştım, ama olmadı. Annesi, babasının doktor olduğunu öyle inandırmış ki bir türlü inanmak istemedi. İşte oğlumun beni baba olarak görmemesinin sebebi bu.
– Ne biçim insan bu ya.

Murat Canpolat

Hikayenin devamı için TIKLAYINIZ

 

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu