Hikaye “Süper Kahraman” 1. Bölüm
Çocukken tek istediğim bir süper kahraman olmaktı. Kırmızı pelerinim ile göklerde süzülmek, örümcek ağlarımı atıp damdan dama dolaşmak, gözlerimden ateş çıkartarak ocağın altını yakmak istiyordum. Suçluları yakalayıp İstanbul Emniyetine teslim etmek, halkın sevgisini kazanıp gönüllerde taht kurmak ve bu süper güçlerimi insanlardan saklayabilmek için türlü türlü şaklabanlıklar yapıp çeşitli triplere girmek tek hayalimdi.
Şu an bu saydıklarımdan sadece ocağın altını yakabilmeyi becerebiliyorum. Onu da mahalledeki bir milyoncudan aldığım ince uzun çakmak sayesinde yapabiliyorum. Güzel bir çakmak ama. Seviyorum çakmağımı. Öyle hemen iki çakışta gazı biten çakmaklardan değil. Sizi tencerenin içindeki soğuk makarna ile baş başa bırakarak “ne halin varsa gör, benden bu kadar” deyip, hayırsız sevgili gibi çekip gitmez yanınızdan hiçbir zaman. Bir şekilde ısıtır o makarnayı size. Yedirir, karnınızı doyurur, üstünüzü örter. Çakmak değil sanki bir anne.
Hemen alt kısmında bir ayar düğmesi var. Bu sayede ister çoğaltıyorum süper güçlü alevimi, ister azaltıyorum. İstersem de misafirliğe gelen arkadaşlara şaka mahiyetinde, alev gücünü son seviyeye getirip, sigara yakmaları için uzatıyorum. Birkaç arkadaşımın bu süper gücümden dolayı kaşı yok mesela. Sıfır kaşlılar. Her şeyin bir bedeli var. Benim gibi bir süper kahraman ile arkadaşlık yapmanın bedeli de bu işte. Sıfır kaşlılık.
Sonuçta ben süper kahraman olabilmek için hayatımın 3 koca yılını harcadıysam sen de iki tel kaşından fedakârlık edebilmelisin. 10 yaşında bir çocuk için hayatının 3 yılı ne demek bilir misin? 7 yaşımdan 10 yaşıma kadarki 3 yılımı süper kahraman olabilmek için çeşitli faaliyetlerle geçirmiş bir adamım ben. O güne kadar süper kahraman olmak için bildiğim, gördüğüm ne varsa, şuursuzca ama büyük bir zevkle uygulamış bir adamım. O zamanlar canım çok acımıştı ama yine de vazgeçmemiştim bu sevdadan.
Şimdi hatırlıyorum da o günleri. Allah belasını versin o günlerin. Evet, evet kesinlikle o günlerle birlikte bütün süper kahramanların Allah belasını versin. Superman’in ayrı, Batman’in ayrı, Spiderman’in ayrı ayrı belalarını versin. Özellikle bu 3 sigortasız, işsiz güçsüz, bir baltaya sap olamayıp, damdan dama atlayıp hala bekâr hayatı yaşayan hergelelere benzeyeceğim diye çok canım acıdı benim. O zamanlar o kadar canım acıdı ki, artık vücudumda acı kalmadı. O yüzden birçok şeye canım acımıyor artık.
İşte o canımın acıdığı günlerden birinde mahalledeki elektrik trafosunun içine girip bileşik kaplar deneyi yapmıştım. Her mahallenin bir elektrik trafosu vardır. Dolayısıyla her mahallede olan bu trafo, bizim mahallede de vardı. Fakat diğer mahallelerin bizim mahalleden bir eksiği vardı.
Diğer mahallelerde, “yüksek düzeyde elektrik akımına tutulursam süper güçlerim olur” diye sessiz, sakin ve masum bir hayat geçiren o elektrik trafosunun içerisine girip bileşik kaplarla deney yapmaya çalışan bir ben yoktu. O yüzden diyorum benim canım yanmaz diye. Mecaz değil yani gerçek. Daha 7 yaşında elektrona, protona, nötrona kafa tutmuş bir adamım ben. O yaşlarda o kadar acı çekince, doğal olarak bütün acı stokların tükeniyor. Bu yüzden şimdilerde acı çekemiyorum. Gerçi o günkü trafo maceram apartman görevlisinin beni kovalamasıyla yarıda kalmıştı.
O görevlinin de Allah belasını versin. O olmasaydı belki şu anda ben de bir süper kahramandım. O görevli o gün deneyimin tamamlanmasına izin vermedi diye ben süper kahramanlıktan vazgeçecek kadar akıllı değildim henüz o yaşlarda. Daha 7 yaşındaydım ve çok hırslıydım. İnsanlığın bana ihtiyacı vardı çünkü. Uzun zamandan beri bir süper kahraman çıkmamıştı piyasaya. O yüzden tam gaz devam ettim çalışmalarıma.
Bu trafo olayından yaklaşık on gün sonra, hayvanları sevelim, onlarla iletişime geçelim diye bir okul gezisiyle bizi Paşaköy’de bir çiftliğe götürdüler. Belli ki bize o yaşlarda hayvan sevgisi aşılayarak vatana ve millete hayırlı bir evlat olmamızı istiyordu Milli Eğitim Bakanlığı. Kötü bir niyetleri yoktu. Yalan yok, hepimizde bir hayvan sevgisi oluştu o gün. Fakat bende bir tık fazla oluştu.
Milli Eğitim Bakanlığı amacına ulaşmıştı. Kendimi hormonlu tavuklarla, besili koyunlarla, semirmiş buzağılarla kucak kucağa buldum bir anda. Belki de aradığım fırsat tam olarak buydu. Sonuçta Örümcek Adam’ın nasıl ‘Örümcek Adam’ olduğunu çok iyi biliyordum. Öyle ya o küçücük örümcek bir ısırığıyla neler yapmıştı Peter Parker’a. O minicik örümceğin yaptığını bu etli butlu tavuklar, bu semirmiş koyunlar, bu sevimli kuzucuklar mı yapamayacaktı?
Yapamadılar…
Ne bir ısırık aldılar benden, ne tadıma baktılar, ne yanıma yaklaştılar. Ne gıdakladılar, ne “mee”lediler. Tam 4 saat yatıp yuvarlandım yanlarında. Bir tanesi bile tenezzül etmedi bana. Hâlbuki yanlarına gelirken ne hayallerim vardı.
Belki bir tavuk gagalasaydı beni, hoop ‘Tavuk Adam’ oluvermiştim. Suçlulara, bir gece önceden hazırladığım, kuluçkadan yeni çıkmış sıcak sıcak yumurtalarımı mermi gibi saydırırdım. Çelik gibi gagamla açamadığım kapı, kıramadığım duvar kalmazdı. Şu anda insanlık, gezen tavuk yumurtası yiyelim diye fahiş fiyatlara yumurtalar satın almak zorunda kalmazdı. Sadece gezen değil, uçan, kaçan, konan, kerkinen ‘Tavuk Adam’ yumurtalarımla beslerdim bütün Orta Doğu ve Balkanları. Ama olmadı, o tavuklar beni ısırmadı.
Tavuklar beni ısırmayınca kuzuların da canı çekmedi demek ki. Belki de onlar da haklıydı. Zira benden ‘Kuzu Adam’ da olmazdı. Ağustos’un ortasında kıvır kıvır yünlerle, kalın kalın postlarla İstanbul gibi bir keşmekeşin içerisinde bunalırdım ben. Suçlu mu kovalayayım, kentin asayişini mi sağlayayım, hırlısıyla ayrı hırsızıyla ayrı mı uğraşayım, yoksa o yünden, posttan pişik olmuş apış aralarıma pudra mı yetiştireyim? Olmazdı. Ortalıkta sünnet çocuğu gibi dolaşan bir süper kahramana kimse tenezzül etmezdi zaten.
Belki o gün hayvancıklar günlerinde değillerdi, belki okul gezisi olduğu için kalabalıktan korkmuşlardır diye daha sonra muhtelif zamanlarda birçok kez daha gittim o çiftliğe. Ama bırakın ‘Tavuk Adam’ olmam için bir tavuğun beni gagalamasını, bir kuzucuk dahi beni ot yerine koyup geviş getirmedi benimle. Ama yılmadım, yılamazdım. İçimdeki süper kahraman olma aşkı günden güne o kadar büyümüştü ki, vücudum eylemlerime karşı koyamıyordu bir türlü.
Aklım ve fikrim “yapma oğlum, etme oğlum, ele güne rezil oluyorsun oğlum” derken, kalbim ve ruhum, “uçacaksın, uçacaksın, havalara uçacaksın” diye içimde Gülben Ergen şarkıları söylüyordu.
Gülben kesinlikle haklıydı, uçacaktım. Bir şekilde uçmalıydım. En kötü Hazerfan gibi salacaktım Galata Kulesi’nden kendimi boşluğa. Kararlıydım.
İlkay Demir
hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye yaz, hikaye yazma, super kahraman,