Gerçek Bir Kahramanlık Hikayesi Fedai Osmancık Taburu XII. Bölüm
Düşmana Yüz Çevirmektense Kendini Öldüren Kahraman
O zamanki tren hattı Adana’ya kadar bile uzanmıyordu. Adana’ya yakın Pozantı da kesiliyordu. Buradan trenden indik, Adana’ya, Haleb’e bazen yaya, bazen at üstünde geldik. Halep’ten sonra Bağdat’a kadar da yaya gittik. Nihayet Bağdat’a geldik., Düşman Basrayı, almış ve Basra etrafında Şuaybe denilen yerde müstahkem bir mevki kurmuştu. Burası hakikaten çok mühim bir mevkidi. Fırat ile Dicle nehirleri burada birleşiyorlardı. Bu iki koca nehir buradan sonra Şattülarap adını alarak bir tek nehir halinde Basra körfezine akar.
İşte bizim vazifemiz bu müstahkem mevkiyi yok etmek, düşmanı buradan sürtükten sonra Basra’yı zaptetmek ve düşmanı geldiği denize dökmekti.
Taburdaki arkadaşlarımın ismini sıralamadan evvel bir noktayı kaydedeyim:
Taburun subay kadrosu İstanbullulardan, er kadrosu da daha ziyade Kocaelili, yani İzmit ve Adapazarı havalisinden idi. Karşı tarafta da Londran’ın Lord ailelerinin çocuklarından teşkil edilen taburlar vardı.
Osmanlı imparatorluğunu kuran Sultan Osman’a izafeten bizim gönüller taburuna “Fedai Osmancık taburu” adı verilmişti. Malum olduğu üzere «Osmancık» kelimesi, kalemcik, ufacık gibi küçültme manasına gelmez. Bilâkis bu kelime saygı ve büyüklük manasına gelir, Sultan Osman’a da arkadaşları, saygı göstermek ve büyüklüğünü ifade edebilmek için «Osmancık» demişlerdir. İşte bizim taburun ismi de böyle bir kahramandan geliyordu
– Bizim taburda pek kıymetli subaylar vardı. Meselâ bunların içinde, benim gibi Avrupa’daki tahsilini yarıda bırakıp vatan müdafaasına koşan Hamza Osman’ı hiç unutamam. Sonra binbaşı Sarı Ali ne kahraman bir subaydı. (Sarı Ali meşhur Ali Çetin Kayadır. Cumhuriyet hükumetinde Nafia Vekili olarak pek çok hizmette bulunan bu Afyonlu kahraman, Yunanlılara karşı Ayvalıkta ilk silâhı atan kahraman olmak şerefini de kazanmıştır.) Fakat bizi en ziyade kendine bağlayan kaymakam (yarbay) Süleyman Askeri idi:
Zaten bu taburu İstanbulda teşkil eden ve bu uğurda gece gündüz çalışan Süleyman Askeri idi. Fakat ne yazık ki bu kahraman insan, yaralanınca, cepheden ayrılmak mecburiyetinde kaldığından kendini öldürmüştür.
Bu kahramanlık sahnesini defterime kaydetmeden geçemiyeceğim.
1915 senesi Mart sonları. Her yerde bu mevsim bahardır. Fakat çölde kış olmadığı için bizim bahardan haberimiz yok. Basra önlerinde İngilizlerin kurduğu Şuaybe müstahkem mevkii karşısındayız. Bir kaç serî topumuz vardı. Onlar da Kafkas cephesinin nazik ve ehemmiyetli durumu dolayısıyle oraya gönderilmişti. Şimdi elimizde birkaç tane ağızdan dolan eski sistem topumuzdan başka hiçbir ağır silâhımız yok. Yani bizim cephe, başkomutanlık tarafından âdeta tahliye edilmiş vaziyette.
Buna rağmen Süleyman Askeri Bey bu müstahkem mevkiye taarruz ederek Basra’yı zapt etmeye karar veriyor Müstahkem mevkiye taarruz etmek vazifesi bizim fedai taburuna verildi. Süleyman Askeri Bey de bu taburun başında hücuma geçecek.
29 Martta müstahkem mevkiye taarruza başladık. En önde giden Süleyman Askeri Bey müstahkem mevkinin tel örgülerini eli ile koparıp atıyor. Kahraman erler de ondan örnek alarak tel örgüleri elleri ile koparıp atıyorlar.
İlk gün lehimize geçti. Müstahkem mevkinin içine girmiştik. Ertesi sabah erkenden bu müsaid vaziyeti daha ileriye götürdük. Fakat ne yazık ki Süleyman Askeri Bey iki ayağından ağır surette yaralanmıştı. Taburumuzdan da birçok subay ve er aynı şekilde yaralanmışlar ve şehit düşmüşlerdi. Çünkü düşmanın ser’î ateşli topları ve makineli tüfekleri durmadan ölüm kurşunları ve şarapnelleri kusuyordu. Biz ise bu ateş deryasına karşı imanlı göğüslerimizi açıyorduk.
31 Mart günü, taarruz devam etti. Süleyman Askeri Bey çok ağır surette yaralı olmasına rağmen, yattığı bir sedye ile askerin arkasından gelerek taarruzu takip ve idare ediyordu. O gün öğleden sonra düşman imdat kuvvetleri getirdi.
Vaziyet aleyhimize dönmeğe başlamıştı. Bunun üzerine kahraman Süleyman Bey, askerin başına geçip hücumu tazelemek için sedyesinden inip atına binmek istedi. Fakat kemiklerine kadar işlemiş sayısız kurşunlar buna imkân vermedi. Şimdi, gözünden hiç yaş dökülmemiş olan bu kahraman adam ağlıyordu. Düşman durmadan imdat kuvvetleri getiriyordu. Harp talihinin İngilizlere döndüğünü gören Araplar da hemen İngiliz tarafına dönmüşlerdi. Tabur çevrilmek tehlikesi ile baş başa idi. Binbaşı Sarı Ali (Çetinkaya) sol tarafta kahramanca dayanıyor, son mukavemeti yapıyordu. Bu mukavemetin kazandıracağı vakitten istifade ederek taburu geri çekecektik. Fakat Süleyman Askeri Bey katiyen buna razı olmuyor:
– Son kurşuna, son askere kadar taarruza devam edilecek diye haykırıyor, arada bir, uzanmış olduğu sedyesindeıı yaralı bir arslan gibi kükreyerek ayağa kalkmak istiyor fakat muvaffak olamıyordu.
Onu, geri götürülmek üzere bir arabaya zorla bindirdiler. Süleyman Askeri Bey düşman karşısında, yaralı iken bile geri gitmeye razı olamıyor, ağlıyordu. Düşman da hücuma geçmiş olduğundan kurşunları, top mermileri daha yakından düşüyor ve çok tesirli oluyordu. Süleyman Askeri Beyin arabasını, bu tesirli ateşten kurtarmak için bir kum tepesi arkasına sakladılar. Yanındaki iki subay, vaziyeti görmek için arabadan inmişler, kum tepesinin üstüne çıkmışlardı. Bu esnada bir tabanca sesi duyuldu. İki subay telaş ile geri döndüler. Arabanın içine bakınca gördükleri manzaradan dehşetle titremişler ve sonra ağlamışlardı. Düşmana arka çevirmeyi şanına yediremeyen Süleyman Askeri Bey, arabada yalnız kalınca tabancasını çekerek kendisini öldürmüş.
Bu kahraman adamı yarbay elbisesi ile olduğu yere gömdüler. İşte çöllerde bıraktığımız arslanlardan biri. Nur içinde yatsın.