Ağlatan HikayelerKahramanlık HikayeleriTarihten Hikayeler

Gerçek Bir Kahramanlık Hikayesi Fedai Osmancık Taburu XIII. Bölüm

Gerçek Bir Kahramanlık Hikayesi Fedai Osmancık Taburu XIII. Bölüm

Kanla Çizilen Türk Bayrağı

Ya Yüzbaşı Muzaffer! Bu kahraman yüzbaşı da çöllerde bıraktığımız arslanlardan biri. Ona, şehit olmadan evvel biz, “Dicle’nin şanlı arslanı” ismini vermiştik. Gözlerim gene yaşardı. Muzaffere kim acımadı ki… Kanı ile Türk bayrağını resmeden ve son emri veren kahraman, O da bir İstanbul çocuğu.

Beklediğim gecikiyor. İnşallah yüzbaşı Muzafferin de şanlı menkibesini bu deftere yazmaya muvaffak olurum. O kızgın çölde 1911 yılının Temmuz sıcağında gömüldü. Dicle sahillerindeyiz. Gayet sıcak bir gün. Irak cephesinin açıldığı günden bugüne seneler geçmiş. İngilizler bu uzun müddet zarfında buraya pek çok asker, top ve cephane yığdılar. Bizim başkomutanlık da bunun üzerine bir iki piyade alayı gönderdi. Fakat adet ve silah üstünlüğü bire on olmak üzere İngilizlerde. Hele Arapların pek çoğu İngilizler tarafına dönmüş. Bizim tarafta pek az Arap kaldı. Bunlar verdiği sözü tutan ve dinlerine bağlı olan Araplar. Bizimle beraber dövüşüyorlar. 

İngilizler bütün kuvvetleri ile hücuma geçtiler. Hedef: Bağdat… Biz de Bağdadı kaptırmamak için canımızı dişimize takmış, dövüşüyoruz. Diğer Türk piyade alayları da en az bizim fedai tabur kadar kahramanlıklar gösteriyor. Yüz başı Muzaffer de bu kahraman alaylardan biri olan 44 üncü piyade alayının 9 uncu bölük komutanı.

Felahiye civarında şiddetli bir savaşa tutuştuk. Düşman sağ yanımızdan arkamıza sarkmağa başladı. Bu sarkışı durdurmak vazifesi ihtiyatta olan Muzaffer yüzbaşının 9 uncu bölüğüne verildi.

Yüzbaşı Muzaffer piyade mangalarını kızgın kumların içine mevzilendirdi. Askerlerine verdiği ilk emir şu idi:

– Düşmanın ilerleyişini soğukkanlılıkla bekleyeceksiniz. Ben emir vermeden ateş etmek, hücuma kalkmak yok.

9 uncu bölüğün arslanları düşmanı hakikaten büyük bir soğukkanlılıkla beklediler. Düşman 200 metreye kadar yaklaşmıştı. Düşmanı uzaktan karşılamayışımızın sebebi, cephane yokluğudur. Düşman su gibi cephane harcarken biz elimizdeki pek az olan cephaneyi pek hesaplı harcamak mecburîyetindeyiz. Çünkü geriden cephane gelmesinin ihtimali yok.

Düşman 200 metreye gelince yüzbaşı Muzaffer elindeki tabancayı ateşledi. Bunun üzerine mevzilerdeki bütün bölük erleri hep birden yaylım ateşine başladı. Mesafe yakın…. Türk askeri de nişancı olduğundan ilk anda bir hayli düşman kırıldı. Şaşırdılar ve canlarını kurtarmak için kumlara gömüldüler.

Bu suretle yüzbaşı Muzaffer kendisine verilen vazifeyi ifa etmiş oluyordu. Çünkü düşman gömüldüğü kumlardan bir daha başını kaldıramamış. Yani olduğu yerden bir adım ilerleyememişti. Bu suretle geriden çevrilmemiz tehlikesi şimdilik ortadan kalkmıştı.. Şimdilik diyoruz. Çünkü düşman komutanı ilerleyişin durduğunu anlayınca buraya bir alay kadar takviye kuvveti gönderdi.

Korkunç bir mücadele oldu. Yüzbaşı Muzaffer, şehit düşen bir erin tüfeğini aldı Erlerinin başında ateşe başladı. Sonra bu tüfeğe süngü takarak, mevzilendiği yerden ayağa fırladı :

– …… Allah, Allah, diye kükreyerek düşmanın üstüne atıldı.

Muzafferin bu cesareti bütün bölüğe sirayet etmişti.:

Hepsi süngü takarak önlerindeki yüzbaşı Müzaafferi takip ettiler. Türkün süngüsüne hiç bir millet dayanamaz. Düşman panik halinde kaçmağa başladı. Şimdi bu bölük, yani bir avuç kahraman, bir alaydan fazla düşmanı kovalıyordu.

Yüzbaşı Muzaffer süngü elde koşuyor, yaralanan şehit düşen Mehmetcikleri sırtına alarak: kumtepeleri arkasına taşıyordu. Bu hengâmeden kurtulan Mehmetciklerin anlattığına göre, Muzafferin cesareti görülecek bir kahramanlık sahnesi imiş… Fakat ne yazık ki bir semeri kurşun Muzafferin gırtlağından girip çıkmış. Muzaffer pek ağır surette yaralanmış. Konuşamaz olmuş. En fenası da bu imiş. Askere emir veremiyormuş, kaybettiği kanın bitkinliği ile yürüyemez olmuş. Fakat Muzaffer yüzbaşı geri kalmamış, çavuşunun omuzuna dayanarak kaçan düşmanın peşinden bir müddet daha gitmiş, fakat nihayet takatı kesilmiş. Çavuşunun kolları arasına yığılıp kalmış. Çavuşu, onu kucaklayarak cılız bir çöl ağacının gölgeliği altına yatırmış.

Muzaffer yüzbaşının gözleri gene harp meydanında… Düşman kaçıyor, kahraman bölüğü kovalıyor.

Son emri Vermek icabetmiş. Konuşamadığı için eli ile işaret etmiş:

– Bana kalem kağıt verin…

Çöl ortasında kalem kâğıt bulamamışlar. Yalnız kahraman çavuşu göğsünden bir zarf çıkarmış. Bu zarf, köyünden gönderilen mektubun zarfıdır:

Yüzbaşım, demiş. Kâğıd buldum amma zarf bulamadım.

Muzaffer yüzbaşının gözleri yerlerde bir şeyler araştırıyordu. Bir çöp buldu. Bu çöpü gırtlağından kan akan deliğe soktu. Sonra bu çöpü zarfa değdirdi. Kırmızı kanla evvelâ kelimei şahadeti yazdı. Sonra askerlerine hitaben şu son emri yazdı:

(Bölüğün cesaretinden pek memnunum. Sonuna kadar sizinle beraber olamadığım için müteessirim. Fakat gönlüm sizinle beraberdir. Eğer ölürsem hakkınızı helâl edin. Düşmanı kovaamağa devam edin.) 

Muzaffer, bu son emrini, kalem yerine kullandığı çöpü birkaç defa gırtlağına batırmak suretiyle yazmıştı. En altına imzasını attı. Sonra bir Türk bayrağı resmi çizdi. İmzasının yanına koydu. Fakat tam olarak bayrağı kırmızı yapmak mümkün olmamıştı. Çünkü artık gırtlağından kan akmıyordu. Kanı, son damlasına kadar akmış, Muzaffer yüzbaşı ula Tanrıya kavuşarak şehit olmuştu.

(Hiçbir milletin tarihinde olmayan bu kahramanlık hâdisesini tespit eden yarım kalmış bu bayraklı zarf bugün Askerî müzede saklanmaktadır.)

Hey koca yüzbaşı… Senin gibi Şahadet her kula müyesser olmaz. Seni kızgın Irak çöllerinde bıraktık ama kahramanlık bütün tarihlere bir ibret ve nümune olarak geçti.

Irakta büyük bir galibiyetimîz vardır. Kaymakam Halil bey bir İngiliz kolordusunu, kumandanları general Tavshent, ile beraber esir etmiştir.

Askerî mütehassısların hâlâ akıl erdiremediği bu galibiyeti de defterime yazmak isterdim. Fakat buna imkân bulamayacağım. Çünkü bir takım karaltılar gördüm. Galiba sağdan soldan çevriliyorum. Bu büyük galibiyeti nasıl olsa tarihler yazacaktır. Şimdi defteri kapamak, gelenlerin dost mu, düşman mı olduğunu anlamak lâzım.

Reşat İleri – Kahramanlar Dergisi 15 Ekim 1954

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu