Güzel Bir Hikaye; Kum Kaleler
Minik ve narin elleriyle kumsalın altın rengine çalan kumlarını, kovasına sımsıkı bastırarak dolduruyordu. Sonra kovayı ters çeviriyor, kovasını birden kaldırıyor. Fakat güneşin altında parlayan kumlar, bir türlü toplu halde kalmıyor, birden dağılıveriyordu. Başkalarının yaptıkları sapasağlam, görkemli, yıkılmaz ve ihtişamı andıran görüntüleriyle ne güzel de kale oluyordu.
Deniyor, deniyor, tekrar tekrar deniyor, fakat nafile. O minik elleriyle kovayı kumla doldurunca, küreğiyle var gücü ile kovadaki kumları bastırıyor. Sonra hep aynı. Bir türlü kumlar sağlam kuleyi andıran bir vaziyette kalmıyor, dağılıyordu. Yılgınlık ve umutsuzluktan gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
Tam o sırada omuzuna bir el dokunduğunu hissetti. Arkasına dönüp baktığında, güler yüzüyle kendisine:
“Ne o daha bir kule bile yapamamışsın?” dedi.
Ağlamaklı bir ifade ile ve dudakları titreyerek :
“Başaramıyorum, o kadar uğraşıyorum, bir türlü beceremiyorum. Ben kabiliyetsizin biriyim.’’ Sesini biraz daha yükselterek ‘’Olmuyor, olmuyor işte. Ne kadar da uğraşsam olmuyor’’ dedi. Ağlamaklı hali tamamen ağlamaya dönüştü.
Karşısındaki, sevgi dolu bir gülümsemeyle, samimiyet kokan sımsıcak bir sıcaklıkla ellerini tuttu. Ayağa kaldırarak görkemli görünen bir kumdan kalenin yanına götürdü.
“Ne güzel, ne büyük değil mi?’’ dedi.
“Evet, çok güzel ve büyük’’ diye cevap verdi.
“İstersen sen de yapabilirsin. Belki de bundan daha güzelini’’
“Nasıl? Görüyorsun, daha bir kule bile yapamıyorum.’’
Hiç cevap vermeden diz çöktü ve ona da diz çöktürdü.
“Kalenin dibindeki yani kalenin yapıldığı kuma bir dokun ve parmaklarınla ovuştur bakalım’’
Parmaklarını kuma batırır ve kumları ovalamaya, parmaklarıyla kumları karıştırmaya başladı.
“Kumlarda ne hissettin?’’ diye sorar.
“Bu kumlar ıslak’’
“İşte sen dalgalardan korkundan dolayı sahilin gerisinde kupkuru kumlardan kale yapmaya çalışıyordun. Bu sebeple kuru kumlar içinde birbirlerini tutacak, kendilerini birbirlerine bağlayacak bir bağ yani nem, ıslaklık olmadığı için hemen dağılıyorlar. Bu yüzden başaramıyordun.’’
“Fakat dalgalar yaptığım kuleleri yıkıyordu.’’
“İşin püf noktası burası. Dalgalardan korkmayacaksın. Fakat dalgaların üzerine de gitmeyeceksin. Dalgaların geldiği yerlerin hemen dibinde yapacaksın ki dalgalar sana zarar vermeyecek ve bolca ıslak kumdan faydalanacaksın. Bu taktiği uygularsan başarılı olursun. Hayat da böyledir. Başarılı olmak için korkularını yeneceksin. Aynı zamanda da onlardan uzak duracaksın, iç içe yaşayacaksın’’ dedi.
Sonra omuzlarından tutarak gözlerinin içine baktı. Umut aşılayan bir ses tonuyla ‘’Haydi şimdi tekrar dene bakalım’’ dedi.
Bu sözleri duyar duymaz hemen minik elleriyle işe başladı. Islak, yumuşak kumları kovasına doldurdu. Küreğiyle tüm gücüyle bastırdı ve ters çevirip kovayı aniden kaldırdı. Kumlar dağılmamış, bir yığın halinde kaldı. Sevincinden olduğu yerden zıpladı ve bir zafer narası attı. Başarmıştı. İlk kulesini yapmıştı. Hemen tekrar işe koyuldu ve kulelerin bir biri arkası geldi. Kendisine gösterilen o görkemli, ihtişamı andıran kaleden daha güzelini ve sağlamını yaptı.
Sevinç ve gururla yaptığı esere bakarken yanında bir alkış sesi patladı:
“Bravo! Çok güzel olmuş dedi. Demek kabiliyetsiz değilmişsin. Sadece yanlış yerde yanlış malzemelerle çalışıyormuşsun’’ dedi.
Doğru dercesine başını salladı. Kumdan kalesine uzun uzun seyre daldı.
Mesut AKDAĞ