Dünya Klasikleri

Modern Klasiklerden; “Yumurta”

Dünya Klasikleri

Alt katta olup bitene gelince. Açıklayamadığım bir nedenle, neler olup bittiğini babamın uğradığı bozguna tanık olmuş gibi biliyorum. İnsan zamanla açıklanamaz birçok şeyi bilebiliyor. O akşam, Bidwell’li bir tüccarın oğlu, genç Joe Каnе, saat onda güneyden gelecek akşam treninden inmesi beklenen babasını karşılamak üzere Pickleville’e gelmişti. Tren üç saat gecikme yapınca da, Joe vakit doldurmak için bizim oraya uğramışn. Bu arada yerel yük treni gelmiş, mürettebat yemeğini yiyip gitmişti. Joe lokantada babamla yalnız kalmıştı.

Bidwell’li genç adamın, bizim lokantadan içeri girdiği andan başlayarak babamın davranışları karşısında kafası karışmış olmalıydı. Ayak altında dolaştığı için babamın ona kızdığı kanısına kapılmıştı. Lokantacının onun varlığından açıkça rahatsız olduğunu fark edince çıkıp gitmeyi bile düşünmüştü. Ne var ki, tam o sırada yağmur yağmaya başlamış, o da ta kasabaya kadar yürüyüp geri gelmeyi göze alamamıştı. Beş sentlik bir puro almış, bir fincan da kahve istemiş, cebinden gazetesini çıkarıp okumaya başlamıştı. “Akşam trenini bekliyorum. Gecikti de,” demişti özür dilercesine.

Joe Kane’in daha önce hiç görmediği babam uzun süre hiç sesini çıkarmadan konuğuna bakmıştı. Hiç kuşku yok ki, sahne korkusuna tutulmuştu. Hayatta pek sık olduğu gibi, karşı karşıya bulunduğu durumu o kadar çok düşünmüş, o kadar çok aklından geçirmişti ki, şimdi sinirleri gerilmişti.

Bir kere, ellerini nereye koyacağını bilememişti. O gerginlikle elini tezgâhın üstünden uzatıp Joe Kane’le el sıkışmış, “N’aber,” deyivermişti. Joe Каnе gazetesini indirip babama bakmıştı. Babam, gözünü tezgâhın üstünde duran yumurta sepetine dikip bir an duraksamış, sonra, “Bak ne diyeceğim,” diye söze başlamıştı, “hiç Kristof Kolomb adını duydun mu, ha?” Öfkeli bir hali vardı. “Kristof Kolomb denen o herif madrabazın tekiydi,” demişti üstüne basa basa. “Bir yumurtayı dik durdurabilir misiniz diye sormuş, sonra da yumurtanın bir ucunu kırıp dikivermiş masanın üstüne.”

Joe Kane’e kalırsa, babam Kristof Kolomb’un düzenbazlığı karşısında kendini kaybetmişti. Homurdanarak sövüp sayıyordu. Çocuklara Kristof Kolomb’un büyük bir adam olduğunu öğretmenin yanlış olduğunu söylüyordu; adam en can alıcı anda düpedüz aldatmıştı herkesi. Bir yumurtayı dik durdurabileceğini ileri sürmüş, blöfü görülünce de hile yapmıştı. Babam, Kolomb’a söylenedursun, tezgâhtaki sepetten bir yumurta alıp bir aşağı bir yukarı yürümeye başlamıştı. Tatlı tatlı gülümseyerek yumurtayı avuçlarında yuvarlıyordu. İnsan bedeninden çıkan elektriğin bir yumurtayı nasıl etkilediğiyle ilgili bir şeyler mırıldanmaya başlamıştı. Bir yumurtayı, kabuğunu kırmadan ve ellerinde ileri geri yuvarlayarak, bir ucunun üstünde dik durdurabileceğini söylüyordu. Ellerinin sıcaklığının ve yumurtayı usulca yuvarlayışının yeni bir ağırlık merkezi oluşturduğunu anlatıyor, Joe Каnе de kibarca dinliyordu. “Binlerce yumurta geçti elimden,” diyordu babam. “Yumurtaları kimse benden iyi bilemez.”

Sonra da yumurtayı tezgâha dik olarak bırakmış, ama yumurta devrilmişti. Her seferinde yumurtayı avuçlarında yuvarlayarak, elektriklenme ve yerçekimi yasasının mucizeleriyle ilgili sözleri söyleyerek bu numarayı tekrarlayıp duruyordu. Yarım saat uğraştıktan sonra yumurtayı bir an dik durdurmayı başardığında, bir de baktı konuğu artık kendisini izlemiyor. Joe Kane’in dikkatini yeniden çekmeyi başardığında ise yumurta yeniden devrilip yan yatmıştı.

Şovmenlik tutkusuyla kendini kaybeden ve ilk çabası başarısızlığa uğrayınca fena halde canı sıkılan babam, bu kez, hilkat garibesi civcivlerin bulunduğu şişeleri raftan indirip konuğuna göstermeye başlamıştı. Hazinesinin en müthiş parçasını göstererek, “Şöyle bir yedi bacaklı, iki kafalıya ne dersin?” diye sorarken neşeli bir gülümseyiş geçmişti yüzünden. Tezgâhın üstünden uzanıp, genç bir ırgatken cumartesi akşamları kapağı kasabaya attığında Ben Head’in barındaki adamların yaptığı gibi Joe Kane’in omzuna bir şaplak vurmaya kalkmıştı. Konuğu ise şişenin içindeki alkolde yüzen çarpık çurpuk civcivi görür görmez irkilmiş, çıkıp gitmeye kalkmıştı. Babam da, tezgâhın arkasından fırladığı gibi Joe Kane’i kolundan yakalayıp yerine oturtmuştu. Biraz öfkelenmişse de, bir an yüzünü çevirip gülümsemekten alamamıştı kendini. Sonra da şişeleri yeniden rafa kaldırmıştı. Birden cömertliği tutmuş, Joe Kane’e bir fincan kahveyle bir puro daha ikram etmişti. Çok geçmeden, bir tava almış, tezgâhın altından çıkardığı bir kavanozdan sirke doldurmuş ve yeni bir numara yapacağını söylemişti. “Bu yumurtayı sirke dolu tavada ısıtacağım,” demişti. “Sonra da yumurtayı kabuğu kırılmadan şişenin ağzından içeri sokacağım. Yumurta şişenin içinde eski biçimini alacak ve kabuğu yeniden sertleşecek. Sonra şişeyi içindeki yumurtayla birlikte sana vereceğim. Al, gittiğin yerlere yanında götür. Herkes yumurtanın şişenin içine nasıl girdiğini merak edecektir. Sakın söyleme. Meraktan çatlasınlar. Bu numaranın keyfi böyle çıkar.”

Babam konuğuna sırıtıp göz kırpmıştı. Joe Каnе karşısındaki adamın biraz kaçık olmakla birlikte zararsız olduğuna karar vermişti. Kendisine ikram edilen kahveyi içip yeniden gazetesini okumaya başlamıştı. Babam, sirkede ısınan yumurtayı bir kaşıkla alıp tezgâha taşımış, arka odaya gidip bir şişe getirmişti. Numarasını yapmaya başladığında konuğu onu izlemediği için kızmış, ama yine de neşesini bozmadan işe koyulmuştu. Yumurtayı şişenin ağzından içeri sokmak için uzun süre uğraşmıştı. Yumurtanın yeniden ısınması için sirkeli tavayı yine sobanın üstüne koymuş, yumurtayı eline alınca parmakları yanmıştı. İkinci sıcak sirke banyosundan sonra yumurtanın kabuğu biraz yumuşamıştı, ama yeterince değil. Babam umarsız bir kararlılıkla durmadan uğraşıyordu. Tam numarasını başarıyla tamamlayacağını sandığı sırada gecikmeli tren istasyona girmiş, Joe Каnе de ilgisizce yerinden kalkıp kapıya yönelmişti. Babam, son bir umutsuz çabayla, yumurtaya boyun eğdirmeye, şişenin ağzından içeri sokmaya çalışıyordu, böylece lokantasına gelen konukları eğlendirmeyi bilen biri olarak nam salacaktı. Yumurtayı zorluyor, bastırıp iteliyordu. Bir yandan da sövüp sayıyordu, alnı tere batmıştı. Sonunda yumurta elinde kırılıvermişti. Yumurtadan saçılanlar babamın üstüne başına bulaşırken, Joe Каnе kapıda durmuş, dönüp gülmüştü.

Babamın gırtlağından bir öfke böğürtüsü yükselmişti. Canından bezmişçesine anlaşılmaz sözler savuruyordu. Tezgâhın üstündeki sepetten kaptığı gibi fırlattığı yumurta delikanlının kafasını sıyırıp geçmiş, Joe Каnе kendini hızla kapıya atıp kaçmıştı.

Babam, elinde bir yumurtayla, yukarıya geldi. Niyeti neydi, bilmiyorum. Sanırım, aklından yumurtayı, bütün yumurtaları yok etmeyi geçiriyor, bunu yapmaya başlamasını annemle benim görmemizi istiyordu. Ne ki, annemin yanına gelince bir tuhaflaştı. Yumurtayı usulca sehpanın üstüne bıraktı ve daha önce anlattığım gibi yatağın yanında diz çöktü. Sonra da lokantayı o gece artık kapatmaya karar verdi ve yukarı gelip yatağa girdi. Yatağa girerken lambayı söndürdü; uzun süre mırıldanarak konuştuktan sonra ikisi de uyudular. Sanırım ben de uyudum, ama sıkıntılar içinde. Gün ağarırken uyandım ve bir süre sehpanın üstündeki yumurtaya baktım. Kendi kendime soruyordum: Yumurtaların neden ille de olmaları gerekiyordu ve yumurtadan çıkan tavuk neden yeniden yumurtluyordu? Bu soru kanıma girmişti. Bir daha da çıkmadı oradan, sanırım babamın oğlu olduğum için. Her neyse, bu sorun kafamda hâlâ çözülmüş değil. Ve bence bu da yumurtanın tam ve kesin zaferinin bir başka kanıtı – en azından konu benim ailem olunca.

Sherwood Anderson

Önceki sayfa 1 2 3 4

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu