Çok Güzel Bir Hikaye: “Karabaş”
Kendimi bildim bileli hayvanları severim, bilhassa sokak hayvanlarını. Biz evde hayvan besleyecek kadar yerleşik düzene bir türlü geçemediğimiz için sokak hayvanlarıyla yetinmeye çalışıyoruz. Otelleri saymazsak üç yerde evimiz var. Hangisine gitsek çok geçmez mahallenin kedileri bizim kokumuzu alır gelirler. Biz bunu bildiğimiz için gelirken onların sütünü, ekmeğini alır hazırlarız. Onlarda kokularını mı alır nedir bilinmez koşar gelirler.
Burada kedi yok. Otel ormanın içinde olduğu için galiba, bilemiyoruz. Burada da bir köpek bulduk. Otelin önünde daha önce hiç karakterine aşina olmadığımız bir köpekle karşılaştık. Neden aşina değiliz açıklayayım. Köpek dediğin sırnaşır, kuyruk sallar, pati atar, yani yapar bir şeyler. Bu öyle değildi. Sadece bi kere yanımıza yaklaştı bir süre durdu ve gitti. O kadar iri yarı bir köpek değil, elimi uzatıp sevebilirdik, ama istemedi. Bir süre sonra, yemekten artan bir parça eti hanım çantasına koydu. Akşamüstü yürüyüşe çıktığımızda denk gelirsek veririz düşüncesiyle. Yine kapıdaydı, gel diye bahçenin kuytu bir köşesine çağırdık. Bir parça eti önüne attık. Burada da bir tuhaflık var, aç olduğu her halinden belli, fakat yemek yedirirken ek besine yeni başlamış bebekler gibi bi tavırlar nazlanmalar. Resmen lokma lokma vermek gerekiyor. Başka köpek olsa önüne koyduğun anda bitirir bu öyle değil. Asla göz teması kurmuyor, yavaş yavaş yiyor.
Bir süre asla peşimizden gelmedi bizi rahatsız etmedi korkutmadı. Sonra alıştı, ne zaman otelden dışarı çıksak, bizim kokumuzu alır, saklandığı yerden çıkar, koşar gelir. Yürüyüş yapıyorsak bize eşlik eder. Arabayla gidiyorsak boynunu büker üzülür, arkamızdan bakar.
Verdiği sevgi o kadar muhteşem ki hala çok yakın durmuyor ama artık sevdiriyor kendini. Otele her dönüşümüzde kapıda oluyor. Sevinçten önümüzde zıpzıp zıplıyor.
Köpeklerin bu kadar ilginç bir hayvan olduğunu bimiyordum. Bunlar da az kedi kadar sevimliymiş… Neden en çok beslenen iki hayvanın birinin köpek ve diğerinin kedi olduğunu karabaşı tanıyınca anladım. Kedileri tanıyordum, çocukluğumuzda evimizde bizimle beraber yaşardı. Memleketten ayrıldıktan sonra da sokak kedileriyle tanışmıştım. Onları iyi tanıyordum, ama köpekler en az kediler kadar sevimliymiş. Köpekler daha sadakatli. Sadakat, sahiplenme duygusunun arzı ve talebidir. Köpek buna en iyi ve kolay cevap verendir. En kolay sahiplenilebilen. Daha on gün geçmeden dost olduk. Kolay kolay sizden vazgeçmeyen. Köleniz olmaya hazır. Kedilerde ise gelişmiş olan, özgürlük duygusudur, sadakat değil. Ama gene de en az köpek kadar beslenen bir hayvandır kedi…
Karabaş sevgiyi, sadakati, dostluğu, her türlü hatamıza rağmen bize karşılıksız sunmaktan asla vazgeçmiyor, bizimle gülüyor, bizimle ağlıyor, cesur, akıllı, ailenizden biri gibi. Kardeşimiz gibi güvenebileceğimiz, çok ama pek çok seveceğimiz eşsiz bir canlı türü. Kim ne yerse yesin kuyruk sallayıp ortak olmaya çalışan ve nasıl sevimli görüneceğini bilen akıllı bir yaratık. Aylarca aç bırakılmış gibi gözlerini kırpıştırıp yemek dilenebiliyor. Ama aç değilse verilenleri yemiyor. Götürüyor, bir ağacın altına saklıyor. Ama her zaman da aynı yere saklamıyor. Yani bu gün bulup bugün yiyen çingen tabiatlı değil, yarını da düşünebilecek kadar akıllı ve sevimli bir hayvan. Evet evet sevimli… Hem de çoook.
Dostluğuyla bize güven veriyor, bizi hiçbir zaman satmayacak gibi gözüküyor, arkanızdan hiç konuşmuyor, dedi kodu yapmıyor, başınızda hep bekleyecek bir dostumuz var artık. Bizimle yürüyüşlere çıkan yanıbaşımızda sıcak ve çabuk atan bir kalp var. Kulaklarını dikip kafasını yana çevirince tüm içimiz eriyor, öyle bir tatlı bakışı var ki.. Genelde hep önde gidiyor. Arada bir duraksayarak arkadan bizim gelip gelmediğimizi kontrol ediyor. Yol ayrımlarına varınca durup bekliyor. Bizim gideceğimiz yön belli olunca, “hadi çok oyalanma, bir an önce gelin. Etraf tehlikeli. Hadi canım, hadi güzellerim benim, hadi gelin!” der gibi bakıyor, sonra yoluna devam ediyor. Sessiz kendine has edasıyla bize eşlik ediyor.
Öyle uyanık ki, gördüğü herkese belli bir mesafeden boynunu bükerek bakıp, iç paralayıcı, direkt acıma duygusuna oynayıcı sesler çıkararak ya mama ya da sevilmek istiyor. Tabii kimse dayanamıyor onun bu hallerine, birbirimizden habersiz hayvana habire mama ve su verip duruyoruz. Yemekten ve sevilmekten bitap düşüyor neredeyse. Öyle de uyanık ki diyelim bize doğru acıklı acıklı ses ve bakışlarla kendini belli ediyor. Bizden bir hareket göremezse, hemen neşeli haline dönüp başka birine doğru ilerliyor ve ona da aynı numaraları yapıyor. Böyle böyle kişiden kişiye geçerek karnını bir güzel doyurtuyor. Normalde neşeli ve hareketli bir köpek. Ama bir insan görünce, otomatik olarak gözlerini kocaman açıyor, boynunu büküyor ve ciğer delen bir sesle o insana doğru tiyatrosuna başlıyor. Otelde de biz hariç herkesin işi var galiba, bir Allah’ın kulu kalkıp bahçeye çıkmıyor. Başka insan olmayınca bize doğru acıklı seviyesini arttıra arttıra sesleniyor. Başımıza dert aldık galiba ama, bir de tatlı ki ayrılırken ne edeceğiz bilemiyorum?
Onun kuyruğunu sallaması, onun heycanlanması, onun ön patilerini uzatıp ve kafasını eğip alttan alttan bakması, onun yemeğini yemesi, onun uyuması, onun havlaması, gelip kendini sevdirmesi, birşey istediğini anlatmaya çalışması; hepsi bir başka, hepsi bir sevinç bizde. Soruyoruz ona arada mutlu musun diye. Öyle zannediyoruz ki çok mutludur. Umarım biz gidince de otele bizim gibi biri gelir. Onun işi kolay biz onsuz ne yapacağız bilemiyorum.
Sadece bize değil, birçoklarına öğrettiği veya hatırlattığı, merhamet duygusu için minnettarız. Teşekkür ederiz karabaş, mutlulukla ve sağlıkla yaşa. Seni çok seviyoruz.