Bahadır Efsanesi 2. Bölüm
Yıllar geçti, Bahadır 14 yaşına geldi, Bahadır bu sürede tarlada babasına yardım etti, atlarla ve koyunları ile ilgilendi, defaatle koyunlar üzerinde yeni yeni deneyler yaptı ama en sonunda artık otları iyice anladığından onları hasta etmek yerine tedavi eder hale geldi. Zaman zaman atına atladı çevre köyleri gezdi, bazen biraz para kazanmak için topladığı şifalı otları sattı. Ancak bu sakin hayat Bahadır’a yetmedi. (Bahadır’ın çocukluğuna dair birkaç kısım daha yazmak niyetindeyim. Bu hikayenin son hali değildir)
Bahadır bir gün babasına “Baba, izin ver okumaya gideyim, işim mesleğim olsun, sende artık beni düşünme, Anam için ağlayıp durma, halam sana bir kısmet bulsun, evlen.” Halil oğluna “Oğlum gitmek istersen git, yolun açık olsun. Evliliğe gelince, bana karışma.” dedi. Ardından “Sana verecek param yok fakat atının yanı sıra koyunları yanına al, koyunları kasabada sat, o para ile Taşhisar medresesine git, oradaki hocaların methini çok duydum. Her ne iş yaparsan yap o işin ustası ol oğlum.” Baba oğul kucaklaştı, Bahadır babasının tavsiyesine uyup yıllar içinde babasının baş edemeyeceği kadar kalabalıklaşmış yüz koyundan oluşan koyun sürüsünün yanına aldı, babası koyunlarla uğraşmak, çoban bulmak istemediğinden koyunların hepsini Bahadırın yanına vermişti, zaten atlar geleli beri tarlayı rahat işlediğinden ve tarlanın ürünü ona fazla fazla yettiğinden birde koyunlarla uğraşmasına gerek kalmamıştı.
Bahadır koyunlar ile birlikte Taşhisar’ın yolunu tuttu Taşhisar uzaktı, yolda koyunlarını satacak bir yer arıyordu. Bu esnada yanına sürekli gülümseyen, bir adam yaklaştı. Adam “Merhaba arkadaş, ben Tahir, senin adın ne?” Bahadır “Bahadır” Tahir koyunları süzdü, niyetinin koyunlarla ilgili olduğu belliydi. Tahir, “Neden gelir nereye gidersin.” Bahadır “Yol beni nereye götürürse oraya.” Bahadır hemen bir bit yeniği sezmişti, tanımadığı bir adama lüzumundan fazla bilgi vermek istemiyordu. Tahir konuştu “Kardeş koyunlar satılık mı?” Bahadır “Hayır, değil.” dedi. Kestirip attı, fakat Tahir durmak bilmiyordu “Bana sat bunları, acele ihtiyacım var.” Bahadır “Niye?” diye sordu. “Ağamın kızı evleniyor, acele koyun almam gerekiyor.” Bahadır “Hangi köydensin?” Tahir “Aladağ” dedi. Bahadır kendi komşu köylerini bilirdi, Aladağ’ın ağasının hiç kızı yoktu, üstelik tüm bölgenin en büyük koyun sürüsü onundu. Bahadır zaten dolandırıcı olduğundan şüphelendiği Tahir’in dolandırıcı olduğundan iyice emin oldu. Bu esnada Tahir elini kesesine attı ardından keseyi Bahadır’a attı. Ardından Bahadır’a “Sürün etse etse yüz altın eder, ben sana iki yüz altın veriyorum, hadi sat” dedi. Bahadır keseden paraları tek tek çıkarıp kontrol etmeye başladı. Önce paranın sahte olduğunu düşünüyordu, ardından hepsinin gerçek olduğunu fark etti.
Bahadır, Tahir’in derdinin başka olduğunu anladı, sürüyü değerinin iki katına satmak da çok cazipti. Bahadır “Peki sürü senindir, dedi ve “Deh” diyerek biraz hızlandı. Tahir Bahadır’ın gittiğinden emin olana kadar sürüyü durdurdu ve bekledi. Bahadır kimsenin kasabaya az bir yol kalmışken iki saat fazladan yol gitmemek için yüz altın fazladan para vereceğine ihtimal vermiyordu. Bu işte bir iş vardı. Bahadır yanındaki çıkının içindeki ekmek parçasını ağzına tıktı ve çıkını dörde yırttı, ardından atının ayaklarının altına o kumaşları güzelce kat kat sardı. İyi eğitilmiş at sessizce sahibinin ayaklarını sarmasına izin verdi, ardından Bahadır uzaktan ve sessizce Tahir’i takibe başladı.
Tahir bir kampa yaklaştı, orada yirmi kadar silahlı eşkiya vardı, bu adamların hepsi yörük çobanı kılığına girdiler ve silahlarını cüppelerinin ve çoban kepeneklerinin altına sakladılar. Bahadır olayı çözememişti, belli ki koyunları kendilerini daha iyi gizlemek için almışlardı. Fakat neden onun koyunları için fazla fazla ödemişlerdi üstelik niye Bahadıra para vermişlerdi, bu silahlı adamlar Bahadır’ı kolayca öldürebilirlerdi. Bahadır takibe devam etti, eşkıyalar sürüyü yanlarına katıp hızla ilerlediler, Yolda bir at arabası ile karşılaştılar, eşkiyalar koyunları at arabasının önünü kesmek için kullandılar ve ardından arabadakilere saldırdılar. Araba orta halli bir tüccarın at arabasına benziyordu, fakat arabadakilerin sahte yörükler gibi sahte olduğu çok geçmeden ortaya çıktı, arabayı kullanan adam ve arabanın içindeki üç kişi daha uzaktan erkek mi kızmı olduğu anlaşılmayan bir beşinci kişiyi korumak için çok büyük bir mücadeleye giriştiler. Bu adamlar o kadar iyi dövüşüyordu ki onlardan beş kat kalabalık eşkiyaların yarısı on dakika içinde ellerinde can verdi. Bu esnada Bahadır’ın Tahir olduğunu tahmin ettiği bir kişi arabanın ortasında sap gibi duran ve cesur muhafızların korumaya çalıştığı kişiyi kaptı ve birkaç eşkıya ile birlikte at üstünde kaçtılar.
Bahadır’ın jetonu o anda düştü. Bahadır kendi koyunlarını kendi otlatan nadir insanlardan biriydi, normalde köylerde çobanlar herkesin koyunlarını toplu otlatırdı. Bu yüzden koyunlar sahiplerinin kim olduğunu göstermesi için (koyunlar karışmasın diye) farklı bölgelerinden kınalanırdı, mesela bir köylü koyunlarını ön sol bacağını kınalıyorsa başka biri arka sağ budunu kınalardı. Bu kınalar sayesinde usta ve kararlı bir subaşı koyunların hangi köyden olduğunu hatta kime ait olduğunu bulabilirdi. Muhafızlar son birkaç eşkıyayı da öldürdü, ellerinde tek biri sağ kalmıştı fakat o kendisine bir hançer sapladı. Bunlar eşkıya olamayacak kadar fedakârlardı. Muhafızlar iz aramaya başladılar. Fakat Tahir’in adamları pusu noktasını iyi seçmişti, arazi taşlıktı ve muhafızların takip edecekleri hiç bir iz yoktu. Koyunların Bahadır’a ait olduğunun ortaya çıkması ihtimali de yoktu. Kaçırılan baya kurnazdı ve muhafızları çaresiz ve hiç bir ipucu olmayan bir halde bırakmışlardı.
Bahadır muhafızlardan daha şanslıydı, Tahir’in gitti yolu görmüştü, oraya doğru atını sürdü. Bahadır kısa sürede Tahir’in önce izini buldu ardından da kendisini. Atının ayaklarındaki çaputlar sayesinde sessizce Tahir’i izlemeye devam etti.
Başka bir kamp alanında Tahir esir ettiği kişiyi yüzü örten kara miğferli, kızıl börklü, kara zırhlı adamlara teslim etti ve Tahir, Bahadırın altınla dolu olduğunu tahmin ettiği bir torbayı eline aldı ve uzaklaştı. Bahadır bu adamların kim olduğunu bilmiyordu. Fakat şimdilik hedefi Tahir’di. Bahadır, Tahir ve yanındaki iki adamını takip etmeye koyuldu.
Tahir ve iki adamı gece vakti uykuya daldıklarında Bahadır koyun derisi yumuşak çarıkları sayesinde sessizce kamplarına yaklaştı. Bahadır şimdiye kadar öğrendiği şifalı ve zehirli otlardan elde ettiği, toz ve sıvıları taşıdığı bir kesesi vardı, o keseden çok daha küçük bir kese çıkardı bu kesedeki çok çeşitli zehirlerden biriydi. Adamların mataralarına zehir koydu ardından yavaş hareketlerle uzaklaştı, ertesi gün Bahadır hedeflerini takip etmeye devam etti. Zehir’in etkisi çabuk değildi, sabah hepsi su içmişti ve üç saat sonra sonra Tahir devrildi, iki adamı ne yapacaklarını bilmez halde hararetli bir tartışmaya girdiler, kan basıncının artması zehrin etkisini daha çabuk göstermesine neden oldu on beş dakika sonra diğer ikisi de yerdeydi.
Bahadır kim olduğunu ne yaptıklarını tam bilmediği kişileri sorgulamadan öldürecek kadar gaddar biri değildi. Panzehiri geceden hazırlamıştı. Ne olup bittiğini koyunlarının neye alet edildiğini bilmesi gerekiyordu. Bahadır Tahir’in yanına geldi Yerde kıvranmakta olan adamlara elindeki küçük şişeyi salladı, “Sizi ben zehirledim, iki saate kalmaz ölürsünüz, tabi bu elimdeki Panzehirden içmezseniz.” Tahir “Sen kimsin, ne yaptığını sanıyorsun.” öksürüğe boğuldu ardından. Bahadır gülümsedi. “Soruları ben sorarım, yaşamak istiyorsanız siz cevaplarsınız.” Tahir “Ne istiyorsun!” Bahadır “Kaçırdığınız kimdi?” Tahir “Bizi öldürürler.” diye inledi Bahadır “Konuşmazsan zaten öleceksin dedi. Tahir “Yüksekhisar beyinin kızı Belma” Bahadır kafasını kaşıdı “ İyi de bir bey kızının kendi babasının kalesinden bu kadar uzakta ne işi var?” Tahir “Bize panzehiri ver sana altın veririz.” Bahadır güldü “Altınlarınızı siz öldükten sonrada rahatlıkla alabilirim.” Tahir’in adamlarından biri “Ailelerimizi öldürürler, ne olursun.” dedi. Bahadır “Aslına bakılırsa ailelerinizin sağ kalmasının tek yolu konuşmanız, çünkü ben gördüklerimi Akhisar beyine haber edeceğim.” Akhisar beyi Bahadır’ın yaşadığı bölgenin beyiydi. Sultanın haklı sebeplerle en güvendiği valilerinden biriydi. Bir bey kızının kaçırılmasını, hele ki kendi sorumluluğunda olan topraklarda kaçırılmasını hiç hoş karşılamayacaktı.
Tahir kuş gibi ötmeye başladı “Lütfen, kızıl Kağan’ın adamları ailelerimizi öldürür.” Daha önce hiç konuşmamış adam “Susalım, ailelerimizin yaşaması için tek şansımız bu.” Bahadır tiksinmiş bir ifadeyle adamlara baktı ve iğrendiğini belli eder şekilde tükürdü. Kızıl Kağan pek çok devleti yıkarak ülkelerinin sınırına gelmiş girdiği yerleri yakıp yıkan son derece kurnaz ve aynı derece acımasız bir adamdı. Ordularının gücüne rağmen, savaşçılarının yeteneğine rağmen askerlerini telef etmez gireceği ülkeleri önce karıştırır sonra zayıf anlarında işgal ederdi. Bahadır Kızıl Kağan’ın Moğol askerlerinin önünden kaçan sefil olmuş insanları çok görmüştü. Ülkesinin işgaline sessiz kalacak bir hain değildi o. Tahir ve adamlarına tekrar sorular sormaya başladı. “Görüştüğünüz kişi kimdi? Kaç kişiler? Belma midir nedir kızı ne yapacaklar? Planlar ne?” Tahir ve adamları çenelerini tutup konuşmadı. Bahadır dediğini yaptı, onlara konuşmazlarsa panzehiri alamayacaklarını söyleyerek iki saat bekledi. Konuşmadılar.
Öldükten sonra üstlerini aradı, içinde bin altın olan torbayı ve üstlerinde ipucu teşkil edebilecek birkaç eşyayı aldı. Ölüleri bırakıp atların aldı ve dörtnala at değiştirerek gitmek suretiyle normalde bir gün uzakta olan Ak hisar kalesine doğru son sürat yola koyuldu.
Bahadır son surat Akhisara vardı, şehrin dış duvarının açık kapısından hızla geçti. Hiç bir yere takılmadan Hisar’ın (Dış duvarın içindeki kale, hisar kelimesi bu kitapta iç kalesi bulunan duvarlı şehir anlamında da kullanılmıştır.) kapısına vardı. Kale muhafızları dörtnala gelip kan ter içinde “Beyle acele görüşmem lazım.” diyen delikanlıya “Bey halkı cuma namazı sonrası dinler, o zaman görüşürsün” dediler. Bahadır “Eğer beyle hemen görüşmezsem ben sizle yarın, hep beraber idam sehpasında sallanırken görüşürüm” dedi. Muhafızlar böyle bir tehdit eden ve buraya kadar atları koşturduğu belli olan gençle fazla uğraşmak istemediler.
Akhisar beyi tam olarak Bahadırın beklediği gibiydi, kaytan bıyıklı, yakışıklı, kırklı yaşlarının başında bir adam. Ak hisar beyinin adı İsmail’di ve başında Ak hisar beylerinin hep takmayı nesilden nesile adete dönüştürdüğü ak tolga (miğfer) vardı. İsmail bey konuştu “Söyle bakalım genç ne oldu da böyle kan ter içinde buraya geldin. Bahadır derin bir nefes aldı “Beyim söylediklerim size inanması zor gelecek. Fakat inanın doğruyu söylüyorum. Bir gurup haydut bizim topraklarımızda Yüksekhisar beyi’nin kızı Belma’yı kaçırdılar.” Bey gülümsedi “ E kimmiş bu haydutlar?” Bahadır “Bilmiyorum, fakat kızıl kağan için çalışıyorlar.” Bey bu mendeburun adını nasıl anıp benim tadımı kaçırdın dermişçesine bir tiksinti ile baktı. İsmail bey “O şerefsizleri bizim topraklarımızda mı gördün? “ Bahadır “Kara zırhlı, koyu kırmızı börklü adamlar gördüm.” İsmail bey elini çenesine yasladı. “Yüksek hisar beyinin kızının bizim topraklarımızda işi neymiş” diye mırıldandı Bahadır “Bilmiyorum. Fakat Kızıl Kağan adisinin adını duyar duymaz buraya geldim.” Bey “En baştan bir anlat bakalım ne oldu.” Bahadır anlatmaya başladı. “Babamın izni ile Taşhisar’a tahsile gidiyordum, babam bana satmam ve tahsilde kullanmam için koyun sürümüzü verdi. Yolda bir adam bana sürümün değerinin çok üstünde bir para vererek sürümü satın aldı. Bende kendini Tahir olarak tanıtan bu adamın bu koyunlara niye bu kadar para verdiğini merak edip takip ettim. Yolda taşlık bir bölgede pusu kurdular. Orta halli tüccarın at arabasına benzetilmiş sivil giyimli dört muhafız ve Ak hisar beyinin kızı Belma olduğunu öğrendiğim bir korunan kişinin bulunduğu arabaya saldırdılar. Koyunlarımı bir arabanın yolunu kapamak için kullandılar. Muhafızlar kızı korurken Tahir ve iki adamı kızı kaçırmayı başardı. Daha sonra bahsettiğim kara zırhlı kimselere teslim ettiler. Tahir ve adamlarını takip ettim, gece vakti sularını zehirledim. Sabah ise konuşmadıkları takdirde öleceklerini söyledim. Ailelerinin güvenliği ve kızıl kağan hakkında bir şeyler sayıklayıp ölümü yaşama tercih ettiler.”
Bey “Söylediklerin inanması güç ama doğru ise ihmal edilmeyecek kadar önemli bir durum.” Yumruğunu çenesine dayadı ve düşünmeye başladı. Bahadır “Muhafızları en son Elekli köyü yakınındaki taşlık arazide gördüm, kızıl börklüleri ise İştence köyü yakınındaki boş alanda, adının Tahir olduğunu söyleyen kişi ve iki adamının cesetleri ise buraya bir gün mesafede Ahırlı köyüne yakın bir tepeciğin üstündeler.” Bahadır beyin önüne birkaç eşya dizdi ve anlatmaya başladı “Bu eşyalardan bu kişilerin bu civarlardan olduğu anlaşılıyor ama işi bilen birileri incelerse belki hangi köylerden olduklarını da çıkarır. Söyleyeceklerim bu kadar beyim. Ne olduğunu bilmeniz önemliydi, ben devletime olan vazifemi yaptım, gidiyorum.” Bahadır arkasına bile bakmadı ve beyin el koyma ihtimaline karşı sırtına çanta gibi bağlamış olduğu çuvalın içindeki bin altın hakkında tek kelime bile etmedi. Bahadır Kızıl Kağan’ın köyünü yakmaması ve ailesini kendisini sefil etmemesi için üstüne düşeni fazlasıyla yaptığı kanaatindeydi. Artık bundan sonrası beyin bileceği işti.
Mustafa Söylemem
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ