Fantastik Hikayelerden; “Taht Hırsızı Hikayesi” 2. Bölüm “Aranan Yüz”
Fantastik Hikayelerden Taht Hırsızı Hikayesini Oku:
Gece, o kadar çok sıcaktı ki asla bir Kuzeyli rahat edemezdi. O da rahat edemiyordu zaten. Sürekli ya kendisi döndürüyor ya da yastığın diğer yüzünü çeviriyordu. Ancak kendisine güzel bir uyku çektiğini söyleyemeyecekti.
Kasabanın ışıkları saat ne kadar geç olsa bile sönmüyor, odasından içeri süzülüp loş bir ortam oluşturuyordu. Kahverengi pencere pervazına tutunup kendini çeken genç, odayı görür görmez Reviulus büyüsü ile sessize aldı. Mor, mavi renkli bir hava dalgası, etrafa yayıldı. Kuzeyli, hiçbir şeyi fark etmemişti. Genç zaferle gülümseyerek Batılılara özgü siyah saçlarını geriye attı, odanın içine girdi.
Odanın bir köşesine atılmış çantaya ulaşarak içini kurcaladı. Opal ile işlenmiş büyüleyici kolyeyi yakaladığında tekrardan gülümsedi. Çekti, ışıkta biraz salladığında büyük opal taşının içindeki renkler hareketlendi. Ancak gülümsemesi uzun sürmedi, Petrifori büyüsü çevresinde belirdi.
“İlk önce görünmez olmalıydın, sonrasında Reviulus yapmalıydın. Bir Kuzeyli olarak şunu söyleyebilirim ki Güney Bölgesi’nin sıcaklığında uyuyamıyorum.”
Genç, yutkunarak Kuzeyliye döndü. “Eh, aklımdan çıkmış herhalde.” Zorla gülümseyerek kolyeyi ceketinin cebine attı. Ancak Kuzeyli hızlıca yürüyüp yakasından tuttu ve Petrifori çemberinin sınırına getirdi. “Çaldığın eşya bana ait, geri ver onu!” Genç çembere bakarken zorla gülümsüyordu. “Vermezsem… beni çemberden atacaksın, değil mi?”
Kuzeyli gülümsedi. “Hey, ne kadar iyi biliyorsun!”
“Bence birbirine benzeyen insanlar bunu yapmaz, bilirsin, ikimizde bir İfrit ile anlaşma yaparak güçlerimiz var. Kabullenelim, bizler nadir bulunuruz.” Kuzeyli, gencin yakasını biraz daha sıktı. “Öyleyse, kolyemi ver.”
Genç elini cebine götürürken göz kırptı ve Suprictum büyüsü ile ışınlanarak gözden kayboldu. Kuzeyli Petrifori büyüsünü kaldırdı ve sinirle çantasını bir başka köşeye fırlatarak saçını karıştırdı. “Lütfen bu bir rüya olsun!” diyerek dua etti, gün doğasıya kadar.
Sabah üzerine aldığı cübbenin kukuletasını başına geçirmiş bir şekilde dükkanların arasında dolanıyordu. Kolyesinin olmaması kendisini yeteneksiz ve işe yaramaz hissettiriyordu. Eğer İfrit ile anlaşma yapmasaydı hâlâ bir hiç olduğunu düşünmeye devam edecekti. Ancak şu durumun farkında değildi ki gözleri yüzyılın yetişeceği en büyük kadın savaşçı olacağını fısıldıyordu. Elementsiz olsa bile bir kılıcı en iyi askerden bile iyi kullanıyordu lâkin bundan da haberi yoktu. Sonuçta hayatı boyunca hiçbir gerçek askerle dövüşmemiş hatta karşılaşmamıştı bile. Haritalarda bile adı olmayan bir kasabada büyümek bu olmalıydı.
Derin bir nefes alarak etrafına bakındı. Dünün planını hazırlamıştı. Peki bugünün planı neydi? Hırsızı bulmayı mı denemeliydi? Yüzünü görmüştü, kesinlikle bir Batılıydı. Fakat nereden bulacaktı o Batılıyı? İşte bu tip sorular onun tüm hevesini kaçırıyordu. Bir dükkandan içeri girerek ışığın çok vurmadığı bir köşeye geçerek oturdu, ofladı. “Neden,” diye yakındı, “neden bu kadar şanssızım?”
Kukuletasını indirip mavi saçlarını gözünün önünden çekti ve masaya kollarını koydu. “Şimdi, belaya bulaşmamam gerek ama belayı mıknatıs gibi çekeceğime eminim.” diye mırıldandı. En azından parası çalınmadığı için mutluydu.
Soğuk limonata boğazından geçerken her şey iyi gidiyordu. Etrafta normal bir telaş varken bir an sesler yükseldi ve dışarıda kovalamaca başladı. Pencereden dışarı baktığında hatırladığı o siyah saçlar ve sinir bozucu gülümsemeyi gördüğü an paldır küldür oturduğu yerden kalkarak hançerini aldı, dükkandan çıkarak koşmaya başladı. Batılı arkasındaki soğumuş Kuzeyliyi görünce adrenalin ile kahkaha atarak biraz daha hızlandı.
“Kolyem,” diye mırıldandı, “eğer hâlâ cebindeyse büyü yapabilirim!” Sadece birkaç adım ötesindeyken üstünde bir gölge belirdi. Kahverengi saçları olan bir kız üzerine atlarken tilkiye dönüştü. Tilki ile sendeleyip yere kapaklanırken Batılı ona dönerek Suprictum ile kayboldu. Tilki üzerinde biraz gezindikten sonra o da Suprictum kullanarak ışınlandı.
Şanssızlık onu tam on ikiden vururken oflayarak yerden doğruldu. İşte tam o sırada yakası bir güç ile tutulup kaldırıldı, Güneyli genç onu bulmuştu.
“Bak, gerçekten özür dilerim. Sana bulaştım ancak bulaşmamalıydım. Lütfen beni bağışla.” Bunları hızlıca söylerken başını sürekli eğiyor ve ellerini birbirine kenetliyordu. Bu kadar düşeceğini hiç düşünmemişti, onuru Batılı tarafından zedelenmişti. Güneyli yakasını bırakmamakta kararlıydı. “Seni Sha-” sözü yanlarına yaklaşan Ashan ile kesildi. “Bırak onu görmüyor musun özür diliyor. Zaten daha biraz önce üzerine bir Kopyacı atladı.” Kuzeyli içten içe hakarete uğramış gibiydi. Kopyacı da ne demek oluyordu? Elementi olmayan herkese Kopyacı deniliyordu ve bu kendisi için çok büyük bir hakaretti.
“Sen iyi misin?” Ashan şimdi ona dönmüştü. Başını sallayarak yakasını bırakmasını istediği Güneyliye ters ters baktı. Güneyli de ona ters ters bakıp yakasını bıraktı.
“Anlamıyorum, bizden istedikleri ne?” diye söylendi Ashan. Kuzeyli çok sessiz kalmadı, “Acaba onlara Kopyacı dediğiniz için olabilir mi? Yani neden sınıf ayrımı yapıyorsunuz?” Güneyli hızlıca ona döndü. “Onların tarafını mı tutuyorsun? Nasıl bir manyaksın sen?!”
“Onların tarafını tuttuğum falan yok! Kolyemi çalan insanların tarafını tutmam ben!” Güneyli güldü. “Hadi ya? Yakalayamadın mı?”
“Eğer Suprictum yapsaydı avucunun içinde, sen de yakalayamazdın!”
Ashan merakla araya girdi. “Suprictum da ne demek oluyor?” Kuzeyli ağzını tutamadığı için kızgındı. “Yani, of, ne bileyim ben. Sanırım ışınlanmak için gerekli söz. Abra kadabra gibi? Dün gece kaçarken öyle dedi ve pof! Yok oldu.”
Hem sinirden hem telaştan hem de endişeyle şu an hiç olmadığı kadar hızlı konuşuyordu. Diğerlerini dinlemeden aralarından çıktı. Neden onunla aynı özelliklere sahip birisi onu güçsüz kılsın ki? Gerçekten bilmiyordu ve sorunun cevabı sürekli çıkmaz sokaktı.
Pantolonunun cebinde hissettiği ağırlık ile şüphelendi. Gözlerden uzaklaştığı sırada elini cebine attı. Derin bir nefes ile yavaşça cebindekini çıkardı. Küçük bir obsidyen taşı avuçlarının arasındaydı. Cebine ne ara koyduğu bilmiyordu. Taş titrediği sırada yüzünden uzaklaştırdı. Pof! Taş turuncu parıltılar ile patlarken bir kelebek oluşturdu. Kelebeğin kanatları parıldarken uçtu ve o da kısa bir süre sonra taş gibi patladı. “Bu da neydi şim-“
Arkadan birisi çarptığında burnuna yoğun bir karamel kokusu dolmuş hatta tadını bile hissetmişti. Belinde göremediği kişinin elini hissettiğinde çırpınacak zamanı bile olmadı. Suprictum ile başka bir yere ışınlanmıştı. Çamura bastığında geriledi ve gerilediğinde de kendini gri bir gölle birlikte bulmuştu. Yüzünü kesercesine esen rüzgara karşın gözlerini kapattı.
“Sana belayı mıknatıs gibi çekmemen için uyarmıştım, Berthina!” diye bağırdı kedine. Yalnızdı ve nerede olduğunu bile bilmiyordu.
Fantastik Hikayeler – Bilim Kurgu Hikayeleri, Hayalgücü Hikayeleri-
Sizden Gelenler – Yazar: Nihan Çetin
Bölümlerin Linkleri
- Taht Hırsızı 1. Bölüm için TIKLAYINIZ.
- Taht Hırsızı 2. Bölüm için TIKLAYINIZ.
- Taht Hırsızı 2. Bölüm için TIKLAYINIZ.
- Taht Hırsızı 2. Bölüm için TIKLAYINIZ.