Serdar Tuncer’den Bir Ramazan Hikayesi “Elveda”
Gelişiyle memnun, gidişiyle mahzun edene sevgili deniyorsa eğer; Ramazan mü’mine sevgilidir. Dikkat buyurunuz herkese değil; mü’mine.
Ramazan geliyor diye sevinmek, gidiyor diye mahzun olmak iman alâmetidir buyurmuşlar. 1438 yılının Ramazan-ı Şerif’i alıp başını gidiyor ve biz kalbimizdeki hüzne bakıp imanımız hakkında bir fikir sahibi olabiliriz sanırım. Hassas terazi, müthiş muhakeme, ulvî mihenk: Ramazan!
Diyeceksiniz ki bayram geliyor diye sevinmeyelim mi?
Sevinelim elbet fakat on bir ayın sultanının gidişinin mukaddes hüznünü, yaklaşmakta olan bayramın muazzam mutluluğuna sarıp sarmalayalım, öyle sevinelim. Nice tebessümler vardır hani, içinde hüznün en derini saklanan ve nice hüzünler vardır simaya değil kalbe kıpır kıpır tebessüm ettiren. Kalbimizde alev alev bir hüzün, yüzümüzde gayrı ihtiyari bir tebessüm; öyle uğurlayalım gitmekte olanı ve gelmekte olanı öylece karşılayalım. Şu inceliği de asla unutmadan:
Mü’min Ramazan bitiyor diye sevinmez; Ramazan-ı Şerif ayrılık acısını azaltmak için bir Bayram bırakıp gider mümine.
Hatırlayalım, geçen sene bu vakitler olduğunda pek çoğumuzun dilinde bir dua vardı:
“Rabbim nice Ramazanlara hayırla eriştirsin.”
Ve unutmayalım bu duayı edenlerin bir kısmı ve “âmin” diyenlerin nicesi bu senenin Ramazan’ını göremeden göçüp gittiler dünyadan. Seneye bu zamanlar Ramazan yine gelir de biz de burada olur muyuz o belli değil. Şu son bir kaç orucumuzu işte bu hisle, sahur vakti kalbimize yüklendiğimiz mukaddes bir nur topu gibi taşıyalım kutlu iftar vakitlerine. Kırmadan, dökmeden, lekelemeden, incitmeden…
Arefe gecesi geçelim Ramazan-ı Şerif’in karşısına, bükelim boynumuzu ve samimiyetle soralım:
“Bizden razı mısın?” “Razıyım” dediğini işitir gibi olana değin oturalım karşısında gözlerimiz nemli, kalbimiz ürkek… Kapıya kadar uğurlayalım kutlu misafiri, getirdiği her bir hediyenin aciz ve haddini bilen şükrânesi olsun gözümüzden dökülen yaşlar. O hediyeleri mübarek on bir aylar boyunca muhafaza edebilmenin şuuru, yanaklarımızdan kalbimize süzülsün sessizce. O alıp başını gitmesin, bizde kalsın biraz; biz kalakalmayalım öylece, alıp başımızı bir parça onunla gidelim. Ayrılık yok mesafe var madem sevenle sevilen arasında, on bir ayı mesafe eyleyelim misafirimizle aramızda, ayrılık değil.
Bayram sabahından başlayalım gönüllerimizi Ramazan eylemeye. Bırakalım herkes bayram etsin, bizse bir başkasının bayramı olmaya niyetlenelim. Bir küçük hediyeyle, bir umulmadık ziyaretle, bir cebe kendimizden bile gizli sıkıştırılıveren üç beş kuruş harçlıkla, muhabbeti artıracak içten bir tebessümle, küslükleri bitirecek harbî bir selamla, yetimin başında şefkatle dolaşan bir avuçla, hiç olmazsa bir telefondan merhaba deyivermek suretiyle nice insanın bayramı olabileceğimizi unutmayalım. Herkes bayram eder ama bazıları bayram olur. Ramazan olamayışımızın mahcubiyetini, gelin bir başkasına bayram olmakla telafi edelim.
Bu telafi ediş bir talim olsun kalplerimize. Bırakın herkes bir şey olmayı isteyedursun. Bir şeylerim olsun diye çırpınadursun bırakın herkes. Biz birisinin bir şeyi olalım, ta ki 1439 hilâli nazlı nazlı görünene kadar.
İnsan birisinin bir şeyi olmalı, mutluluğu mesela…
Herkes mutlu olmak ister ama bazıları birilerinin mutluluğu olur. Biz bir başkasının mutluluğu olmakta bulalım sevinçlerin en hakikisini. Kimisinin elinde bir demet çiçek olalım tebessümden yapılmış, kimisinin yüzünde çiçekler açtıran bir tebessüm…
İnsan birisinin bir şeyi olmalı, dermanı mesela…
Dağına göre kar verirmiş Mevlam, rüzgâr yükseklerde daha sert esermiş. Bizim yaprağımızı yerinden oynatmayacak kadar hafif bir esinti, bir başkasının ocağını başına yıkacak bir fırtına oluverir. Yüzümüz sefasını sürmese ne olur o esintinin, göğsümüz siper oluverse o fırtınaya ne olur? Bir başkasına derman olma derdine düşünce fark edeceğiz belki de dert zannettiklerimizin aslında dert olmadığını, dermanın en güzelini belki de bir başkasının derdine deva olduğumuz gün bulacağız.
İnsan birisinin bir şeyi olmalı, vefalı dostu mesela…
Herkes gerçek bir dost arar kendine, vefa gördüğünde herkes memnun olur. Bazıları ise birisi için dostun tarifidir, vefanın tablosu. Abde vefanın ahde vefaya denk düştüğünü idrak edelim. Rabbimiz’le kul olmak üzere ahitleştiğimiz o günün hatırına Rabbimiz’in kullarına vefalı birer dost olalım. Bunca zaman vefalı bir dost aradık da ne oldu? Belki de bir başkasının vefalı dostu olmakla bulunur vefanın Rabbine dost olmak saadeti, kim bilir?
İnsan birisinin bir şeyi olmalı, çalacak kapısı mesela…
Sıkıntılı zamanlarımızda, az mı teklifsizce çalabileceğimiz bir kapı aradık. Haydi hatırlayıverelim bir… Kiminin eşiğinden döndük o kapıların, kimi yüzümüze kapandı, kimisi de hiç açılmadı nice zaman çalıp durdukta. İnsan birisinin her daim yarı aralık kapısı olmalı, çalmaya hacet bırakmadan huzurla içeri buyur eden. Uzaktan bakınca kalbimizdeki davetin ışığı süzülmeli o kapının aralığından. Çalacak kapı ararken yolunu kaybedenler, o ışığın izlerini takip ederek gelebilmeli çalınmadan içeri girilebilecek o kapının eşiğine.
İnsan birisinin bir şeyi olmalı, nasihati mesela…
Diliyle değil haliyle sabrı ve hakkı tavsiye eden bir nasihati olmalı insan birisinin. Asra yemin edenin hatırına işleyeceği salih amellerle birisinin hüsranına perde olmalı. Şahsiyetiyle bir başkasının omurgası olmalı, duruşuyla bir başkasının şahsiyet remzi. Kendisi için yaşamanın ölmekten beter olduğunu anlamalı ki insan, bir başkası yaşasın diye ölebilmenin yaşamaktan güzel olduğunu fark edebilsin.
Diyeceğim o ki dostlar, Ramazan geldi ve geçmesin. Biz birisinin bir şeyi olalım bu bayramdan tezi yok ve Ramazan geçip gitmesin.
Kimsesizlerin bayramı olalım, mahzunların mutluluğu, dertlilerin dermanı, kalbi kırıkların dostu, dizlerinde takat kalmayanların çalacak kapısı, hüsrana uğrayanların sükût içre nasihati…
Biz birisinin güzel bir şeyi olursak belki de bir olanın bir şeyi olmakla güzelleşiriz. Belli mi olur?
Hiç olmazsa hiç kimsenin acısı, hüznü, derdi, düşmanı, umutsuzluğu, hüsranı olmayalım ki çirkinleşmesin güzel yanlarımız.
Hayırlı Bayramlar…