Düşündüren-Eğitici HikayelerMehmet Akif Önder

Hikaye Oku; “Çocuk Olduğum Yılların Düğünleri”

Hikaye Oku; “Çocuk Olduğum Yılların Düğünleri”

Hikaye Oku; “Evlen Benimle”, “Dest-i İzdivaç”, türünden evlilik programları olmadığı gibi; “yıldırım aşkı” ya da “yıldırım nikahı” da yoktu o yıllarda.

Evlilik kutsal bir müesseseydi ve şimdiki gibi ailelerin, çiftler evlendikten sonra haberleri olmuyordu.

Evlilikler “ağız tadı” denilen tatlı töreniyle başlayıp “şerbet” denilen nişan töreniyle devam eden ve düğün denilen bir şölenle sona eren merasimler bütünüyle gerçekleşiyordu. En az bir-iki yılı bulan bir süreç gerekiyordu evlenmek için.

“Görücü Usulü” evleniliyordu ama, bu usul çağdaşlaşıp(!) televizyon programlarına dönüşmemişti.

“Allah’ın emri, peygamberin kavli” ile kız isteniyordu önce. Arkadaş olabilir miyiz?, Benimle çıkar mısın? Soruları bilinmiyordu daha.

Eğer kız verilmişse birlikte getirilen “lokum” ve “bisküvi” (pisgevit) çıkarılıp ortamda bulunanlara ikram ediliyordu; şampanyalı, viskili masalar olmadığından. “Küçük tatlı” veya “erkek tatlısı” deniliyordu buna. Ve eşin-dostun, konu-komşunun davet edildiği “büyük tatlı” ya da “ağız tatlısı” denilen tören için tarih belirleniyordu.

“Büyük tatlı” nın ardından nişan töreni (şerbet içmek) için gün belirlenip hazırlıklar başlıyordu.

Düğünler genellikle sonbaharda yapılıyordu günümüz günübirlik düğünlerinin aksine. Hem büyük çoğunluğu çiftçi olan insanımızın işlerini bitirmeleri ve hem de dünürlerin hasat ettikleri ürünleri satıp paralanmaları açısından… Birde sonbahar mevsimi köylü vatandaşın “yıllık izni” ni kullandığı kışı da içine alan uzun bir tatil mevsimi oluyordu.

Düğünden bir hafta önce kız evinde kızın el emeği-göznuru ile hazırladığı çeyizleri sergilediği ve bu sergiye eşin-dostun davet edildiği bir tören düzenlenirken erkek evinde “düğün ekmeği” yapılıyordu yine konu-komşunun davet edildiği. Tabi bu törenlere katılanlar ellerinde karınca-kararınca çam sakızı-çoban armağanı hediyelerle genç çiftleri destekliyorlardı.

O yıllarda süslü-püslü kağıtlara bastırılarak zarf içinde yollanan davetiyeler bilinmiyordu. Bilenlerde pek rağbet etmiyordu buna. Düğüne katılacakları bir kağıt parçası ile davet etmek basit geliyordu insanlara. O yılarda “yol” yada “okuntu” denilen çorap, bardak, gömlek, havlu ve elbise kumaşı gibi davet edilecek kişinin yakınlığına göre büyüklüğü değişen hediyeler kullanılıyordu davetiye yerine. Ne kadar büyük okuntu gönderilmişse davet edilen kişi o oranda büyük bir hediye ile düğüne katılıyordu.

Bir de, yeni çiftler için çeyiz alımı gerçekleşiyordu düğün öncesi. Önce kız tarafı erkek tarafına çeyiz olarak istediklerini bildiriyorlar üzerinde anlaşma olursa beraberce gidip alınıyordu.

Artık düğün hazırlıkları tamamlanmıştır. Düğün cumartesi sabahı erkenden erkek evinde bayrak dikme töreni ve davul-zurna eşliğinde başlıyordu. Bayrak direğinin olabildiğince yüksek(uzun) olmasına dikkat ediliyordu ki her taraftan görülebilsin. Bayrak dikilmeden önce bayrak direğinin ucuna elma, ayva veya soğan bağlanması da adettendi. Düğün süresince çocuklar bu meyveyi düşürmek için çaba harcıyor ve düğün bitiminde damada verip bahşiş alıyordu. Bu meyvenin gelinle damat tarafından yenmesi de adettendi. Bereket, bolluk sembolüydü bu… Dikilen bayrak direği zincirle bir yerinden bağlanarak kilitlenirdi sonra. İşte “gerdek akşamı” damat bu kilidi “bahtlarının kilidi” açılsın diye açardı.

Bayrağın dikilmesi düğünün başladığının ilanıydı ve davetliler yavaş yavaş düğüne gelmeye başlardı. Herkes imkanları ölçüsünde süt-yoğurt, çay-şeker ve benzeri hediyelerle gelirdi düğün sahibine katkı olsun niyetiyle. Düğüne gelenler davul-zurna ile karşılanır ve çeşitli ikramlarda bulunulurdu. Bazı davetliler süsledikleri koyun ya da keçileri getirirdi düğüne hediye olarak.

Davul-zurna eşliğinde oynanan oyunlara doyum olmazdı o yıllarda. Orkestra bilinmiyordu daha… Salon düğünlerinin yapılmasına yıllar vardı. Tüm düğünler seyirlik tadında geçerdi en kalabalığından…

Büyük bakır kazanlarda yemekler yapılırdı birde… Öğle olunca tüm davetlilerle birlikte yenilirdi sonra. Düğün sahibinin tabağı, kaşığı yeterli olmazdı onca davetliye. Komşulardan tabak, kaşık takviyesi yapılırdı yardımlaşma tadında.

Yemek sonrası hısım-akrabadan, konu-komşudan kız toplanırdı davul eşliğinde. Yani kızı olanın evinin önüne davul-zurna eşliğinde gidilir ve düğüne davet edilirdi nezaketen. Sonra hep birlikte kız evine doğru yürüyüşe geçilirdi yine davullu, zurnalı. “İkindi Kınası” na gitmek denirdi buna. En önde de süslenmiş bir koyun yada keçi olurdu her zaman. “Kına Davarı” denirdi buna. Birkaç saat kız evinde kalınır ve tekrar dönülürdü sonra…

Akşam yemeğinin ardından tekrar kına yakmak için kız evine gidilirdi. Halaylar çekilir, oyunlar oynanır, hep birlikte eğlenilirdi vesselam… Oyun demişken “orta oyunu” tadında olurdu bu oyunlar genellikle. Deve yapılır, erkekler kız kıyafetleri giyer, ayı ve cin kılığına giren gençler olur….

Bu arada köyün gençleri tarafından yarı şaka yarı ciddi, damat evinden tavuk yada koyun çalındığı olurdu. Bir tür adetti bu o yıllarda. Ev sahibi bunu bildiğinden tavuğun ya da koyunun en kötüsünü ayırıp kolay bulunacak bir yere koyardı genellikle. Gençler için bir tür bahşiş olurdu bu…

Uzun süren eğlencenin ardından sıra kına yakma törenine gelirdi. Önceden hazırlanan kına tüm davetliler huzurunda yakılırdı kına türküsü eşliğinde. Bu arada “kına çerezi” dağıtılırdı tüm davetlilere… Ardından tekrar damat evine dönüş başlardı. Ve geç saatlere kadar devam ederdi eğlence…

Ertesi gün erkenden gelin alma hazırlıklarına başlanırdı hummalı bir şekilde. Eğer bulunabilmişse bir araba süslenir yoksa gelin ya bir at sırtında veya yürütülerek getirilirdi.

Gelin getirildiğinde eve girmeden önce damadın annesi ve babası tarafından geline hediyeler bağışlanırdı en değerlisinden. Bu ya bir inek olurdu zamanın şartlarına göre ya bir miktar tarla…

Bir kadın yüksekçe bir yerden gelin ve damadın üstüne içinde; buğday, şeker, para, fıstık vb. bulunan bir karışım serperdi evliliğin bereketli olması için. Evin giriş kapısında cam şişe kırmak ve kapının girişine yağ sürmekte adettendi yine.

Topluca yenilen öğle yemeğinin ardından düğün sona ermiştir artık. Davetliler yavaş yavaş çekilirdi evlerine.

Yatsı namazını müteakip eve getirilen imam yeni çiftlerin nikahını kıyardı şahitler huzurunda. Ve günlerin yorgunluğu üzerinde olan ev sakinleri dinlenmeye çekilirken yeni evli çiftte kendi odalarına çekilirdi.

Sonra mı?.. Sonra………..

Anlamışsınızdır herhalde?..

Sabah yine bir hazırlık başlardı erkenden. “Baş” denilen tören olurdu evde. Eş-dost, hısım-akraba, konu-komşu hediyeleriyle birlikte tekrar düğün evine gelirdi. Genellikle para getirilirdi bütçeler oranında. Yeni çiftlere destek olmak amacıyla.

Bu kısa yazıda çocuk olduğum yılların düğünlerini yalnızca kaba hatları ile anlatmaya çalıştım. Mutlaka anlatacak daha çok şey vardır. Ama o yılların düğünleri daha samimi, daha toplumsal ve daha yardımlaşma ruhu içindeydi…

Bu günkü gibi “pazara kadar” değil “mezara kadar” evli kalmak niyetindeydi insanlar…

Mehmet Akif Önder

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Çok güzel yazmışsınız teşekkkür ederim. Kırıkkaleliyim bizde de adet aynıdır. ama bilmediğim şeyleri öğrenmiş oldum. Bizim köy düğünlerimiz aynen devam eder. Ama bayrak cumartesi değil bizde Cuma namazından hemen sonra kalkar düğün üç gün sürer..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu