Gerçek Bir Kahramanlık Hikayesi Fedai Osmancık Taburu XI. Bölüm
Irak Yollarında
Bir kenara çekildim, komutanın konuşmalarını dinledim. Fakat artık beni hiç bir şey kararımdan vazgeçiremezdi. Çünkü ben zengin çocuğu idim. Ailemin benim maaşıma ihtiyacı yoktu.
Komutan nihayet sözlerini bitirdi. Bu tabur için tanı yirmi yedek subay lâzımdı. Takım subaylığı vazifesini yapacak bu yedek subaylardan hariç olarak bölük komutanlığı vazifesini yapacak muvazzaf subaylar daha evvelden ayrılmıştı. Erler de yeni kur’a efradından gönüllü olanlar arasından seçilecekti. Yani bu tabur baştan başa genç fedailer taburu olacaktı.
Yirmiden fazla yedek subay talip olunca talimgâh komutanı:
Hiç birinizin hatırını kırmak istemem, dedi. Aranızda kur’a çekeceğim; Buna çok üzülmüştüm :
– Ya kur’a çıkmazsa, diye endişe ediyordum. Madem ki askerdim, kötü ihtimalleri daha evvelden önlemeli idim.
Tekrar komutanın önüne dikildim:
– Komutanım dedim Sizden bir ricam var.
Komutan maksadımı anlamış olacak ki hâlâ daha sevinç ıslaklıkları bulunan gözlerini bana çevirerek gülümseyip:
– Söyle evlat, dedi.
– Beni kur’asız olarak ayırmanızı rica ediyorum. Çünkü bunu istemek benim hakkımdır. Zira bu işe evvelâ ben talip oldum. Eğer ricamı kabul etmezseniz tabiî itaat edeceğim. Fakat kur’ada kazanamazsam çok kırılacağım.
Babacan komutan kendini tutamamış, gözlerinden ıslaklıklar yaşlar halinde büyüyerek sert asker çehresini yakıp dökülmüştü:
– Peki evlat. dedi. Seni kur’adan çıkarıyorum. Geri kalan on dokuz kişi için kur’a çekilecek;
Geri kalan on dokuz kişi için kur’a çekildi. Biraz sonra bu bahtiyarlar belli olmuştu. Kazanamayanların yüzleri asılmıştı. Bu arkadaşlara hepimiz acıdık.
Kur’ ayı kazanan yirmi kişiyi hemen o gün Tuzlaya gönderdiler Yirmi genç de İstanbul’un zengin ailelerine mensuptular. Yani muhallebici denilen İstanbul çocukları.
Tuzlada bizi mert yüzlü bir binbaşı karşıladı. Tabur komutanı imiş. Taburu teşkil edecek erler de yavaş yavaş gelmeye başladılar. Burada bir hafta kadar kaldık. Bölükler teşkil edildikten sonra bir trene bindirildik. Adana istikametine doğru hareket ettik. Evlerimize bile veda edememiştik. Fakat hiç birimiz bundan müteessir değildik Hatta sevinç duyuyor iftihar ediyorduk. Çünkü biz fedai olduğumuz için mümtaz sayılırdık. Taburun erleri de böyle idi. Binlerce Türk evladı bu taburda fedai olmak için müracaat etmişler, onların arasında da tıpkı bizim gibi kur’a çekilmek mecburiyeti hasıl olmuştu. Yani biz, şansı olan bahtiyarlardan idik. Sonra uzak diyarlara gideceğimiz, memleketler göreceğimiz için sevinçli idik. Bundan başka biz yirmi yedek subay, hepimiz de yüksek tahsil görmüş gençlerdik. Hepimizin ailesi yüksekti. Bizler köşklerden, konaklardan çıkmış, buradaki rahatlığı terk etmiş, asker olmuş, Irak çöllerindeki mahrumiyeti kendi arzumuz ile seçmiştik. Bundan guru duyuyor, kendimize bir vazife düştüğünü düşünüyorduk.
Bu vazife, İstanbul çocuklarına vurulan “Muhallebici çocuğu” iftirasını ortadan kaldırmaktı. Kanımızın son damlasına kadar çarpışmaya karar vermiştik. Neşeli idik. Trende milli şarkılar söylüyor, birbirimizle şakalaşıyorduk. Acaba bu kahramanlardan kaçı sağ salim olarak bir daha bu yollardan dönebilecekti. Fakat dedim, ya biz böyle şeyleri kat’iyen düşünmüyorduk.