Açık mavi gözlerinden yaşlar boşanıyordu.
İçeride kimseler kalmamış gibiydi. Marina ağır ağır geldi. Hiçbir şey söylemeyen gözlerle beni süzdükten sonra onu omuzlarından tutarak sarstı:
-Kalk Gravila, gene sarhoş oldun. Eve nasıl gideceğiz?..-
Gözleri çivilenmiş gibi, erkeğin ağlamaktan sarsılan başına bakıyor ve anlaşılmaz ışıklarla, gizli bir muhabbete benzeyen bir parıltı ile yanıyordu. Yüzünde bir an onu kucaklıyormuş gibi bir tatlılık belirdi. Fakat hemen silindi. Şimdi bu çehrede demin gördüğüm sarsıcı melankoliden başka bir şey yoktu. Aman Yarabbi, bu kadın ne kadar azap çekiyordu.
Daha fazla duracak ve bu sahneyi seyredecek kudretim kalmadığını hissederek yerimden fırladım. Sudan bir veda ile kendimi dışarı attım. Sabah yaklaşmıştı. Kafama serinlik veren bir sisin içinde yürümeye başladım. Büyük şehir bütün karmaşıklığı, sonsuzluğu içinde sessiz sedasız uyuyor ve koynunda birbirine benzemez milyonlarca insan ve macera saklıyordu. Esmer taş duvarları aşan bir muhayyile için bunun tasavvuru bile korkunçtu. Fakat bir insan kalbi bu şehirden daha karmakarışık, daha uçsuz bucaksız değil miydi?