Aşk HikayeleriSelahattin Süzer

“Oğlumun İstediği Kaykaylar” Hikayesi

Hikaye

“Oğlumun İstediği Kaykaylar” Hikayesi

Hikaye Oku: Sonbaharın muhteşem güzelliği vardı etrafta. Ağaçların yaprakları, kırmızı, mor, gülkurusu ve sarı renklere bürünmüş haliyle yaz bitmeden doğanın bize armağanı bir cennet gibi geliyordu. Günler kısalıyordu. Hava biraz serindi. Uçuş hattından beri üzerimden çıkarmadığım montum üzerimdeydi. Yakasını kaldırdım. Güneşin zayıflayan ışıltıları yemek masamın üzerinde gezinirken, kırmızı şarap dolu bardağımın rengini adeta okşuyor gibiydi. Tabağımdaki somun balığının yanındaki roka ve bir iki dilim avokadoya henüz dokunmamıştım. Hikaye

Bugün Danimarka’da son günümüzdü. Uçaklarımıza dönüş hazırlıkları için yaptığımız bakım ve kontrollerinden sonra bu muhteşem tabiatın kucağında son yalnız yediğim yemeğimdi. Kendimi ödüllendirmenin harika bir yolu. Yarın kısmet olursa Eskişehir’e döneceğiz.

NATO müttefik ülkelerin ortak savunma ve güçlendirme tatbikatı için geldiğimiz Danimarka’da ortak uçuşların, birlikte çalışmaların, birbirimizi tanıma, kaynaşma adına geçirdiğimiz güzel günlerin son günüydü. Akşam Türk Gecesi partisi yapılacaktı. Her hafta sonu bir ülkenin özelliklerini taşıyan gecelerinin ardından sıra bize gelmişti. Türk müziğinden, halk türkülerimizden, oyunlarımızdan örnekler vereceğimiz, ülkemizde yetişen sebzesinden meyvesine, yemek çeşitlerinden, rakımızdan sodamıza, baklavasından, çiğ köftesine kadar çeşitleri sunarak hazırlayacağımız bu özel geceye tatbikata katılan tüm ülkelerin askeri personeli davetli olacaktı.

Önümdeki tabağımdan aldığım bir parça balığın ardından tattığım kırmızı

Şarap dolu bardağımı masaya koyduğumda, omuzuma hafifçe dokunan ve “Hej Selahattin” diye seslenen İrina’nın sesiyle kendime geldim. İrina sarışın mavi gözlü, kısa saçları ve muhteşem fiziğiyle herkesin dikkatini çeken bayan yüzbaşıydı. Bir Rus pilotunun eşiymiş. Kocasını kaybettikten sonra Danimarka ordusunda uçuş hattında bakım subayı olarak görev yapıyordu. Güzel günlerimiz olmuştu İrina ile. Birlikte uçak bakımı yaptığımız, yemek yiyip, muhabbet ettiğimiz, birbirimize çay ve kahve ikram ettiğimiz günlerimiz olmuştu. İrina özellikle Türklere yakınlığıyla öne çıkan sıcak kanlı bir subaydı.

İnsanı etkisinde bırakan zarif, naif bir kadındı. Onu masamda görünce şaşırmıştım. Kendimi toplayarak “Merhaba” dedim. Fazlaca İngilizcem olmadığı için ayağa kalkarak memnuniyetimi gösterip, her zaman yaptığım gibi, vücut dilimi de kullanarak masaya davet ettim. Memnun olduğunu, kendisine yakışan tebessüm dolu yüzünden ve gülümseyen gözlerinden anlıyordum. “Deteren dejlig dag” Çok güzel bir gün dediğini yarım yamalak anlamıştım. Yemeğimi göstererek sizde alırmısınız dedim. “Fintıtak” Teşekkür ederim dedi. Masamdaki kırmızı şarabımı gösterdiğimde, İrina batmakta olan akşam güzelliği kadar huzurlu ve hüznü bile gözlerine yakıştıran edasıyla, kısa saçlarına eliyle attığı bir taraktan sonra, şarabı göstererek bir kadeh olabilir tavrı ömür boyu hafızamdan silemeyeceğim müstesna bir andı. Yeni bir kadeh istedim. Sonbaharın serin havasında birlikte şaraplarımızı yudumlarken, ikimizin de birbirimize söyleyeceğimiz o kadar çok şeylerin olduğunu bilmemize rağmen, bir müddet sessiz oturduk. İrina zarif bir incelikle masadan kalkarak elini uzattı. “God eftermiddag” “Farvel” “Vi ses i often” iyi günler, hoşca kal, akşam görüşürüz diyerek ayrıldı.

Danimarka’ya ilk geldiğimiz gün tesadüfen tanıştığımız bir Türk işçisinin oğlundan kâğıt bulamayıp avcuma yazdığım Danimarka’ca sözcükler vardı. Nedense ilk öğrendiğim sözcük “Ville du danse med mig” “benimle dans eder misiniz” olmuştu. Masamdan kalkıp gece için yapılacak hazırlıklara yardım etmek için gazinoya doğru yürüdüm.

Mutlu insanlar ülkesi Danimarka’da bütün hazırlıklarımız tamamdı. Gazino kapısında büyük bir Türk bayrağı muhteşem güzelliğiyle yerini almıştı. Gazino içerisindeki beyaz örtülü uzunca masaların üzeri Türk ikramlarıyla doluydu. Envai çeşitte yemekler, meyveler tatlılar, ekşiler, acılar. Çiğ köfte, içli köfte, çeşitli içkilerimiz, sigaralar, kuru yemişler, lokumlar. Self servis başlamıştı. Yemek tepsilerini dolduran misafirler çamların içerisinde, bahçeye kurulmuş masalarda yerlerini alıyorlardı. Botanik bahçenin ortasında Danimarka’nın sembolü haline gelen Andersen’in günümüze armağanı olan küçük deniz kızı heykeli duruyordu.

Bir masal gibi geçiyordu gece. Botanik bahçede herkes mutluydu. İçkimi tazelemek üzere gazinoya girdiğim de İrina ile karşılaştık. Yorgun gözlerindeki mutlu bakışları beni iyice kendine çekiyordu. Hiç konuşmadık ellerimizde içki kadehleri ile birbirimize bakıyorduk. İçerisi pek kalabalık değildi. Herkes bahçede gecenin tadına varmaya çalışıyordu. Kalp atışlarım artmıştı. Ellerimin terlediğini fark ediyordum. Birden yeni konuşmaya başlayan çocuklar gibi “Ville du danse mod mig” dediğimi biliyorum. Elimizdeki kadehleri bir masaya bırakarak dans etmeye başladık. Gazinoda hafif bir şarkı çalıyordu. Nil Burak “Yalnızım ben yalnızım”. Biz şarkının ritmine kendimizi bırakmıştık. Uzak ayrılıkları yakın kılan İrina’nın bakışları unutulacak gibi değildi. Başını omuzuma koymuştu. Olduğumuz yerde hiç konuşmadan müziğin etkisiyle sağa sola hafifçe hareket ediyorduk. Ne kadar böyle kaldık bilmiyorum. Birden müthiş bir alkış tufanı içerinde bulduk kendimizi. Bahçede oturan bütün konuklar kalkıp gelmiş bizi alkışlıyor, ıslıklar havada uçuşuyordu. Dansı bırakmış biz de alkışlarla onlara katılmıştık.

Ertesi gün hava hafif yağmurluydu. Kahvaltımızı yapmışlık. Saat on bire geliyordu. Valizlerimizi son kez gözden geçirerek tüm arkadaşlar uçakların bulunduğu piste doğru yürüdük. Uçaklar çalışmaya başlamıştı. Gece tüm malzemeler C-160 ve C-130 Uçaklarına yüklendiği için personelde uçaktaki yerlerini almaya başlamıştı. Ben de iki valizimi uçak makinistine doğru çekiyordum ki arkamdan birinin ismimi seslendiğini duyar gibi oldum. Bu sesi tanımıştım. Sesin geldiği yöne baktığımda İrina’nın elinde koca bir paketle bana doğru geldiğini gördüm. İrina elindeki paketi bana uzattı. Boğuk bir sesle “Farvel Selahattin” diyordu. Çok mutlu olmuştum. Teşekkür ederek uçaktaki yerimi aldım. Bir daha hiç karşılaşmayacağımız birinin size bir hediye ile güle güle demesi çok dokunaklıydı.  Bütün duygusallığım üstümdeydi. İnsan yaşamında, milyonlar harcasan böylesine yürekleri yaşartan anlar yaşamak mümkün olmayabilirdi.

Uçak kalkalı epeyce olmuştu sekiz saatlik bir uçuştan sonra İstanbul’da olacaktık.  Daha sonra Eskişehir için kalkacaktık. Ailemi özlemiştim. Merakımı yenemediğim için İrina’nın aldığı hediye paketini açtım. Şaşkınlığımı yenemiyordum. Tesadüfün böylesi olamazdı. Bulunduğumuz yer şehir merkezine sekiz on kilometre mesafedeydi. Bir gün önce mağazaların kapalı olmasından dolayı oğlumun çok istediği ve benim de üzülerek alamadığım tekerlekli kaykaylardı.

Selahattin Süzer Şair/Yazar

Hikaye, Hikaye Okuma, Hikaye Oku, Hikaye sitesi, Büyükler için Hikaye, Aşk hikayeleri, Romantik aşk hikayeleri, Anlamlı hikayeler, Hayat hikayeleri, hikayeler, komik, Kısa hikayeler,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu