Okuyunuz Bu Hikayeyi; “Metin Çetin Şartlar Altında”
‘‘Cennet de cehennem de ayrı alemler değildir, hepsi aynı anda belki de aynı mekânda yaşanır dünyada. Dünyanın cehennemi biz insanların içine düştüğü çıkmazlardır, kendimizle cebelleştiğimiz, kendi ellerimizle kendimizi hapsettiğimiz kafeslerimizdir cehennem. Ya cennet? O ise yakınınızda duran insanlarla olan ilişkinizle başlar dünyanın tümüne uzanır eğer ki bu ilişki sorumluluk ilişkisiyse o zaman insan, insanı kurdu olarak değil yurdu olarak görür.’’ Diyordu, onu pürdikkat dinleyenlere.
Bağırış çağırışlar, çığlıklar inletiyordu yeri göğü. Bir ağlayış bir ‘‘yardım edin’’ feryadı evin avlusundan sokaklara taşıyordu ama her nedense sokaktan yana bir kımıldanış yoktu, muhtemelen yardım işini herkes birbirine havale ediyordu.
Bir süreden beri o evden sesler çıkmaz oldu. Bu evin sakinlerini merak eden de yoktu belki de vardı fakat ne zamandan beri buz kesmişti de insanın yüreği, henüz bir Allah’ın kulu avlusuna yağ tenekelerinden bozma bir kapı tutturulmuş olan bu eve adımını atmamıştı. Olandan bitenden çok sonraları bu yığma evlerden oluşan mahallenin muhtarının haberi olacaktı. İki gün sonra yaşananların tek şahidi yedi yaşındaki bir çocuktan öğrenecekti her şeyi tüm mahalleli fakat kıssadan hisse çıkarmak şöyle dursun bir süre sonra yaşananlar sadece kadın cinayetlerinin istatistiklerinde bir veri, gazetelerde unutulup giden bir cinnet haberi olarak kalacaktı. Sahi kimler unutulup gitmiyordu ki fakat insanlar olan biten her hadiseden sonra daha güçlü bir aile olmayı beceremiyor, sosyal medya, televizyon, cahillik, hazperestlik yuva yıkmaya devam ediyordu.
Evden iki naaş çıkarılmıştı elim hadiseden her kesim bir pay çıkaracak fakat perde arkasında olan biten sorgulanmayacaktı. Yuvaları yıkan, bir yıldızı daha kaydıran sebepler nelerdi? Sorusunu psikologlar, sosyologlar soracak fakat aile kültürünü inşa eden temel yapıtaşları, maneviyat sorgusuz sualsiz göz ardı edilecekti.
Yedi yaşında bir çocuktu Metin, adı gibi olabilecek miydi? Travmatik bir olayın etkisinde kalmış devletin koruyuculuğunda psikologlardan haftalarca terapi almıştı. Bir gün ansızın uzak köylerin birinden Metin’in akrabaları çıkageldi. ‘‘Metin’i almaya geldik.’’ Dediler yetkililere. Gerekli işlemler yapılacak ve Metin yeniden bir aile sıcaklığına kavuşacaktı böylece bu onun ruh sağlığına katkı sağlayacaktı. Metin’i alacaklar, günler öncesinden kararlarını almışlardı. Alabilmişler veya almaya zorlanmışlar desek nasıl olur?
‘‘Hanım düşün bir, yeğenlerini yaban yerde bir başına bıraktılar demezler mi? Ben el aleme şu Erdem ne vicdansız çıktı dedirtmem.’’ Böylece Erdem vicdanına değil el aleme kulak vermiş ve eşiyle büyükşehrin yolunu tutmuştu.
‘‘…Kadercilik çok yanlış bir inanç biçimidir. Bu inanç bireye, sen bir piyonsun veya sen rüzgârın oradan oraya savurduğu bir yapraksın diye fısıldar. Birey bu sesleri ben bir kader kurbanıyım diye anlar ve bundan sonra genellikle en basit yollardan birini seçer; Öz kıyım veya madde kullanımı.’’ diyerek devam etti konuşmasına.
Metin, geceleri bazen üstünü açıyordu bu yeni evinde ama üstünü örten yoktu bu yüzden üşüyor, yatağında büzülüyordu. Bazı zamanlar yatağına işiyordu ama onu uyandırıp ıslak şiltesini kuruması için bir kenara kaldırdıktan sonra üstünü değişerek yanına yatıran bir anası yoktu. Bu sefer daha çok üşüyordu. Metin, ‘‘yenge gözet beni’’ diye bakardı oturduğu yer sofrasından ama yenge bir çocuğa bakmanın sadece karnını doyurmaktan ibaret olduğunu zannedenlerdendi. Metin’e ait her iş bir angaryaydı onun için. Amca ise kadın işi diye tek bir kere desteklememişti eşini, sabrı tavsiye etmek noktasında dahi varlığı belli olmayan bir amcaydı zavallı erdemsiz Erdem.
Evin ilk çocuğu lise terkti ve onun aylak aylak gezmeleri babasının canına tak etmişti. ‘‘Oğul bir iş tutman gerek artık’’ demiş ve oğlunu bir tesisatçıda işe vermişti. İkinci çocuk ise on bir yaşındaydı. O da zaman zaman yaramazlık yapar anasını bezdirirdi. Zordu bir de eltisinin oğlu eklenince. Yorgunluk da artıyordu haliyle.
Metin, çocuklarının dahi eğitimiyle alakadar olmayan bir amcaya ve kırk öğrenciye zar zor yeten bir öğretmene sahipti. Taşımalı eğitim vasıtasıyla vasat da olsa bir eğitim imkanına sahipti fakat eğitim hayatı çok uzun sürmeyecek, okula gitmeyi istemeyecek kadar ilgisini yitirecekti.
Sevgisiz, başarı için motive edilmeyen ve bir rol modele de sahip olmayan çocuk bir süre sonra çoban oldu fakat onun için sahiplenilecek şeyler değildi koyunlar. Bir süre sonra sürüden birkaç koyun kaybolunca işi elinden alındı.
‘‘Başarı duygusunu yaşatın çocuğa, en ufak çabalarını takdir edin yoksa onulmaz bir çaresizliğe sahip olur ve bundan sonrası için hayatının tadı tuzu kaçar. Kaderci bir anlayış ancak sosyalleşme sürecinde oluşur.’’ Diyerek sözlerine son verdi.
Metin yediğinin içtiğinin karşılanması kaydıyla eti senin kemiği benim hesabı şehirde bir tornacıda işe verildi. Metin ayak işlerine bakıyordu, ustasının kaba üslubuna maruz kalıyordu. ‘‘iki çay getir haylaz çocuk.’’ Metin haylaz değildi ki, etiketlenmişti bir kere, bu sıfatın kendisine yapıştığını zannediyordu.
Kalbi kırıktı Metin’in. Akşam başını yastığına koyarken yüreği yana yana ağladı. ‘‘Kendimi tanıyamıyorum, ben kimim?’’ uyku onu sarmalayıp yutana kadar zihni onu bu soruyla meşgul etmişti.
Günler, haftalar geçiyordu, Metin on üç yaşındaydı. Amcası ayda bir de olsa yeğenine bir göz atıp dönüyordu köyüne. Bu arada Metin, kaldığı muhitteki çocuklarla tanışıyordu, bunlardan bazıları tiner bazıları bally çekiyor aynı zamanda sigara içiyorlardı. Bir zaman sonra yan dükkânın çırağıyla bu ekibin müdavimi oldular. Üzümler gün geçtikçe kararıyordu. Ekinlere dadanan çekirgeler gibiydi yanlış arkadaşlar. Gerçi onlar da sebeplerin sonuçlarıydı yoksa kendiliğinden kimse kötü örnek olamazdı. Kavruk tenli, sırık oğlan İhsan elindeki bally tüpünü torbasıyla Metin’e kafası hoşken uzattı. Metin, sersemlemişken hiçbirini tanıyamazdı çünkü dalgın bakışlı bu arkadaşları kimliklerinden soyunurdu. Her birisi bu yeni halleriyle farklılaşmış olsalar da aslında yeni hallerinde beliren her özellik aynıydı. ‘‘Nasıl oluyor bir daha söyler misin?’’ diye sordu Metin. Akabinde aldığı cevaptan memnun kalmıştı basit hazlar kaybedilenlerin telafisini sağlayamasa da ağırlığını hafifletebilir miydi yoksa yük taşımaktan nasır bağlamış o sırtlar bu defa hiç doğrulmamacasına yeni bir yükü mü omuzluyordu? Metin, köprü altında elleri titreyerek İhsan’ın sözde ihsanına uzandı ve o da otomobil sesleri ve bir grup keş arasında burnunu torbaya doğru gömdü.
Metin, bir süre sonra kahkahalar atmaya başladı, aldığı haz onu baştan çıkarmıştı. Bu onu ıstırap getirecek sürece götüren zehirli elma olabilirdi ne var ki insanların çoğu günlükçü kafası yaşıyordu. Bırak başka bir alemi düşünmeyi yarın ne olacağını kestirmek umurlarında değildi. O an arzulanan ne ise ona ulaşılacak, doruk his yaşandığında gerilim son bulacaktı. İşte Metin için de saat böylece işlemeye başlayacaktı.
Ustası Metin’e ustalık kazanması için torna başında beceriler kazandırmaya didiniyordu ama son günlerde Metin’de bir hal vardı; Metin, son zamanlarda pek unutkan olmuştu, üstelik bu ne halse burnunu da çekip duruyordu oysa grip de değildi. Bazen de dikkatle kesmesi gereken malzemeyi dikkatli kesemiyordu Usta bir şeylerden şüphelenmeye başlamıştı artık. Kırk yıllık uysal Metin zaman zaman kendisine dik başlılık da ediyor, asi kesiliyordu.
Metin, tuvalete gideli çok olmuştu, ustanın elinin altında tamamlanması gereken çok iş vardı. Zaman geçiyor fakat Metin ortaya çıkmıyordu. Usta en sonunda dayanamaz oldu, tuvaletin kapısına dayandı. ‘‘Metin, Metin’’ diye seslense de cevap yoktu. İçeriden dışarıya gelen tek ses maşrapadan taşan suyun sesiydi. Ustanın da sabrı taşmıştı artık, delicesine tuvalet kapısına vuruyor, küfürler savuruyordu. Sonunda kapı kilidinin dönmekte olan sesi duyuldu, usta o sırada duraklayıp bir geri adım attı. Metin içeriden yalpalayarak çıktı. ‘‘oğul bu ne hal?’’ Usta olan bitene kanaat getirmişti artık şüpheye mahal kalmadığı için cevap almasına da gerek yoktu zaten alamadı da. Usta Metin’i yere yığılı vaziyette terk edip telaşla dükkandaki telefona sarıldı. ‘‘Alo, …işte böyle Erdem kardeş.’’
On dördüne gelmiş bir çocuğun düştüğü hal içler acısıydı. Bu resim en katı yürekli insanın bile yüreğini titretecek cinstendi ama yok biz insanlar zor durumdakilere sadece acırız. Metin hastaneye kaldırılmıştı. Erdem hışımla vardı hastaneye eşi Sevgi ile. Sonra yakasına yapıştı Müşfik Usta’nın. ‘‘Emanete hıyanet ettin, bir çocuğa sahip çıkamadın.’’ dedi kendisi çok sahip çıkabilmiş gibi.
Metin tedavi edilecekti komşu dükkânın çırağı ise işten epeydir ayrıldığı için ne hallerde olduğunu bilen de yoktu. Bir gün, ayrılacağını söylemiş sonra da çekip gitmişti. Devlet, Metin’e sahip çıkacak, tedavi giderlerini karşılayacak ve zor olsa da onu iyi edecekti. Allah’ın insan evladına yaşattığı imtihanlar çeşit çeşitti fakat hayat akıp giderken onlardan ders çıkaran insan pek azdı.
‘‘Ben nasıl sürüklendiğimi bilmiyorum ama içimde bir boşluk vardı, yalnızdım’’ dedi Metin kendisini dinlemekte olan psikoloğuna. Yalnızdı Metin o talihsiz günde ailesini yitirmişti. Olayla ilgili anıları belli belirsiz kalsa da yaşadıkları mozaiklenmiş bir dehşet videosundan farksızdı, hala o günün etkisini hissediyordu, zira bunu kronikleştiren şey sevgisizlikti, ilgisizlikti. Metin bu sebeplerden madde bağımlılığı sürecine yuvarlanmıştı. Üstelik yuvarlandıkça büyüyen kar topu misali bu maddeleri tükettikçe tolerans kazanıyor hep bir tık arttırıyordu, maddeyi içine çekerek geçirdiği zamanı ve böylece tükettikçe tükeniyordu.
Psikolog yerine oturmadan önce Metin’in hikayesinin yer aldığı birer broşür dağıttı. ‘‘Bu hikâyeyi okuduğunuzda neyi anlatmaya çalıştığımı daha iyi anlayacağınızı umuyorum. Değerli vaktinizi beni dinlemeye ayırdığınız için teşekkür ediyorum. Allah’a emanet olun.’’ diyerek kendisine ayrılan yere oturdu.
Kemal Baran