Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 14. Bölüm

Korku Hikayesi

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 14. Bölüm

“KARDA MAHSUR”

Adlington‘un taş döşeli caddeleri en az on beş santim kar altındaydı. Giderek cılızlaşan aydınlıkta neşeli çocuklar gülüyor, bağırıyor ve birbirlerine kar topu fırlatıp kızakla kayıyorlardı. Gördüğün diğer insanlar daha mutsuzdu. Şallara sarınmış birkaç kadın bakışlarını yerden ayırmadan karla kaplı kaldırımda endişeli bir şekilde yürüyerek yanımdan geçti. Ellerindeki boş sepetlerle Babylon Caddesi’ndeki akşam pazarına doğru gidiyorlardı. Andrew’in dükkanına varana dek aynı yönde ilerledim.

Sürgüyü kaldırıp kapıyı açarken bir zil sesi duyuldu, içerisi boştu, fakat dükkanın arkasından birinin yaklaştığını duydum. Sivri burunlu ayakkabıların o tanıdık klik klak seslerini duydum ve çok geçmeden tezgahın arkasında yüzünde kocaman bir gülücükle Alice belirince şaşkınlığımı gizleyemedim.

Seni görmek güzel Tom! Beni bulmanın ne kadar süreceğini merak ediyordum doğrusu.

Burada ne arıyorsun? diye sordum şaşkınlık içinde.

Andrew’in yanında çalışıyorum tabii ki de! Bana bir iş ve ev verdi, diye yanıtladı gülümseyerek. Atölyede daha çok vakit geçirebilmesi için dükkanla ben ilgileniyorum. Yemek pişirip ortalığı da temizliyorum. Andrew çok iyi biri.

Bir süre sessiz kalınca Alice yüz ifademden kötü bir şeyler olduğunu anlamış olmalı ki yüzündeki gülümseme silinip yerini endişeli bir ifadeye bıraktı. Baban. dedi.

Oraya vardığımda babam ölmüştü. Çok geç kaldım Alice.

Sesim kısılıp boğazım düğümlenince daha fazla konuşamadım. Fakat Alice neredeyse hiç vakit kaybetmeden uzanıp elini omzuma koydu. Of Tom! Çok üzüldüm. Arkaya gelip ateşin yanında ısınsana.

Bir kanepe, çok rahat gözüken iki koltuk ve gürül gürül yanan bir kömür ateşiyle oturma odası çok rahat bir yerdi. İyi yanan ateşi çok severim, dedi Alice mutlu bir şekilde. Andrew ateş konusunda benden daha becerikli, ama şu anda bir iş için dışarıda ve geç vakte kadar da dönmez. Fırsat bu fırsat.

Asamı duvarın köşesine yasladıktan sonra ateşin tam karşısındaki divana kendimi bıraktım. Alice ise yanıma oturmak yerine ateşin başına, sol yanı bana dönük olacak şekilde, şöminenin önündeki halıya diz çöktü.

Hurstlerden neden ayrıldın? diye sordum.

Bunu yapmam gerekiyordu, dedi Alice suratını asarak. Morgan ona yardım etmem için beni sıkıştırıp duruyordu, ama nasıl bir yardım olduğundan bahsetmiyordu. Kesinlikle kin güdüyor. Yaşlı Gregory’den intikam almak için bir tür planı vardı.

Neden bahsettiğini bildiğimi düşünsem de ona bir şey söylememeye karar verdim. Planlarından kimseye bahsetmeyeceğime dair Morgan’a söz vermiştim. Ne de olsa o, bu tür şeyleri öğrenmek için ruhları kullanan bir nekromansi büyücüsüydü. Bunu riske edemezdim. Planlarını Alice’e anlattığımı öğrenirse babama yine azap çektirebilirdi.

Beni rahat bırakmıyordu, diye devam etti Alice. Bu yüzden ayrıldım. Onu görmeye bir dakika daha katlanamazdım. Aklıma Andrew geldi. Neyse, benden yeterince bahsettik Tom. Babana çok üzüldüm.

Konuşmak ister misin?

Bu çok zordu Alice. Babamın cenazesini bile kaçırdım. Annem de çekip gitmiş; kimse nereye gittiğini bilmiyor. Ülkesine geri dönmüş olabilir ve onu bir daha asla göremeyebilirim. Kendimi öyle yalnız hissediyorum ki.

Ben hayatım boyunca yalnız oldum Tom. Yani neler hissettiğini çok iyi anlıyorum. Birbirimize destek olacağız ama, öyle değil mi? diye sorarak uzanıp elimi tuttu. Biz hep birlikte olacağız. Buna yaşlı Gregory bile engel olamayacak.

Hayalet şu an hiçbir şey yapabilecek durumda değil, dedim. Döndüğümde Meg durumu tersine çevirmişti. Şimdi kilitli olan Hayalet. Onu kurtarabilmem için Andrew’in bir anahtar yapmasına ihtiyacım var. Senin yardımına ihtiyacım var. Sen ve Andrew’dan başka güvenebileceğim kimse yok.

Görünüşe bakılırsa sonunda hak ettiğini buldu, dedi Alice elini çekerek, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Kendi silahıyla vuruldu desene!

Onu orada bırakamam, dedim Alice’e. Hem öbür Lamia ne olacak? Vahşi olan. Meg’in kız kardeşi. O da çukurundan çıkmış durumda ve demir kapının arkasında özgürce dolaşabiliyor. Ya evden çıkarsa? Buraya, köye inebilir. O zaman herkesin hayatı tehlikeye girer, üstelik burada çok çocuk var.

İyi de Meg ne olacak? diye sordu Alice. Görüyorsun ya, o kadar da basit değilmiş. Çukura girmeyi hak etmiyor. Hayatının geri kalanında bitki çayı içmeyi de hak etmiyor ama! Öyle ya da böyle bu bir son bulmalı.

Yani yardım etmeyecek misin?

Bunu söylemedim Tom. Sadece biraz düşünmem gerek, hepsi bu.

Hava karardıktan kısa bir süre sonra Andrew döndü. Dükkana girdiğinde onu bekliyordum.

Neler oluyor Tom? diye sordu çizmelerindeki karları silkeleyip ısınmak için ellerini ovuşturarak. Abim şimdi ne istiyor?

Andrew, sırık gibi upuzun titrek bacaklarıyla hep iyi giyimli bir korkuluğu andırsa da iyi ve geçinmesi kolay biriydi; üstelik mesleğinde çok başarılıydı.

Başı yine belada, dedim Andrew’a. Onu kurtarabilmem için bir anahtar yapman gerekiyor. Hem de acilen.

Anahtar mı? Neresi için?

Evindeki kilere inen merdivendeki demir kapı için. Meg onu oraya hapsetti.

Andrew başını iki yana sallayıp cıkcıkladı. Doğrusu hiç şaşırmadım. Böyle olacağı belliydi. Sadece bu kadar uzun sürmesini beklemiyordum! Meg’in onu eninde sonunda tongaya düşüreceğine emindim. Ona fazla önem veriyor, her zaman da öyle oldu. Bundan vazgeçmeli.

Peki yardım edecek misiniz?

Tabii ki edeceğim. Ne de olsa kardeşim, öyle değil mi? Ancak neredeyse bütün gün dışarıdaydım, yani kemiklerimi ısıtıp sıcak bir şeyler yemeden hiçbir şey yapamam. Yemekten sonra her şeyi ayrıntılarıyla anlatırsın.

Bir keresinde açık havada yaktığımız ateşin közünde pişirdiği tavşan eti dışında Alice’in aşçılığıyla ilgili hiçbir fikrim yoktu, fakat mutfaktan gelen güveç kokularına bakılacak olursa iyi bir ziyafet çekecektim.

Yanılmamıştım. Bu harika Alice! diyerek yemeye başladım.

Alice gülümsedi. Evet, Anglezarke’da bana yemek diye yedirdiğiniz çamurdan iyidir.

Hep beraber güldükten sonra hiç konuşmadan tabaklarımızda ne var ne yoksa silip süpürdük. Sessizliği bozan Andrew oldu.

Bende o demir kapının anahtarı yok. O kilitle anahtar en az kırk yıl kadar önce Blackrodlu bir usta tarafından yapılmıştı. Usta öldü ama çok iyi bir ünü vardır, yani kilit mekanizması oldukça karmaşık olmalı. Eve gidip görmem gerek. En kolayı kilidi maymuncukla açıp geçmeni sağlamam olur. Bu gece gidebilir miyiz? diye sordum.

Ne kadar erken olursa o kadar iyi, diye yanıtladı Andrew. Fakat önce orada tam olarak neyle karşılaşacağımızı bilmek istiyorum. Meg nerede olacak?

Genellikle mutfaktaki sallanan sandalyesinde uyur. Ama Meg’i atlatsak bile başka bir sorun daha var.

Ona kilerde başıboş gezen vahşi Lamia’dan bahsettim. İşlerin bu kadar kötü olduğuna inanamıyormuş gibi hiç durmadan başını iki yana sallıyordu.

Onunla nasıl başa çıkacaksın? Şu senin gümüş zincirle mi?

Yanımda değil ki. Çantamda kaldı. Çanta da muhtemelen her zaman olduğu gibi Hayalet’in odasındaki yerinde olmalı. Ama asam yanımda. Üvezden yapılmadır ve eğer şansımız varsa Lamia’yı bizden uzak tutabilir.

Andrew başını iki yana sallarken durumdan pek hoşnut görünmüyordu. Doğru dürüst bir planımız bile yok Tom. Bu çok tehlikeli. Sen iki cadıyla dövüşürken ben kilitle uğraşamam. Ama başka bir yol var. Kasabadan bir düzine adam toplayıp Meg’den sonsuza dek kurtulabiliriz.

Hayır! dedi Alice sertçe. Bu doğru olmaz. Çok acımasızca.

Chipenden’dan gelen öfkeli kalabalığın, halası Kemikli Lizzie’yle birlikte oturduğu eve saldırdığı günü anımsadığını anlamıştım. Alice’le halası kalabalığın kokusunu tam zamanında alıp kaçmışlarsa da geride bıraktıkları her şey kül olup gitmişti.

Bay Gregory bunu istemez, buna eminim, dedim.

Bu doğru, dedi Andrew. En güvenli yol bu, ama bunu yaparsam herhalde John beni asla affetmez. Pekala, başladığımız yere döndük o halde.

Düşünmediğiniz bir şey var, dedi Alice. O tür bir cadı uzaktayken senin kokunu alamaz Tom. Yedinci oğlun yedinci oğlu için bu böyledir, değil mi? Muhtemelen benim kokumu da alamaz, tabii eğer sizinle birlikte gelmeye karar verirsem. Fakat Andrew farklı. O eve yaklaşır yaklaşmaz kokusunu alıp hazırlanacaktır.

Eğer uyuyor olursa bir şansımız olabilir, desem de buna pek güvenemiyordum.

Uykuda olsa bile bu çok riskli olur, dedi Alice. Sadece ikimiz gitmeliyiz Tom. Bir şekilde anahtarı bulabilirsek kapıyı maymuncukla açmamıza gerek kalmaz. Hayalet anahtarı nerede saklıyor?

Genellikle kitaplığın üstünde, ama Meg artık anahtarı üzerinde taşıyor olabilir.

Eğer orada değilse çalışma odasından çantanı alıp gümüş zincirle Meg’i bağladıktan sonra anahtarı üzerinden alırız. Her koşulda sana ihtiyacımız olmaz Andrew. Ben ve Tom bunu yapabiliriz.

Andrew gülümsedi. Bana uyar, dedi. O evle kilerden olabildiğince uzak durmak istiyorum. Yine de tüm bunları tek başınıza yapmanıza izin veremem. Arkanızdan gelmem en iyisi. Eğer yarım saat içinde kapıya gelmezseniz Adlington’a gidip bir düzine iri yarı delikanlı toparlarım. John bunun sonuçlarına katlanmak durumunda kalır.

İyi hoş, ama düşündükçe arka kapıdan girmenin çok riskli olduğu sonucuna varıyorum, dedim Alice’e. Daha önce de söylediğim gibi, Meg geceleri mutfaktaki ateşin yanında, sallanan sandalyesinde uyur. Bizi mutlaka duyacaktır, üstelik çalışma odasına gitmek için yanından geçmemiz gerek. Ön kapıyı kullanmak daha iyi olur, ancak yine de onu uyandırma riski çok fazla. Hayır, çok daha iyi bir yol var. Arka taraftaki yatak odalarından birinin penceresinden girebiliriz. En uygunu kilerin tam altındaki katta, kayalığın pencerelere iyice yaklaştığı yerde. Yatak odalarının pencere mandalları ya paslı ya da kırık. Sanırım uzanıp pencereyi açtıktan sonra içeri girebilirim.

Bu delilik, dedi Andrew. Daha önce o yatak odasında bulundum ve pencereyle kayalık arasındaki mesafeyi de gördüm. Çok geniş. Üstelik eğer arka kapıda kilide bir anahtar sokup çevirmenin çıkaracağı sesten endişe ediyorsan güç bela bir pencere açtığını düşün!

Alice, çok aptalca bir şey söylemişim gibi gülümsediyse de planımı duyunca çok geçmeden suratına yayılan bu gülümseme silindi.

Aynı anda birisi de sertçe arka kapıyı çalarsa Meg pencereyi açtığımı duymayacaktır.

Önerdiğim şeyi yavaş yavaş anladıkça Andrew’in ağzının açılmasını izledim.

Yoksa? dedi, Yoksa sen.

Neden olmasın Andrew? diye sordum. Ne de olsa Bay Gregory’nin kardeşisin. Onu ziyaret etmeye hakkın var. Evet ama benim sonum da John’la birlikte kilere tıkılmak olabilir!

Sanmam. Hatta bence Meg kapıyı açmaz bile. Serbest kaldığını kasabadan kimsenin bilmesini istemiyor, o da öfkeli kalabalıklardan korkuyor. Gidip kapıyı dört beş kere çalarsan bana da pencereden içeri girmeye yetecek kadar zaman kazandırmış olursun.

Bu işe yarayabilir, dedi Alice.

Andrew tabağını itip uzun süre konuşmadı. Hala aklıma takılan bir şey var, dedi en sonunda. Kayalıkla pencere arasındaki mesafe. Bunu başarabileceğini sanmıyorum. Üstelik kayalar çok kaygandır.

Denemeye değer, dedim, eğer beceremezsem arka kapıyı deneriz.

Bir kalas kullanarak işleri kolaylaştırabiliriz, diye önerdi Andrew. Arka tarafta işe yarayabilecek bir tane olmalı. Sen karşıya geçerken Alice’in de ayağıyla diğer ucunu bastırması gerekir. Kolay olmayacaktır, fakat tam bu işe uygun bir de levyem var, diye de ekledi.

O halde denemeye değer, dedim olduğumdan daha cesur görünmeye çalışarak.
Karar verilmişti ve Alice yardım etmeyi kabul etmiş gibi görünüyordu. Andrew arka bahçeden bahsettiği kalası getirdi. Fakat yola koyulmak için ön kapıyı açınca dışarıda tipi olduğunu gördük. Andrew başını iki yana salladı.

Şimdi gitmeye çalışmak delilik olur. Bu tipi Golgoth’tan beter. Yağan kar yığınlar oluşturacaktır, fundalık şu anda çok tehlikelidir. Kaybolursanız donarak ölebilirsiniz. En iyisi yarın sabahı beklemek.

Endişelenmeyin, dedi sırtımı sıvazlarken, hepimizin bildiği gibi abim güçlüdür. Öyle olmasa bu kadar uzun süre dayanamazdı.

Dükkanın üst katında yalnızca iki yatak odası vardı; biri Andrew’in biri de Alice’in. Ben de battaniyeye sarınarak oturma odasındaki divana kıvrıldım. Şöminedeki ateş sönünce oda önce soğudu, ardından buz kesti. Gece boyunca kaç kere uyandığımı sayamadım bile. En son uyanışımda perdelerin ardından günün doğduğunu görünce kalkmaya karar verdim.

Esneyip gerinerek kalkıp eklemlerimdeki sızıyı azaltmak için dükkanın içinde aşağı yukarı yürümeye başladım. Kar gerçekten de yığılma yapmıştı ve pencerenin önü denizliğe kadar karla kaplıydı. Ve tam da orada, cama dayalı siyah bir zarf vardı. Öyle bir şekilde bırakılmıştı ki üzerinde ne yazdığını okuyabiliyordum. Bana gönderilmişti! Morgan’dan olmalıydı.

Bir yanım, notu öylece orada bırakmak istiyordu. Fakat sonra, çok geçmeden sokakların kalabalıklaşacağını ve oradan geçmekte olan herhangi birinin bu zarfı görebileceğini fark ettim. Mektubu açıp okuyabilirlerdi ve içinde bulunduğum durumu bir yabancının öğrenmesini istemiyordum.

Ön kapıda biriken kar öyle çoktu ki dışarı çıkmak için arka kapıyı kullanmam gerekti. Bahçe kapısından çıkıp ön tarafa gittim. Tam karın içine dalmaya hazırlanıyordum ki çok tuhaf bir şey dikkatimi çekti. Hiç ayak izi yoktu. Önümde kocaman bir kar yığını vardı, fakat üzerinde tek bir iz dahi yoktu. Mektup buraya nasıl getirilmişti?

Mektubu aldım, bunu yaparken de kar yığınında derin bir yarık açtım. Sonra yeniden arkaya geçip mutfağa girdim, mektubu açarak okumaya başladım.

Köyün hemen batısında ST. George Klisesi nin bahçesinde olacağım.

Eğer baban ve yaşlı ustan için en iyisini yapmak istiyorsan beni bekletme Benim sana gelmeme neden olma. buna pişman olursun Morgan G.

Bir önceki mektubunda imzasına dikkat etmemiştim, ancak bu kez gözümden kaçmamıştı. Acaba adını mı değiştirmişti? Soyadının baş harfi Hurst’ün H’si olmalıydı.

Şaşkın bir şekilde mektubu katlayıp cebime koydum. Alice’i uyandırıp mektubu gösterip göstermeme konusunda kararsızdım. Belki onu da yanımda götürmem gerekirdi. Gelgelelim şu an görmek isteyeceği en son insan Morgan olmalıydı. Ne de olsa Moor View Çiftliği’nden sırf ona bir dakika daha katlanamayacağı için ayrıldığını anlatmıştı. Zaten istesem bile olanları Alice’e anlatamayacağımı biliyordum. Morgan’dan ve babama yapabileceklerinden korkuyordum. Dürüst olmak gerekirse, bana yapabileceklerinden de
korkuyordum. Sahip olduğu güç onu çok tehlikeli kılıyordu. Kısacası karşı gelinebilecek biri değildi. Cübbemi giyip asamı aldım, dışarı çıkıp kiliseye doğru yola koyuldum.

Bu, porsukağaçlarının çevrelediği eski bir kiliseydi. Taşlardan bazıları, yüz yıllar önce ölmüş olan yöre halkının mezarlarını gösteriyordu. Uzakta, gri göğün altında belli belirsiz bir siluet gibi duran Morgan’ı gördüm; asasına yaslanmış, soğuktan korunmak için kukuletasını kafasına geçirmişti. Mezarlığını en yeni bölümündeydi, yani nispeten yakın zamanda ölmüş olanların gömüldüğü tarafta.

Önce orada olduğumu fark etmedi. Mezarlardan birinin önünde sanki dua ediyormuş gibi başını eğip gözlerini kapamış öylece duruyordu. Ben de şaşkınlık iyinde aynı yere baktım. Dün gece esen sert rüzgarlar yüzünden kilise bahçesi karla kaplıydı, ama önünde durduğu bu mezarın üzerinde hiç kar yoktu, yalnızca ıslak topraktan ibareni. Neredeyse yeni kazılmış gibiydi. Çevreye göz atlıysam da karı temizlemekte kullanılabilecek hiçbir alete rastlamadım.

Taşın üzerinde yazanı oku! diye emretti Morgan ilk kez bana bakarak.

Söylediğini yaptım. Eyalet gelenekleri uyarınca hem kilise bahçesinden yer kazanmak hem de aile fertlerinin ölümde tekrar kavuşmalarını sağlamak için aynı mezara üst üste dört ölü gömülmüştü. Üçü çocuktu, fakat en sonuncuları onların annesiydi. Çocuklar yaklaşık elli yıl kadar önce, sırasıyla iki, bir ve üç yaşlarında ölmüşlerdi. Anneleri de kısa bir süre önce ölmüştü ve ismi Emily Burns idi, yani Hayalet’in bir zamanlar ilişki yaşadığı o kadın. Erkek kardeşlerinin birinden, Peder Gregory’den çaldığı o kadın.

Zorlu bir hayatı oldu, dedi Morgan. Hayatının çoğunu Blackrod’da geçirdi, ama öleceğini anlayınca son aylarını kız kardeşiyle birlikte geçirebilmek için buraya geldi. Üç çocuğunu da bu şekilde peş peşe kaybetmek onu mahvetti ve geçen bunca zaman bile acısını dindirmeye yetmedi. Diğer dört çocuğu hala yaşıyor, ikisi Horwich’te çalışıyor ve kendi aileleri var. En büyükleriyse on yıl önce Eyalet’ten ayrıldı ve o gün bugündür ondan hiç haber almadım. Ben yedinci ve son çocuktum.

Zihnimde parçaların yerlerine oturması birkaç dakika aldı. Hurstlerin yatak odasındayken Hayalet’in söylediklerini anımsadım:

Seni de, anneni de önemsiyordum. Onu bir zamanlar çok sevmiştim, senin de çok iyi bildiğin gibi.

Bana yazdığı mektubu ‘G’ harfiyle imzaladığını da anımsadım.

Evet, dedi Morgan. Ben doğduktan kısa bir süre sonra babam evimizden son kez ayrıldı. Annemle hiç evlenmedi. Bize soyadını bile bırakmadı. Ben yine de kullanıyorum. Şaşkınlık içinde ona baktım.

Evet, dedi tatsız bir şekilde gülümseyerek. Emily Burns annemdi. Ben John Gregory’nin oğluyum.

Morgan konuşurken uzaklara bakıyordu. Bizi terk etti. Kendi çocuklarını terk edip gitti. Bir baba bunu yapmamalı, öyle değil mi?

Hayalet’i savunmak istesem de ne diyeceğimi bilemiyordum. Konuşmamayı yeğledim.

Yine de bize maddi olarak destek olmaya devam etti, dedi Morgan. Hakkını yememeliyim. Bir süre idare edebildik, fakat sonra annem bir kriz geçirdi ve bunu atlatamadı. Her birimiz ayrı birer bakıcı aileye verildik. Ben kısa çöpü seçip Hurstlere düştüm. Fakat on yedi yaşıma geldiğimde babam geri dönüp beni çırağı olarak yanına aldı.

Uzun bir süre hayatımın en mutlu günlerini yaşadım. Bir babam olmasını öyle uzun zamandır istiyordum ki.

Sonunda yanımdaydı ve ben onu mutlu etmek için çabalıyordum. Başlangıçta bunun için çok uğraştım, fakat sanırım anneme yaptıklarını unutamadığımdan yavaş yavaş onun asıl yüzünü görmeye başladım. Üç yıl sonra kendi kendini tekrarlamaya başlamıştı. Bildiği her şeyi zaten biliyordum, üstelik ondan çok daha güçlü olabileceğimin de farkındaydım. Ben yedinci oğlun yedinci oğlunun yedinci oğluyum. Yani üç kere yedi.

Sesindeki kibir beni rahatsız etmeye başlamıştı. Bu yüzden mi diğer çıraklar gibi adını Chipenden’daki yatak odasının duvarına yazmadın? diye soruverdim. Bizim gibilerden, hatta Hayalet’ten de daha iyi olduğunu düşündüğün için mi?

Morgan sırıttı. Bunu inkar etmeyeceğim. Bu yüzden oradan ayrılıp kendi yolumu çizdim. Çoğu şeyi kendim öğrendim ve hala da öğrenmeye devam ediyorum. O yaşlı ahmağın hayal bile edemeyeceği şeyler yapabilirim. Denemeye dahi korkacağı şeyler. Düşünsene, benimki gibi bir güç ve bilgi! Tabii baban huzur içinde uyuyacak. Ufacık bir yardımın için işte sana bunları teklif ediyorum.

Morgan’ın söyledikleri beni şaşkına çevirmişti. Eğer bunlar doğruysa Hayalet’in bambaşka bir yüzünü görüyordum. Emily Burns’ü Meg için terk ettiğini zaten biliyordum. Ancak şimdi yedi oğlu olan ve hepsini terk eden bir baba olduğunu öğrenmiştim. İçim acıyordu ve kendimi kandırılmış hissediyordum. Sürekli olarak babamı, ailesini bir an olsun yalnız bırakmayan, hayatı boyunca hep çalışan babamı düşünüyordum. Üstelik şimdi Morgan’ın kaprisleri yüzünden acı çekebilirdi. Üzgün ve öfkeliydim.

Sanki mezarlık olduğu yerde fır dönüyordu ve neredeyse düşecektim.

Pekala sevgili genç çırağım, istediğim şeyi getirdin mi?

Boş boş bakmış olmalıyım.

Büyü kitabını diyorum. Senden onu getirmeni istemiştim. Umarım bana itaat etmişsindir, yoksa zavallı baban gerçekten çok acı çekecek.

Onu alamadım. Bay Gregory’nin her yerde gözü kulağı var, diyerek başımı eğdim.

Morgan’a ustamın Meg’in ellerinde olduğunu söylemeye hiç niyetim yoktu. Hayalet’in yoldan çekildiğini öğrenirse gidip büyü kitabını kendi alabilirdi. Evet, belki ustamın korkunç ve karanlık sırları vardı, ama ben hala onun çırağıydım ve ona saygı duyuyordum.

Biraz daha zamana ihtiyacım vardı. Ustamı kurtarıp Morgan’la ilgili her şeyi anlatabileceğim kadar bir zamana. Birlikte taş fırlatıcıyı alt etmiştik, Morgan’ı da pekala durdurabilirdik.

Biraz daha zamana ihtiyacım var, dedim. Bunu yapabilirim ama uygun fırsatı kollamam lazım.

Fazla oyalanmasan iyi edersin. Haftaya salı, gün batmadan kitap bende olsun. Mezarlıktaki kiliseyi hatırlıyor musun?

Başımı aşağı yukarı salladım.

Seni orada bekliyor olacağım.

Bu kadar kısa sürede bunu başarabileceğimi sanmıyorum.

Bir yolunu bul! diye kükredi. Ve Gregory kitabın ortadan kaybolduğunu anlamasın.

Onunla ne yapacaksın? diye sordum.

Eh Tom, kitabı getirdiğinde bu sorunun yanıtını da alırsın, öyle değil mi? Yüzümü kara çıkarma! Tereddüde kapıldığın an babanı ve çekebileceği acıları düşün.

Morgan’ın ne kadar acımasız olabileceğinin farkındaydım. Zavallı Bay Hurst’ü hıçkırıklara boğduğunu görmüş; Alice’ten de yaşlı adamı odasına kadar sürükleyip kilitlediğini dinlemiştim. Eğer Morgan’ın babama zarar verebilecek gücü varsa yapardı, buna en ufak bir şüphem yok.

Ve sonra orada öylece titrerken bir kez daha babamın acı dolu sesini duydum.

Lütfen evlat, sana yalvarıyorum, dediğini yap yoksa sonsuza dek işkence göreceğim. Lütfen evlat, kitabı benim için getir.

Ses giderek azalırken Morgan gülümsüyordu. Evet, babanın neler dediğini duydun. Şimdi söz dinlesen iyi olur.

Gülümseyip arkasını dönerek mezarlıktan çıktı.

Morgan için büyü kitabını çalmanın kesinlikle yanlış bir karar olduğunu biliyordum, yine de arkasından ona bakarken başka şansım olmadığının farkındaydım. Hayalet’i kurtarırken bir şekilde büyü kitabını da ele geçirmeliydim.

Joseph Delaney

Wardstone Günlükleri – 1. Kitap “Hayaletin Çırağı”

Wardstone Günlükleri – 2. Kitap “Hayaletin Laneti”

Wardstone Günlükleri – 3. Kitap “Hayaletin Sırrı”

Hikayenin Bölümleri

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15

hikaye, hikaye oku, hikayeler, korku hikayesi, hayalet, Hayaletin Laneti serisi, Hayaletin Laneti PDF, Hayaletin Çırağı, Hayaletin Çırağı Serisi, Hayaletin Sırrı, Hayaletin Çırağı Oku, Wardstone Günlükleri serisi, Wardstone Günlükleri 1, Wardstone Günlükleri 3, Wardstone Günlükleri Serisi PDF indir, Wardstone Günlükleri serisi, Hayaletin Laneti PDF, Starblade Günlükleri, Wardstone Günlükleri konusu,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu