Başarılı Anlatımıyla Güzel Bir Hikaye Daha; “Özel Görev”
Silah sesleri yüzünden kulaklarının uğultusu bir türlü dinmiyordu. Daha sessiz bir yerlere kaçmak istemesine rağmen durmadı ve patlama sesleri arasından koşmaya devam etti, çünkü onun özel bir görevi vardı. Az ileride tüm haftasını peşinde koşturduğu kediyi gördü, üstelikte oldukça yakınına gelmişti fakat şimdi olmazdı(!) onun özel bir görevi vardı.
Kediyle sürekli aynı yollara sapmalarından onunla aynı yere gidiyor olabileceklerini düşündü, sahiden öyle olmalıydı çünkü tam üzerlerinden üç tane kuş alçak uçuş yaparak ikisini de geç kalmamaları için uyardı, hızlarını artıran kedi ile köpek iki sokak sonra varış noktasına ulaştılar. Burası üst katları harap olmuş, duvarları kurşun izleri ile dolu dört katlı bir binaydı. Özel görev ise birinci katın arka odalarından birinin açık penceresi önünde yerine getirilecekti.
Kedi ve köpek açık pencerenin önüne gelerek görev yerlerini aldılar, pencerenin hemen önündeki bodur çalılığa üç tane kuş kondu, az ileriden iki tombul fare açık cama iyice yaklaştı, evin duvarının bitiminde öbeklenmiş bir karınca sürüsü tek sıra halinde pencereye doğru ilerlemeye başladılar ve hemen pencerenin alt başlangıcında durdular. Böylece bütün hayvanlar görev yerlerini almış oldular. Özel görevde oldukları için ne fare kediden ne kedi köpek den nede karıncalar kuşlardan korkmuyorlardı. Hepsi bu özel görev için orada olmalarını nasip eden Rablerine şükür ediyorlardı.
Odanın içerisinde genç bir delikanlıyla annesi vardı, genç delikanlı yatağın üzerinde kımıldamadan yatıyor annesi ise gözlerini kırpmadan onu izliyordu. Genç delikanlının adı Mahirdi. Hastalanmadan önce yani şimdiden on üç yıl kadar önce hiç güneş görmemişçesine beyaz tenli, al yanaklı, neşeli bir çocuk olan Mahir önce geçirdiği havaleler sonra yüksek ateş ve kulak enfeksiyonlarıyla duyamaz olmuş annesi ise hiçbir şey yapamadan biricik oğlunun, gözleri önünde adeta erimesine şahit olmuştu, çünkü savaş hali böyleydi, asla yeterli yiyecek, ilaç özelliklede antibiyotik bulunmazdı, bulunsada öncelik hep daha ağır hastalarındı. Mahirin babası Mehmet bey, vatan topraklarını savunuculardan oluşmuş küçük birliklerden birinin lideriydi. Bu nedenle evine ancak Mahir uyuduktan sonra gelir ve o uyanmadan önce çıkardı, onu uykusunda defalarca sevse de Mahir buna hiç şahit olmamıştı ve günlerden bir gün Mahir uyuduktan sonrada gelmedi. Mahirin annesi Afra hanım beyzadesi vatanı koruduğu için sabrederek Rabbisine onu muhafaza etmesi için dualar etti fakat bir hafta sonra Mehmet Bey’in silah arkadaşlarından biri elinde bir sürü erzak ile beraber gelerek Mehmet Bey’in şehadetini ilan etmişti. Haberi getiren asker, Mehmet ağabeylerinin emanetlerinin ihtiyaçlarını elinden geldiğince karşılamaya çalışan ömrü yettiğince de bunu kendine görev bilmiş bir askerdi.
Mahir genç bir delikanlı olduğunda hasta zamanlarında onu hiç yalnız bırakmayan beyaz önlüklü kahramanının yanında çalışmaya başladı, görevi, henüz savaşın bitmediği bölgelere ana binadan ilaç taşımacılığı yapmaktı. Bir gün bölgelerden birinde acil morfin ihtiyacı olunca, normal şartlarda Mahir ile en az bir kişiyi de göreve yollarlarken herkesin işi olduğundan ve durumun aciliyetinden yolu ezbere bilen Mahiri tek başına yolladılar. Mahir ilk defa o gün kendiyle gurur duydu. İlaçları teslim ettikden sonra babasından, kalan yanından hiç ayırmadığı bez çantasınıda alarak dönüş yoluna koyuldu. Gülümsüyordu, belkide yetiştirdiği ilaçlar vesilesiyle birçok hasta birazda olsa rahat bir nefes alabilecek, uyuşmuş bedenleri belki biraz olsun uyku ile şarj olacaktı. Sevgili Rabbisi şifa vesilesi olan ilaçları ulaştırmada Mahir kulunu vesile kılmıştı(!) Bu ne büyük şerefti. İşte bunu düşünmek gülümsemesi için yeterli oluyordu. Biraz ileride iki düşman askeri durması için Mahire seslendiler, amaçları babasından kalan bez çantayı kontrol etmekti. Fakat Mahir duyamaz olduğu için arkasından seslenen düşman askerlerinin komutuna uymuyordu. Evlerinin bulunduğu güvenli bölgeye az kala heyecanlanan Mahir koşmaya başlayınca düşman askerlerinden biri şüphelenip silahını çıkardı ve tek kurşunla Mahiri yere serdi. Olay tamda güvenli bölge sınırında olduğu için savunucu küçük birliklerden biri hemen Mahirin etrafını sararak, babası gibi şehitlik mertebesine yükselen Mahiri evine taşıdılar. Annesinin nefesi boğazında düğümlendi, sesi kesildi, babasının vefalı silah arkadaşları Mahirin üstünü başını temizleyip onu yatağına yatırdılar. Mehmet Bey’in ölümünden sonra kalbindeki boşluğu teslimiyet nuruyla dolduran Afra hanım, oğlu Mahir’in başucuna oturup onu izlemeye başladı, babasının silah arkadaşları odanın dışına çıkıp teslimiyetli olduğuna inandıkları Afra Hanımı Mahiriyle başbaşa bıraktılar. Şoku atlatıpda sonunda gözü yaşlarla dolan anne, eğilip oğlunun kokusunu içine çeke çeke sarıldı, kurşun yarasına aldırmadan bir umutla kendi kafasını oğlunun göğsüne dayayıp kalbinin ferahlatıcı müziğini duymayı umdu ama ne çare! Sonra yüzünü Mahir’in yüzüne çevirip ancak aklının bir nebze sakinleştirebileceği kalbini tatmin etmek istercesine sesli bir şekilde konuşmaya başladı.
“Sen asla benim değildin!, sen asla bizim değildin! Bana ve sevgili babana Rabbimizin tatlı bir emanetiydin, bu gün kalbimdeki yangın için Rabbim bana yardım etsin, sana hakkım helal olsun benim tatlı emanetim” diyerek cümlelerinin başında söylediği “sen asla benim değildin” sözünü tekrarlayıp durdu.
Bir anda açık pencerenin önünden havlamalar, miyavlamalar, kuş sesleri gelmeye başladı, pencerenin önündeki hayvanların görevleri tamamlanmıştı, hepsi bir ağızdan “ teslimiyetine şahidiz Ya Rab, aciziyetini bilmesine şahidiz Ya Rab, isyan etmediğine şahidiz Ya Rab!” diye bağırıyorlardı, sadece onlarda değil odanın içerisindeki canlı cansız her şey hatta Mahir’in cansız bedeni bile kalbi yanıyor olmasına rağmen Rabbine teslim olmuş Afra hanımın teslimiyetine şahitti.
En baştada herşeyin Rabbi Afra kuluna şahitti. Rabbisi Afra kulunun kalbindeki teslimiyeti öylesine tatlı bulmuştu ki onun bu samimiyetine, bu güzelliğine şahit olan mahlukatın sayısını artırmak dilemişti. Böyle bir güzelliğe şahit olmak ne güzeldi(!) şehit olan Mehmet Bey ve oğlu gerçekden kalplerini Rablerinin tatlı bulacağı Kuran ve sünnet çeşmeleriyle beslemeye çalışmışlar, hiç durmadan nefislerinin aşırılıklarını törpülemeyi kendilerine vazife bilmişlerdi, fakat şimdi ikisi hakikat alemindeyken Afra Hanım onlarla değildi belki de sevgili Rableri Mehmet ve Mahir kullarını cennette Afra Hanımla buluşsunlar diye Afra kulunun kalbine saf hakikat olan teslimiyeti nasip etmişti, belkide Afra kulusu gerçektende nefsini törpüleye törpüleye önce kendini bilmiş sonra da Rabbini bilerek teslimiyet ipine sımsıkı sarılmıştı, belki de Rabbisi hiç nedensiz kulunun kalbine teslimiyetini lütfetmişti(!) evet evet buda olabilirdi(!) sonuçta o Rab’di ol der ve olurdu hemde öyle güzel olurdu ki ancak o kadar güzel olurdu.